
Çok uzak bir diyarda, renkli evlerin sıralandığı, çiçeklerle dolu bahçelerin kapladığı küçük ve şirin bir köy vardı. Bu köyün adı Mutlu Köy'dü. Köyün ortasında kocaman, yemyeşil yapraklı bir ağaç yükselirdi. Bu ağaç, köyün en yaşlı ağacıydı ve köylüler ona "Bilge Ağaç" derdi. Söylentilere göre, bu ağacın dallarında oturup yıldızları izlerseniz, kalbinizin en derinindeki dilekler gerçek olurdu.
Bu köyde, herkesten biraz farklı olan küçük bir kız yaşardı. Adı Ela'ydı. Ela, kıvırcık saçlı, meraklı bakışlı, kocaman gülümsemesi olan sevimli bir kızdı. Ama Ela'nın en belirgin özelliği, herkese yardım etmeyi çok sevmesiydi. Sabah uyandığında ilk düşündüğü şey, "Bugün kime yardım edebilirim?" olurdu.
Bir sabah Ela, erkenden uyandı. Pencereden baktığında, gökyüzünün gri bulutlarla kaplı olduğunu gördü. "Bugün yağmur yağacak galiba," diye düşündü ve hemen giyinip kahvaltısını yaptı. Sonra da dışarı çıktı. Amacı, köyün diğer ucunda yaşayan, yürümekte zorlanan yaşlı Ayşe Nineye ekmek götürmekti.

Ela, köy meydanından geçerken, bir anda gökyüzü karardı ve büyük yağmur damlaları düşmeye başladı. Ela hızlı adımlarla yürümeye devam etti, ama yağmur gittikçe şiddetleniyordu. Tam o sırada, çalıların arasından acı bir miyavlama sesi duydu. Sesin geldiği yöne baktığında, ıslanmış, titreyen küçük bir kedi yavrusu gördü.
"Zavallı minik kedi," dedi Ela. "Seni burada bırakamam." Hemen ceketini çıkarıp kediyi sardı ve koşmaya başladı. Artık hem Ayşe Nineye ekmek götürmeli hem de bu yavrucağı korumak için bir yer bulmalıydı.
Az ilerleyince, köyün marangozunun dükkanını gördü. Marangoz Ahmet Amca, kapıda durmuş, yağmuru izliyordu. "Ahmet Amca!" diye seslendi Ela. "Bu kediyi buldum, çok ıslanmış ve üşümüş. Biraz sizin dükkanda kalabilir miyiz, yağmur dinene kadar?"
Ahmet Amca gülümsedi. "Tabi ki Ela, gel içeri."

Dükkana girdiklerinde, Ahmet Amca kediyi kurulamak için bir havlu getirdi. Ela, kediyi nazikçe kurularken, Ahmet Amca ona sıcak süt hazırladı. "Sen de ıslanmışsın Ela," dedi Ahmet Amca. "Nereye gidiyordun bu yağmurda?"
"Ayşe Nineye ekmek götürüyordum," diye cevap verdi Ela. "Her sabah ona taze ekmek götürüyorum, çünkü kendisi yürümekte zorlanıyor."
Ahmet Amca düşünceli bir şekilde baktı Ela'ya. "Ne kadar güzel bir davranış," dedi. "Ben de sana yardım etmek istiyorum. Bak, burda bir şemsiyem var. Onu sana vereyim, böylece ıslanmazsın. Ayrıca, Ayşe Nine için bir sürprizim olacak. Ona bir baston yaptım, bugün bitecekti. Şimdi sen beklerken ben de son dokunuşları yapayım."
Ela çok sevindi. Ahmet Amcanın yaptığı baston gerçekten çok güzeldi. Üzerinde renkli çiçek desenleri vardı ve Nine'nin rahatça yürümesine yardımcı olacaktı. Yağmur biraz hafiflediğinde, Ela şemsiyeyi, kediyi ve bastonu alarak Ayşe Nine'nin evine doğru yola çıktı.

Yolda giderken, küçük köprüden geçmesi gerekiyordu. Köprüye vardığında, yağmur sularının köprünün bir bölümünü yıktığını gördü. Tam ne yapacağını düşünürken, uzaktan köyün çobanı Ali Dayı'yı gördü. Ali Dayı koyunlarını otlatmaktan dönüyordu.
"Ali Dayı! Ali Dayı!" diye seslendi Ela. "Köprü yıkılmış, karşıya geçemiyorum. Ayşe Nineye ekmek götürmem lazım."
Ali Dayı hemen koşarak geldi. "Merak etme Ela," dedi. "Ben seni karşıya geçiririm." Ali Dayı, Ela'yı kucağına aldı ve suyun içinden yürüyerek karşıya geçirdi. "Teşekkür ederim Ali Dayı," dedi Ela. "Ama ya sen? Kıyafetlerin ıslandı."
Ali Dayı güldü. "Önemli değil küçük kız. Ben zaten çoban olduğum için her türlü hava şartına alışkınım. Senin Ayşe Nineye olan iyiliğin benim ıslanmamdan daha önemli."

Ela yoluna devam etti ve nihayet Ayşe Nine'nin evine vardı. Kapıyı çaldığında, Nine'nin zayıf sesi duyuldu: "Kim o?"
"Benim Nine, Ela. Sana ekmek getirdim."
Ayşe Nine kapıyı açtığında, karşısında ıslak ama gülümseyen Ela'yı, kollarında bir kedi yavrusu ve elinde bir baston ve ekmekle bulunca çok şaşırdı. "Ela, canım, bu yağmurda nasıl geldin? Hepsi benim için mi bunlar?"

Ela içeri girdi ve her şeyi anlattı: Kediyi nasıl bulduğunu, Ahmet Amca'nın yaptığı bastonu ve Ali Dayı'nın onu nasıl karşıya geçirdiğini. Ayşe Nine'nin gözleri doldu. "Sen çok özel bir çocuksun Ela," dedi. "Senin kalbin iyilikle dolu."
Ayşe Nine, Ela'ya kuru giysiler verdi ve onlara sıcak çorba hazırladı. Kedi yavrusu da artık ısınmış, karnı doymuş bir şekilde Ela'nın kucağında uyuyordu. Dışarıda yağmur dinmiş, gökkuşağı çıkmıştı.
Ela eve dönme vakti gelince, Ayşe Nine "Bu kedi yavrusunu bana bırakabilirsin," dedi. "Ben ona bakarım. Sen her gün geldiğinde onu da görmüş olursun."

Ela çok sevindi. "Gerçekten mi Nine? Ona bir isim verelim o zaman. Adı Yağmur olsun, onu bulduğumuz günü hatırlamak için."
"Harika bir fikir," dedi Ayşe Nine.
Ela eve dönerken gökkuşağının altından geçti. İçinde tarif edilemez bir mutluluk vardı. Evet, ıslanmıştı, biraz da yorulmuştu, ama bir kedi yavrusunu kurtarmış, Ayşe Nine'ye yardım etmiş ve yeni bir dostluk başlatmıştı.
Eve vardığında, annesi ve babası onu merakla bekliyordu. Ela başından geçenleri anlattı. Annesi onu kucakladı. "Seninle gurur duyuyoruz Ela. Senin bu yardımseverliğin herkese örnek oluyor."

O gece Ela yatağına yattığında, pencereden Bilge Ağacı görebiliyordu. Ağacın yaprakları ay ışığında parlıyordu. Ela gülümsedi ve gözlerini kapattı.
Ertesi sabah, tüm köyden insanlar Ela'nın evine gelmeye başladı. Herkesin elinde küçük hediyeler vardı. Marangoz Ahmet Amca güzel bir ahşap kutu yapmıştı Ela için. Ali Dayı, koyunlarının yününden örülmüş sıcacık bir atkı getirmişti. Ayşe Nine, Yağmur ile birlikte gelmişti ve Ela için kendi elleriyle ördüğü bir battaniye getirmişti. Hatta köyün diğer çocukları da gelmişti, hepsi Ela'ya çizdikleri resimleri veriyordu.
Ela şaşkındı. "Bunlar neden?" diye sordu.

Köyün en yaşlı kişisi olan İbrahim Dede öne çıktı. "Sevgili Ela," dedi. "Senin dün yaptığın iyilikler, köyümüzde bir iyilik zinciri başlattı. Herkes birbirine yardım etmeye başladı. Ahmet Amca, Ali Dayı'nın çoban kulübesinin çatısını tamir etti. Ali Dayı, Fatma Teyze'nin koyunlarını otlattı. Fatma Teyze, Hasan'ın annesi hasta olduğu için ona yemek pişirdi. Ve böyle devam etti. Senin küçük bir iyiliğin, tüm köye yayıldı. İşte bu yüzden sana teşekkür etmek istedik."
Ela'nın gözleri parladı. "Ama ben sadece yardım etmek istedim," dedi.
İbrahim Dede gülümsedi. "İşte bu, iyiliğin sihri. Bir küçük iyilik, binlerce iyiliğe dönüşebilir. Tıpkı bir tohumun büyüyüp koca bir ağaç olması gibi. Ve her iyilik, dünyayı biraz daha güzel bir yer haline getirir."
O günden sonra, Mutlu Köy daha da mutlu bir yer haline geldi. Herkes birbirine yardım etmeyi, paylaşmayı ve iyilik yapmayı bir alışkanlık haline getirdi. Ve her yıl, Ela'nın o yağmurlu günde yaptığı iyiliğin anısına, "İyilik Günü" kutlanmaya başlandı.

Ela büyüdü, ama kalbi hep çocuk kaldı. Üniversitede eğitim aldı ve köye geri döndü. Köyün okulunda öğretmen oldu ve çocuklara iyiliğin, yardımseverliğin önemini anlattı. Her yıl İyilik Günü'nde, çocuklarla birlikte köyün meydanına gider, Bilge Ağacın altında oturur ve iyilik hikayeleri anlatırdı. Ve her hikaye, çocukların kalbinde yeni bir iyilik tohumu ekerdi.
Ve böylece, küçük bir kızın yaptığı iyilik, nesilden nesile aktarılan bir gelenek haline geldi. Ela'nın başlattığı iyilik dalgası, sadece köyle sınırlı kalmadı, çevre köylere, şehirlere ve hatta ülkenin dört bir yanına yayıldı. Çünkü iyiliğin ve yardımseverliğin dili evrenseldir ve her kalbe dokunabilir.
İşte bu yüzden, ne zaman yağmurlu bir günde gökkuşağı görseniz, Ela'yı ve onun başlattığı iyilik zincirini hatırlayın. Ve belki siz de küçük bir iyilikle, dünyayı değiştirebilirsiniz. Çünkü iyilik, tıpkı bir gökkuşağı gibi, en karanlık anlarda bile umut ve renk getirir hayatımıza.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!