Aşık Garip Hikâyesi

Aşık Garip Hikayesi

Abone Ol google news
Aşık Garip Hikayesi
Aşık Garip Hikayesi

Aşık Garip Hikayesi

Ey Allah’ım hiç olmasa bu çocuklar büyük olsa, bana yardımcı olur idi! Geçti birkaç yıl. Oğlan geldi şimdi sekiz – on yaşına. Bir gün diyor: Nine, ana ver bana iplik. Ben götürüp satayım.

Sen kalkma, çalış. Vay yavrum! Sen yorulursun. Sen satamazsın. Ben korkuyorum seni göndermeye Yok, nene, ne zamana kadar bakacaksın sen bize! Ben şimdi pazara gitmeyi üzerime alıyorum. Gideyim. Verdi annesi ona ipliği. Aldı gitti pazara. Pazarda çocuklar öne çıkmazlar.

Yaşlılar gördü bunu, soruyorlar: Ey oğlum sen kimin çocuğusun? Filan fakir kadının. Ne arıyorsun? İplik çıkardım satmaya. Haydi ver bana ipliğini Verdi yaşlıya ipliği.

Yaşlı ona çıkardı on kapik para verdi. Oğlan sevinip başladı dönmeye eve. Yolda… Baktı, yol üstünde çocuklar aşık oynuyor. Güzel göründü. Durdu. Bakıyor. Oğlanlar, satın bana da aşık. Ben oynamak istiyorum. Satalım. Yirmi tanesi bir kapik. Ver.

Verdi bir kapik aldı yirmi aşık. Çok geçmedi, ütüldü aşıkları. Sonra yirmi daha bir kapiğe. Böyle, böyle on kapiklik aşık ütüldü. Akşama kadar orada çocuklarla oynadı.

Çocuklar da ona orada Âşık Garip lakabını koydular: aşığı da yok o kadar garip. Oradan kaldı onun adı Âşık Garip. Akşam oldu, bu gidiyor eve, varıyor. Şimdi lamba yanıyor her bir yerde. Anası da evde ağlıyor:
-Vay! Oğlum kayıp oldu! Soyuldu! Gelemiyor. Ne olmuştur? Bir şey mi oldu! Kasavet ediyor. Bu oğlan da saklanacak bir yer gördü. Çok güzel yer, girip bakayım ne var burada? Girdi baktı, oturmuşlar yedi tane sazcı, kemancı, çalıyorlar, konuşuyorlar, zevk ediyorlar. Bu da baktı onlara göz kırpmadan.

Sazcının biri dedi:
Oğlan ne bakıyorsun? Yoksa öğrenmek mi istiyorsun.
istiyorum ağa, dedi.
Çorbacı, ver sen ona eski sazını, belki öğrenir oğlan. Ona da ekmek olur. Çorbacı çıkardı, verdi oğlana eski sazını. Oğlan da sevinip aldı, ulaştı eve. Geldi: Anne, anne! Aç kapıyı. Vay! Benim oğlum geldi!
– Hemen açtı kapıyı. Girdi:

Anne, öfkelenme bana. ipliğin parasına işte bu sazı aldım. Vay, tek sağ gelmene de kailim, yavrum. Bir şey de gerekmiyor. E, bu oğlan oturdu, aldı ele sazı, başladı çekmeye. Çalıyor. Ama bilmiyor çalmayı, uğraşıyor. Bir türlü hava uymuyor. İyi, ninesinin başı ağırdı, annesinin:
Yavrum! Bırak. Yat. Sabah çalarsın. Yok, annem, hiç olmazsa bir hava çalmayı öğreneyim! Bırakmıyor. İşte böyle uğraşıp – uğraşıp uyudu kaldı elinde sazı. Çok uğraştı çalamadı. Bir de gecenin bir vaktinde rüya gördü oğlan:

Geldi bir aksakallı dede, bir avuç darı döktü bunun ağzına. Ağzından taşanlar da eline döküldü oğlanın. Sıçradı kalktı: Anne, anne, ben bir düş gördüm! Hayır ola, yavrum! Sabah söylersin. Yok, anne, söyleyeyim. Bir aksakallı dede benim ağzıma bir avuç ekin döktü.

Ağzımdan taşanla ellerim doldu. İyilik olsun, yavrum, ne olacak! Yat. Oğlan yatmadı. Aldı sazı, çekti. Ne aklına geldi, nasıl hava aklına düştü, onu da çaldı. Dedi anne: Sana Allahtan böyle verildi, yavrum.

Bu Allahtan sana verildi, bu ekmeklik. Oğlan başladı çalmaya. Ne istedi, onu çalıyor. İşitildi bu. Delikanlılar eğlence yapar idiler önceleri. Bunu başladılar şimdi eğlenceye tutmaya Eğlenceye varıp çalıyor. Başladı kazanmaya. Güzel kazanıyor. Başladılar güzel geçinmeye. Geçti bir zaman. Bu oğlan on beş – on altı yaşına ulaştı.

Kazanç güzel. Bir gün pazara çıktı oğlan, Âşık Garip. Bir daha rast geldi bu altı yedi tane sazcıya:


O, Âşık Garip, bizim de sana pek büyük ricamız var. Bugün bir içki (alem) yapmak istiyoruz. Seni de, istiyoruz bizim içki (alemi)mize. Olsun, ağalar da, sizden ben vazgeçmem. İyi, güzel. Ye nerde? E, bize gelirsin. iyi, varayım. Vardı eve, aldı sazını, gitti.

Geldi baksa ki ne baksın, masa kurulu, oturmuş yedi sazcı, içiyor, çalıyor, söylüyorlar. Bu gelince: o hoş geldin, Aşık, hoş geldin, Garip! Otur. Buyur. Buna da koydular bir kadeh: Buyur! Aldı kadehi: Ey ağalar, ben böyle içmem, dedi. Mümkün ise bana bir cevap verin, dedi. Olsun, Garibim, olsun. Onun istediği de buna laf söylemek.

Başladılar: Bir küçücük yaratıldı, şair oldu, ey Arkadaşlar, aramıza han oldu, ey Ondan geri bizden sana darılmak, ey, Darılıp da gül düşmana sarılmak, ey, Yeşil yaprak iner güzde ağaçtan, ey Kara kanlar akar garip yürekten, ey. Bunlar söyledi bu türküyü. Garip dedi: Ağalar, çünkü benden bu kadar gücenikliğiniz var, niçin bugüne kadar söylemiyorsunuz bana bunu. İyi, söyleyelim Garip. Bizim ekmeği sen kestin. Bizi de şimdi bir yere çağırmıyorlar.

Sen namlı oldun. Seni tutuyorlar. Biz ekmeksiz kaldık. Bizde onun için çağırdık seni. Yalvarıyoruz sana: Biz gidelim başka şehre, sen gelme bizim gittiğimiz yere.

Gelirsen bize ekmek yok. Ey ağalar, – dedi, – yanlış düşünüyorsunuz. Siz, yedi temel sökeceksiniz, yedi horanta ağlatacaksınız. Yahu benim geçindirmeye bir annem, bir de kardeşim. Yahu ben göçeyim gideyim, siz de kalıp yaşayınız burada.

Eyvallah Garibim, Eyvallah! Haydi buyur bir daha. Sonra sonu nasıl olur, Garip? Nasıl olur? Bugün alıcı gelse, bugün satarım evi, göçer giderim. Sana buluruz biz alıcı. Sonra selamlaştılar, döndüler. O ustalar, sazcılar hemen buldular ona müşteri evini satmaya.

Geldi bir müşteri: Garip, biz işittik bir şeyi. Acaba aslı var mı? Sen evi satıyor musun? Annesi de yoktur o sırada. Satıyorum, ağa, dedi, aslı var. Ne istiyorsun Elli manat. Çok olur Garip. Kırk beş manat. Çok olur. Yoktur satılığım.

Git buradan. Ben söz söylemeyi, ziyadesiyle sevmiyorum. Söyledim bitti. Haydi. Kırk beş oluyorsa, kırk beş. Ya nasıl olur? Verirseniz parayı, iki saatte çıkar giderim evciğimizden. Güzel, Garibim. Tez vereceğiz senin Saydılar, verdiler kırk beş gümüş. Aldı parayı. Nine de yok daha. Vardı yaramazlığa, bir at bir araba aldı, çekti eve geldi.

Geldi, ana da, kardeşi de içerde. Anne, tez şeyleri koy arabaya. Ben evi sattım, göçüp gidiyoruz. Anne başladı öfkelenmeye: Nasıl şey, oğlan! Sen daha, dedi, aman sahiplik etmek mi istiyorsun? Daha senin annen çorbacı. Babandan kalan evi bensiz satmak mi istiyorsun.

Bu nasıl şey. Paranı Ondan geri bizden sana darılmak, ey, Darılıp da gül düşmana sarılmak, ey, Yeşil yaprak iner güzde ağaçtan, ey Kara kanlar akar garip yürekten, ey. Bunlar söyledi bu türküyü. Garip dedi: Ağalar, çünkü benden bu kadar gücenikliğiniz var, niçin bugüne kadar söylemiyorsunuz bana bunu. İyi, söyleyelim Garip. Bizim ekmeği sen kestin. Bizi de şimdi bir yere çağırmıyorlar. Sen namlı oldun. Seni tutuyorlar.

Biz ekmeksiz kaldık. Bizde onun için çağırdık seni. Yalvarıyoruz sana:
Biz gidelim başka şehir, sen gelme bizim gittiğimiz yere. Gelirsen bize ekmek yok. Ey ağalardedi,


 – yanlış düşünüyorsunuz. Siz, yedi temel sökeceksiniz, yedi horanta ağlatacaksınız. Yahu benim geçindirmeye bir annem, bir de kardeşim. Yahu ben göçeyim gideyim, siz de kalıp yaşayınız burada. Eyvallah Garibim, Eyvallah! Haydi buyur bir daha. Sonra sonu nasıl olur, Garip? Nasıl olur? Bugün alıcı gelse, bugün satarım evi, göçer giderim.

Sana buluruz biz alıcı. Sonra selamlaştılar, döndüler. O ustalar, sazcılar hemen buldular ona müşteri evini satmaya. Geldi bir müşteri: Garip, biz işittik bir şeyi. Acaba aslı var mı? Sen evi satıyor musun? Annesi de yoktur o sırada. Satıyorum, ağa, dedi, aslı var. Ne istiyorsun Elli manat. Çok olur Garip. Kırk beş manat. Çok olur.

Yoktur satılığım. Git buradan. Ben söz söylemeyi, ziyadesiyle sevmiyorum. Söyledim bitti. Haydi. Kırk beş oluyorsa, kırk beş. Ya nasıl olur? Verirseniz parayı, iki saatte çıkar giderim evciğimizden.

Güzel, Garibim. Tez vereceğiz senin Saydılar, verdiler kırk beş gümüş. Aldı parayı. Nine de yok daha. Vardı yarmalıysa, bir at bir araba aldı, çekti eve geldi.

Geldi, ana da, kardeşi de içerde. Anne, tez şeyleri koy arabaya. Ben evi sattım, göçüp gidiyoruz. Anne başladı öfkelenmeye: Nasılşey, oğlan! Sen daha, dedi, aman sahiplik etmek mi istiyorsun? Daha senin anne çorbacı. Babandan kalan evi bensiz satmak mi istiyorsun. Bu nasıl şey.

Anne, öyle çok laf edersen, sağlıcakla kal. Aldım sazı, çıktım gittim. Sağlıcakla kalın.

Nasıl istiyorsanız öyle yaşayın. Senin oğlun yok. Anne yine aglay: Dur oğlum. Haydi kail olacağız. Ya nereye varalım? Allah gösterir bize yol. Oturun.

E, nesi var garibin, bir döşek, bir yorgan, bir sergi bir de sandığı. Koydular ara- baya, oturdular, selamlaştılar komşulaman. Sağlıcakla kalın! Göçtü gitti. Vara vara vardı Eral suyuna. Bir taşkın su. No-no-no! Doğru vurdu suya. E, su da erin su: kaldınp attı at aman uzağa. Araba suya dayanmadı, tek ön düğmeleri. Ana mşladı ağlamaya:

Vay Garibim! Sen bizi boğmaya getirmişsin. Ben şimdi bildim. Hesapsiz canı yandı annesini büyük yazığına. Çevirdi Âşık Garip göğe gözlerini, Allah dedi, çekti sazı: Gele gele yolum sana dayandı, ey. Azrail ateşine, annem, yüreğim yandı, ey. Sattim, bağım, bahçem, eyledim zararı, Ne günüm gündüzdür, ne gecem kara. Eğlen, Eral su, Eral su, yol ver geçeyim.

Şangır- şungur durdu su bu türküden sonra. Geçti gitti. Annesi dedi o vakit: Vay, yavrum, dedi, senin sözlerin, sazları akar suyu da durdurur. Bugünden sonra sana laf söylersem dilim kurusun! Dedi.

Göçtüler gittiler. Vara vara vardılar artık Tiflis’e. Şehre indi karanlık.

Gide gide bir ışık göründü. Durdu o ışığa taraf. Varayım, anlayayım nasıl şey bu. Vardı, baktı ki ne baksın, oturuyorlar birkaç yaşlı. Selam verdi, selam aldılar. İhtiyarlar acaba bana bir oda verir misiniz gecelemeğe? Eğer vermezseniz annem, kardeşim yolda uyuyacak.

Çare var ise bana bu iyiliği yapınız. Vay, yavrum, dedi bir ihtiyar. Buradan beşinci ev benimdir. Dur orda kapıya seni alırlar, dedi. Bu yene diy:

Ya bu karanlık gecede ben ev de sayarım, arsa da sayarım, nasıl varıp bulurum?

 Doğru söyledin yolcu. Kane, götür onu! Orada da var idi bir adam. Vardı götürdü: Babanız misafir gönderdi. E, çıktı içerden üç tane deve gibi oğlan, hemen bunun atını aldılar, koydular ahıra, kendilerini de içeri aldılar, koydular yemek, yedirdiler bunlar, döşediler yatağı:

Yatınız, siz yolcu, uyuyunuz.

Dede de geldi. E, uyudular. Dede geldi o da yattı. Sabah kalktı erken dede, karı A kız, bak bir parça yemek erkence. E, baktı, koydurdu sofraya. Garip, kalk hele, şimdi kalkma vaktidir.

Yemek yiyelim, uyandırıyor Aşık Garibi. Aşık Garip kalktı, yüzünü yıkadı, oturdular sofraya. Döktü birer kadeh rakı içtiler. Ye, yavrum. Başladılar yemeye. Yediler. Yediler. Bir daha doldurdu.

Vay, yavrum, sormak ayıp olmasın, nereden gelip, nereye gidiyorsun? Bilmek gerek, kimsin, zanaatın ne? Söyleyeyim baba. Benim zenaatım, sazcılık ediyorum.

Nerden gelip nere gittiği- mi bilmiyorum. Ekmek arıyorum, bir yerde durup kazanmak için. Vay, yavrum, eğer güzel sazcı olsan, burada da bulunur sana ekmek. Bu şehircikte, Tiflis’e. Kane, çek hele sazını, işiteyim senin marifetini?

 Haçan, çekti sazı, şaştı kaldı ihtiyar:

Vay, yavrum burada sana tek ekmek değil, yağlı da, etli de, her bir şey de. Burada sana büyük kazanç Bu büyük şehir. Ben de yaşlandım, böyle çalan işitmedim.

Pek güzel çalışıyorsun oğlan. Bugünden sonra işte bu köşe senin. Otur. Annen de kız kardeşin de. Ne yiyeceğim, ne içeceğim sorma. Her şey benden. E kail(razı) oldu oğlan.

Kaldı orada. İhtiyar ertesi gün hemen çağardı, komşuları, bir büyük yemek yaptırdı, hazırlık büyük. Köyün yarısını çağırdı, ne kadar sığdırmak mümkünse, kuruldu masalar, koyuldu rakılar, doldu kadehler, sofra.

Hadi, Garip çek ele sazı.

Haçan çekti sazı bu, sazı, hepsi şaşıp kaldı. Bakıyorlar, içemiyorlar da, o kadar güzel çalıyor. Daha işitmemişler öyle çalan. E ondan sonra başladılar şenlenmeğe.

İçtiler, ne kadar içebiliyorlarsa. Şimdi vakit dağılmaya. Haydi, sağlıkla kalın. Yarın beni çağırtmayın, hepiniz, burada kim var, yarın akşam bana geleceksiniz. Eğer çağırtırsanız beni büyük zahmete koyarsınız. Sen de Aşık Garip, anneni de, kardeşini de getir.

İyi, güzel, Allah razı olsun!

 Dağıldılar. Bunlar yattılar, uyudular. Sabah kalktılar, bunu çağırıyorlar düğün çalmaya işe.

Yok, edemem. O akşam çağırdı da adam. Oraya varmak gerek.

Ertesi akşam oraya vardılar, orda konuştular. Kırk, elli adam var idi. Kırk elli gün Aşık Garip tek bunlarla zevk edip yürüdü. Önden sonra boşladılar Garip’i. Başladı düğünleri çalmaya.

Doldu ortalığı para. O kadar büyük kazanç oluyor buna. Düşündü Garip, “Nevaktece oturayım ihtiyarın evinde? Yapayım kendime bir ev, çit, bir pınar başından”.Söyledi ihtiyara: İhtiyar, mümkünse, sor cemaate, mümkün mü akan pınar üstüne ev yapmak? Sorarım yavrum, diyor. E, sordu. İzin verdiler yapmaya. Ihtiyar hemen yığdı kendi soyunu sopunu.

Bir gün kerpiç yaptılar, taş getirdiler,

kerpiçler kuruduktan sonra bir tane evceğiz yaptılar Aşık Garibe. Bir ay geçmedi. göçtü evceğizine oturdu. Kazanç büyük, pek büyük para Bu Tiflis şehrinde de var bir tane padişah. Biri de eski padişah.

Gençten ihtiyarlığa. Onların da Âşık Garip’ten birkaç yaş büyük mü, yoksa küçük mü, birinin oğlu olmuş birinin de kızı, o padişahların. İkisi de bir saatte doğmuşlar.

Onları da öyle sayıyorlar, bunlar kısmet. İkisi de bir saatte doğdular. Onları doğumda nişanlıyorlar. Padişah oğlunun adını Şahfelek, padişahın kızının adını da Şahsene koyuyorlar.

Büyüyor yavrular. Bunlar onaltışar – onyedişer yaşına geliyorlar. Aşık Garip de o karar. Belki yirmi yaşında.

Bu padişahın kızı Şahsene diyor Şahfeleğe:

A kız, biz yetiştik şimdi, bir yere varmadık, gençlere, kızlara katılmadık. Ben istiyorum. A kız biz de kanışalım şimdi gençlere. Ama gerek bir toplantı yapmak. Yapalım toplantı çağıralım kırk tane kız. Otuz dokuz kız olsun, otuz dokuz genç olsun. Adam başına da bir sazcı olsun. Kırk tane de sazcı olsun. Olsun Şahsene, olsun. Yaparız. Bazar günü yapacağız.

Pazar gününe hazırlandılar. E, bu Şahfelek tuttu otuz dokuz tane sazcı, otuz dokuz kız, otuz dokuz genç çağırdılar. Toplandılar, toplantı başlayacak. İki dünür padişah geçtiler masa başına, tatlı şarap içtiler. Azıcık sarhoşladılar. Kızın babası dedi: Hani, sazcılara peşkeş!

Budur: saz çaldıracağız, bedava olmasın.

O tarafta Şahsene durup, sayıyor gençleri, kızları: Bütün gelenleri, gelmeyenleri kimse? Saydı, kızlar, gençler hepsi tamam. Sayıyor sazcıları, otuz dokuz tane. Kendilerine sazcı yok.

Şahfeleğim ne etin sen. Nerede bizim sazcımız?

A Garip işitti padişah toplantısını. Aşık Garibi orada tutmadılar. Sazcı, padişahın kendi sazcıları orda idi. Varayım, ben de kapı arasından bakayım, seyredip göreyim, nasıl oluyor padişah toplantısı. Koltuğuna sazı sakladı, girdi hayata.

 Kapı aralansa, görüyor. O tarafta Şahfelek sene, rahatsızlanma, ben varayım, kendimize bulayım sazcı. Çıktı, gördü Aşık Garibi saz ile.

Sen sazcı mısın?

Sazcı.

Yürü içeriye.

Yok, ben giremem.

Padişahın hükmü büyük! Gir! Aldı girdi. Oturttu onu sıra sazcılarla. Oturduğu sırada sazcılarla. Buna da peşkeş, bir top kumaş, dizine dikildi. Hepsinin. Simdi padişah dedi:

Sazcılar, mümkünse bir hava söyleyin.

İki padişah dünür içecekler. Doldurdular kadehleri. Sazcılar birbirine baktı:

 Ne söyleyelim? Ne alalım da, uyduralım ki padişah beğensin?

Birbirine bunlar bakıyor. Aşık Garip dayanamadı:

Ağalar, yoksa ben başlayayım? Dedi.

Güldüler bunlara, sazcılar: Bunlar padişahın sazcıları, çalamıyor, ya bu nereden çalacak, ne çalacak? İyi, çal, dediler. Başla.

 Padişahım, kırkına kırk hava çalayım, yoksa kırkına bir hava mı çalayım? Dedi.

Ooo, dedi padişah, burada dilin var, ama bakalım elinde de var mı? Bakalım çalmayı bilir mi? Yok, kırkına bir hava çal.

 Başladı çalmaya. İlk önce padişaha alçakladı sazcıları:

Ya bu elsiz dilsiz sazcıları neye tutuyorsunuz?.

Ondan sonra sazcılara söyledi cevap.

Haçan çekti sazı, sazcılar hemen peşkeşleri bunun önüne vurup birer-birer çıkıp kaçtılar. Çünkü bununla başa çıkmaya çareleri yok onların. Bu ateşli çalıyor hepsin- den. Güzel çalıyor, pek.

E, padişahlar şaşıp kaldı bunun çalmasına:

 -Haydi, o coşkun çalıyor! Haydi o iyi çalıyor köpek oğlu!

E. çaldı orda bir yarım saat. Ondan sonra padişah, kızın babası diyor: Yahu dünür, biz içiyoruz, çaldırıyoruz, orada gençler, kızlar bekliyor sazcıyı. Bize gerek, eve dönmek, yatmak. Eyvallah, eyvallah, padişahım dönelim. E, çal bize, oğlum, bir marş, biz geri gidelim. E, çaldı. Bunlar başlarını, dizlerini de eğip, bu da eğip: “Sağ ol” deyip çıktılar. Şimdi bunu girdirdiler salona, şimdi gençler, kızlar oynayacak. Girdi salona, başladı çalmaya. Onlar da oynamayı bilmiyor, iskemle üstünde oynuyor, oturup kalkıyor. O kada coşkun çalıyor herif. Yürekten götürüyor.

E, çaldı saat bir gece mi, iki gece mi, şimdi hepsi doydu. Oldu Garip. Çal marş, gidelim. Çaldı. Başladılar gitmeye. Adet öylesine, giden herif, kız varıyor, gençlerle, çorbacılarla selamlaşıyor:

-Sağlıkla kal. Allah razı olsun toplantınıza. Vardılar, Şahfelekle, Şahsenemle, Âşık Garip ile selamlaştılar. Hepsi geri döndü. Åşık Garip de vardı selamlaşmaya: Sağlıkla kal, Şahfelek. Sağlıkla var. Sağlıkla kal Şahsenem. Sağlıkla var, dedi, sıktı elini… Yok.

Önceden buna haber etti, Aşık Garib’e:

 Sen dur. “Ne olacaktır? Yemeye verecektirler ya saklayacaktırlar beni”, – Düşünüp dedi kendi kendine Âşık Garip. Başka şey düşünmeye gerek yok. Oturdu bir daha. Baksa  -Şahfelek de:

Salıkla kal, Şahsenem, dedi. O da selamlaştı geri döndü. Haktı, Âşık Garip payına. Şahsene, dedi, ya daha ne olacak? Geri döneceğim.

 -Ben seni beklettim. Sabah babam çağırsa sana hak vermeye, hak yerine sağlık istersin. Yatacak lafım budur. Geri dönmen mümkün. Bunun kulağına girmedi bu laf: “Beni istersin babamdan”. Sağlık demek, kızını istersin.

Hiç olacak şey değil! O çocukluktan nişanlanmış. Kendi bir yere yaşayıp onyedi yaşına değmişler. Çaresi var mı Şahsenemin Şahfeleği unutup bu Äşık Garip ile sevdalanmaya? Mümkün değil. Öyle de düşünüp gitti rahatlamaya, uyumak için eve.

Bir daha sabah olduğunda geldiler padişahın ulakları, hediyeleri getirdiler.

 Âşık Garip, padişah baba çağırdı.

E, sıçradı kalktı, hemen attı kuştüyü şalvarcığına, aldı sazını, oturdu divana, gitti. Padişah da pencerede, pencereden bakıyor, kızıyor:

Daha gelmiyor mu köpek oğlu Aşık Garip? Kulağında kalmış onun çalması. İs- tiyor onu görmeyi tez.

Geldi kapıya, hemen padişah çıktı önüne, çıktı aldı bunu:

 Gir, Garibim, gir, Aşık. Girdi.

Otur, oturttu masaya.

Kadehler dolu. İçtiler birer kadeh:

 Haydi, yavrum, çal bir hava da işiteyim.

Başladı çalmaya.

Haydi o çalıyor köpek oğlu, A öyle coşkun çalıyor. Efkarlanıp – efkarlanıp içti padişah.

E, şimdi padişahın başı başladı dönmeye rakıdan.

Âşık Garip, dedi, belki senin işin vardır, ben seni beklettim? Söyle, yavrum, işiyin hakkı ne olacak? Vereyim de dön.

Vay padişah baba! Ayıp olsun benim gibi bir yiğide, padişaha bir toplantıda çalıp da hak alsın! Dedi. Yok, yavrum. Söyleme öyle. Ayıp olsun benim gibi bir padişaha ki bir garibe çaldırsın, hakkını vermesin. Bana ayıp.

Doğru söyledin, padişah baba, hak vermek istersen, sağlığını ver sen, dedi. Hop, hop! Ben daha kırk- kırk-beş yaşında. Sen beni öldürüyorsun! Nasıl şey bu? Anlamadı Garibin isteğini.

O saat, o yandan kapısı kakıldı padişahın. Karısı çağırdı:

A kız, dedi, nedir bu? Ne edecek sağlığımı? – Kızım istiyor, Şahseneyi, dedi karısı.

Aşık Garip, dedi padişah, ne söylüyorsun sen? Başını keserim!

Ev padişahım. Sabahtan beridir içiyoruz, dedi, çay değil, su da değil, ağulu, zehirli şaraptır. Mümkündür, kaçırayım laf. Ama ben lafımı hiçte geri almıyorum.

Nasıl söyledimse öyle de olsun. Verirsen hakkımı, sağlığını vereceksin, dedi Garip.

İyi, ya alıyım kılıç, keseyim başını! Padişah uzandı kılıca. Bu çıktı, çıktı.

E geçti bir iki gün. Aşık Garip çıktı pazara.

Bazara çıktı. Baksa, Bunun Şahsenemin arkadaşı Akçakız. Geldi buna:

Âşık Garip, dedi, senin haberin var mi? Şahsene seni çağırdı gülbahçeye saat onda: “Diyecek olsa da, söylesin, dönecek olsa da söylesin”, dedi.

Sen bana şaka mı ediyorsun? Benimle şaka etme. Başın cennet! Doğrusunu söyle!

Doğruyu söylüyorum Âşık Garip.

Varacağım öyleyse.

E, kızlar hemen çekildiler, gittiler. Aşık Garip de döndü eve geldi:

 -Anne, yemeği ver, gideceğim, ded,.

 – Vay, yavrum, dur, kazan kaynayıp duruyor. Vereyim.

– Benim oturmaya vaktim yok. Daha saat dokuz yok ama, bu acele ediyor gitmeye gülbahçeye. E, yedi orada bir parça şey, gitti gülbahçeye.

Gülbahçeye daha, öyle padişahın kızı emir etmiş, bunu götürüyorlar her bir yere de. E, düştü gülbahçeye, başladı gezmeye. İskemleler boş, çevresi çiçeklik, güller.

Yürüdü – yürüdü bir yerde bir kimseyi de bulamadı. Şahsene yok. İyi, daha erken helbette! O bilmiyor saatını.

 E, benim beş kapiklik aklım vardı, çekip aldı Şahsene. Hiç mümkünü var mı, olsun, Padişahın kızı benim gibi bir sazcıyı beğensin! Onlara gerek benimle alay etmek. Onun için çağırdılar. Bakalım inanıp gelir mi? Haydi ben geldim. Çağırdılar.

Varayım bir temiz, bir kokulu çiçekliğe, bir ağaç altına yatayım, bir uyku uyuyayım.

 E, vardı bir selvi ağacı dibine, yattı, uyudu. Çok arası geçmedi. Geldiler kızlar Saat onda. Şahsenemin de altı tane arkadaşıyla, Akçakız. Geldiler, yürüyorlar bahçede, yoktur Âşık Garip. O da diyor Akçakıza: Söyledin mi sen Garibe?

Söyledim, diyor. Söylemiş olsan, o gelir idi, ya buraya.

Ben söyledim.

Yalan söylüyorsundur!

Yok. Doğrusunu söylüyorum. E, aradılar, yoktur. Niye şimdi dönecekler? Akçakız Kabahatli. Ona inanmıyorlar, yerde başladı aramaya. Vardı, buldu daha selvi ağacı dibine bunun uyuduğu yerine. urda işte, dedi. Çağırdı. Vardılar. Aşık Garip uyuyor. Yatmış o sırt üstüne, hır hır uyuyor.

Şimdi nasıl uyandıralım?

 E, nasıl uyandıracağız? Bize gerekmiyor o. Gerek oluyorsa uyandır.

Şahsene başladı ona türkü söylemeye:

Selvi dibine yatmışsın, ey, Gaflet uykuya batmışsın, ey, Uyan avcım, eral geldi, ey, Aç gözünü, yârin geldi, ey, Sevdiceğin unutmuşsun, Gaflet uykusuna uyumuşsun.

Uyanmadı Garip. Şimdi geri dönme vakti geldi. Dönecekler, Akçakız dönmüyor: Yok, diyor, o uyansa, inanmaz bizim geldiğimize, bulduğumuza. Sen, diyor Şah- seneme, bir şeylar bırak ona, şu bilsin bizim geldiğimizi. Şahsene çözdü başından bürüğünü, örttü bunun yüzünü. Döndüler .

Çok arası geçmedi, bu da “fuf!”, dedi kalktı. Baktı ki ne baksın bürüğü yüzünde. Tanıdı Şahsenemin bürüğü.

E, anasını! Gördün mü, ne zaman! O beni seviyor, ama benim hiç haberim yok. Hiç inanç da getirmedim. Ya şimdi ne yüzle ben varıp ona söz söylemeye çalışaca- ğım, mümkün mü? Ben bir ahmağım! Onu da tanıyamadım. A! Olacak şey değil. Geri döneyim eve, rahat rahat yatayım.

Döndü eve. Rahatlayıp oturdu.

Şahsenem de gülbahçeden döndü, vardı, nasıl vurdu yüzünü yatağa: “Vay – vay!” Ağır hasta döşeklere düştü. Ey, padişah baba hekimleri çağırıyor, kıza baktırıyor. Biri gidiyor biri geliyor sonu olmuyor. Kız duydu asabi:

Ana, dedi anasına, ne yapıyorsunuz beni hekimlere baktırıp? Benim hastalığım Aşık Garip’tendir. Ben onu sevdim.

 A kız, a kız! Ne söyledin sen! Bunu işitse padişah baban senin başını keser!

Bütün Tiflis yansın, Tek Aşık Garip kalsın! Çatı üstüne koyup babam başımı kesse ona da razıyım, dedi. O tarafta baba işitti, Padişah, Kalif Paşa:

Ne var orda a kız? Dedi.

Ne olacak? Gir kızının lafını dinle. Aşık Garibe sevdalanmaktan, hastalanmış.

Ah seni, işte, arsız kız! Alayım kılıcı, kesiyim başını, olmasın! Dedi. Kalktı aldı kılıcı, götürdü kızını vurmaya… Anne tuttu kılıcı:

Dur a kız! Ne ediyorsun? Bir evladın var, onu da yok edeceksin. Haydi, verelim Aşık Garibe: Sağ olsun, var olsun. Çare var mı kızı kayıp etmeye?

Ben edemem bunu.

Sen edemezsen ben ederim, dedi kadın.

Öyleyse nasıl biliyorsan öyle et. Ben koşulmam, dedi padişah. Ya ben onu helbette öldürmek istedim kılıçla. O gelir mi şimdi?

Ya ne yaparsın? Gerekirse,çağırıp verirsin.

Ne istiyorsan onu da et, dedi karıya.

Karı hemen haber gönderdi Garibe

Âşık Garip, tez, Padişah baba çağırdı.

Garip yine çıktı gitti, vardı. Vardı selam verdi selam aldılar.

Niye çağırdınız padişah baba?

Niye çağıracağız yavrum, Düşündük bir akıl. Sen ne dersin? Sonunda vereceğiz Şahsenemimizi Şahfeleğe, bizim padişahlığımız kayıp olacak. Öyle düşündüm, Aşık Garibi alayım da o olsun padişah. Benim hanım gitsin padişahlığa. Ne dersin?

İyi, ne diyeyim? Siz padişahsınız. Çok düşünensiniz. Öyle derseniz, öyle olur. Ya Şahsenem gelir mi bana?

Şahsene, gel buraya, çağırdılar. Varacak mısın Aşık Garibe?

Ah benim hasretliğim, sevdiğim! Hemen sanıldı boynuna.

Bitti şimdi.

Bugünden sonra, yavrum siz nişanlı. Gel git Âşık Garip. Şahfeleğin ayağı kesildi.

Âşık Garip günde değiyor nişanlıya. Giyindi, altın asa aldı eline, nişanlıya geliyor. Ya padişahın oğlu Şahfelek ne oldu? Padişaha varacak olsa, başka padişaha, o kadar büyük kasavet değil idi. Bir sazcıya, garibe vardı! Bununla da on altı – on yedi yıl nişanlıydı. Buna dayanmak mümkün değil. Kötü hissediyor kendini Şahfelek. E, düşer yola, buluyor akıldaneleri ki buna akıl versinler? Bir türlü çare bulunmuyor. Olamaz öyle şey, şu Şahseneyi yine buna yapıştırsınlar. Sonra başladı karılara yürümeye.

Buldu bir kocakarı, aldı boyunca:

Şahfelek, dedi, ben yaparım onu sana ama biraz zaman geçer.

E, yap, analık ben sana ağırlığın kadar altın veririm, dedi.

Bir yere varma, hiç laf etme bir daha, kendi çağırıp verir sana kızını yine.

O döndü, Şahfelek.

Şimdi bir gün Aşık Garip aldı eline altın asayı gitti. Tam da o kocakarının evi yanına da vardı. Şart-ayah! Açılıyor kapı, görüyor arkasından yaşlı, yuvarlayıp dönüyor basamaklardan koca karı, elinde de fırın ispirtosu. Fırın ispirtosunu çekiyor bunun başına, başına adamın koyasın.

İki gözü patlayacak! Kadın malını yiyenin sonu bu olur!

Aşık Garip durdu, baktı. Ne olmalı, mümkünü ne? Bu ev ne olsun? Zenginlik?

Elbette az çok çorbacılık. Yoksa bu adam hiç çalışmaz bu eve. Çünkü kan malı yiyen…

Yok teyze, vazgeç! Ne ediyorsun sen?! Aaa, iki gözü patlayacak! Sen de yanaştın elbet hazır bok yemeye? Padişahın malını yiyeceksin! Ya senin sonu fırın ispirtosu olmaz, kılıç olur’ değince yüreğine sançtı çiviyi. Ee, Aşık Garip düşündü: “Ya helbet öyle! Ya varıp ben bir şey etsem- Kılıç oynayacak başıma.

Ya ne gerek bana padişahın kızını almak? Ben varıp başkasını alırım. Ya nasıl varıp da söyleyeyim ben: “Ayrılıyorum senden”, diyeyim? Yine başıma kılıç oynar. Akıl düşünmek gerek” Akıl da düşündü o saat: “Varmayım nişanlıma, varayım çayhaneye, rakı içeyim.”

Doğruca o gitti çayhaneye, vardı, başladı içmeğe. Onu söğüyor, bunu döğüyor, çirkin laflar söylüyor ki şu laflar yetişsin padişaha da padişah buna kızını vermesin. Kırk gün varmadı nişanlısına. Bu laflar her gün yetişti padişaha: “Ya Âşık Garip işte nişanlandı, şimdi çayhaneden çıkmıyor. Ne olacak onun sonu? Ondan adam olacak mı? Padişah da düşünceye daldı: “Vay anasını! Dedi, içsin. Aklını içmez o. Akıllıca olsa, yine adam olur” Yine ayılık yok bundan.

Simdi geçti bir zaman, dedi: “Varayım, bakayım ne laf edecekler?”

Aşık Garip vardı yine padişaha:

Ne yapıyorsun Şahsene?

Ne yapayım? Ağlayıp oturuyorum. Neden gelmiyorsun?

Geldim işte, a kız, ama selamlaşmaya geldim.

Nasıl? Aynlmağa mı? Evet, aymlıyorum, ama çok değil, yedi yıla.

Başladı ağlamaya Şahsene. E, ninesi geldi, ağlıyor. Baba:

Ne var? E Aşık Garip ayrılmak için gelmiş. Aşik Garip, ne düşündün? Söyle, yavrum.

Ne düşündüm? Ben erişeceğim padişahlık etmeye. Ne bilirim ben? Sazdan başka bir şeyden anlamam ki? Ben bilmiyorum. Ben düşündüm öylesine. Alayım başımı, gideyim gurbet ele. Çok gezsen çok biliyorsun. Gezeyim, akıl öğreneyim. Ondan sonra kolaylarız belki padişahlığı yürütmeyi. (Çok gezen çok bilir, çok yürüyen çok görür. Belki öğrenirim padişahlık yapmayı) Öyle düşündüm padişahım. Kendime de vade koydum, yedi yıla kadar gelmeyeceğim.

Âşık Garip, belki Şahseneden istemezliğin var, onun için mi gidiyorsun? Söyle doğrusunu. Yok, Şahsene beklese beni yedi yıl, ben… Şahsene beni beklemese, kimi istiyorsa ona varsın.

Doğru düşündün, Garip, dedi padişah. Varsın, öğrensin, gezsin, bilsin. O kötü değil. Ama söyle, yavrum: gelecek misin, aldatıp gidiyor musun?

Gelirim, padişahım. Yedi yıl diyende gelirim, dedi.

Güzel. Hemen getirdiler resimlerini çıkarmaya adam. Çıkardılar bunları altın hediyelerle. İkisinin kartlarını, bir altın hediye aldı Şahsene, birini de aldı Âşık Garip. Selamlaştı Aşık Garip, döndü geldi eve. Âşık Garip:

Anam, sana geldim izin almaya, ey

Ak sütün, ak sütün, ah annem, helal et bana

Alıp başımı gideyim gurbete,
Gezeyim bir zaman ey.
Anası:
Gitme, oğul, yollar dumandır,
Ey
Sen de bizden ayrılsan, ay oğlan
Ahir zamandır, ey.
Garip:

Akçakız, Akçakız Mevlamdan bulsun,
Ey,
Bahçeleri, sarayları ateşler yaksın, ey.
Akçakız, Akçakız Mevlamdan bulsun,
Ey,
Bahçeleri, sarayları al güller dolsun, ey.

Ana, dedi Aşık Garip, asayım işte bu sazı duvara. Buna değen eller kurusun! Sağ- licakla kal, dedi, astı sazı duvara karşı selamlaştı annesiynen, kardeşiynen, çıktı gitti.

E, gide gide Eral suyuna yetişti. Oturmuşlar yedi tane bezirgan laf ediyorlar. Selam verdi onlara, selam aldılar.

-Bezirganlar, nereye yolunuz?

 – Halep şehrine gidiyoruz. Büyük şehir Halep şehri.

 – E, ben de oraya, ağalar, gidiyorum.

 – Öyleyse arkadaş oluruz.

 – Haydi oturayım ben de.

Oturdu bu da. Laf ediyorlar. Bir daha turnalar uçuyor. Kaldırdı başını, baktı turnalara:

Ey, turnalar, turnalar! Mümkün ise ininiz aşağıya konunuz, nazlı yârime bir selam yollayayım sizinle. Bezirganlar başladı birbirini dürtmeye, gülmeye:

Ulan, bu sıyırmış. Aklı başında değil. Kuşlar ile söyleşiyor, böyle düşünceler arasında turnalar: “kar, kar, kar” kondular bunun yanına, sardılar, aldılar bunu, Aşık Garib’i. Eeee, bezirganlar şaştı.

Bu ya şeytan, ya Allah. Bununla oturmamız mümkün değil. Gidelim deyip döndü Aşık Garib’e: Garip, e biz gidelim. Bizim yolumuz uzak, kalktılar gittiler.

Aşık Garip de yazdı bit mektup, bağladı turnanın boynuna, dedi:

Ey turnalar, çağrışıp bağrışmayın, tepeden uçup, avcılar duymasın, kanatınızı kırmasın. Varınız benim nazlı yârimin bahçesine, güzel bahçesine konunuz. Orada kendinize yuva yapıp nazlı yârime eğlence olunuz, dedi. Bağladı turnanın boynuna mektubu, turnalar uçtu, çıktı tepeye, görünmüyorlar, gittiler. Aşık Garip de kalktı gitti yoluna.

Turnalar da vardı bunun nazlı yârinin gül bahçesine, kondular Şahsenemin bahçesine. O gülbahçe daha da şenleniyor gidiyor. Şahfelek Şahsenemi arayıp. Gördü turnanın boynundaki kağıdı, mektubu. Öldürdü turnayı tüfekle, aldı kağıdı, okudu Aşık Garibin selamları. Hemen götürdü kendinin akıllı hizmetkarlarına:

Ne etmek gerek bu Aşık Garip’in mektubunu?

Hemen yaptılar başka türlü:

“Biz yedi bezirganlar, gidiyorduk, yetiştik Eral suyuna, ses işittik: “Ben Aşık Garip ! Ağalar ! Kurtarın beni ! Boğuluyorum! Yetişemezseniz, beni kurtaramazsınız, nazlı yarime benden selam götürünüz, şu Eral suyunda ben boğuluyorum Yedimizde mektubumuza imza koyduk.

Öyle yaptılar. Bu mektubu da götürdüler padişaha. Padişah da aldı bu mektubu okudu ağladı: Eral suyunda Aşık Garip boğulmuş. Bezirganlar kurtaramamış, selam getirmişler. Bezirganlar mektup yapmışlar. Söyleyeyim mi kıza? E söylemek gerek Çağırdılar Şahsenemi, söylediler:

Böyle-böyle, mektup aldık. Aşık Garip boğulmuş Eral suyunda.

İnanmam inanmam, baba-anne! O temiz Şahfelek’in yalanları! Dedi.

E yalan ise, yalan olsun, yavrum biz de istemeyiz onun böyle olup, boğulduğuna. Öylece burada duruyor simdi. Şahsenem simdi kaldı payına, ağlayıp gülbahçede geziyor. Bu Aşık Garip simdi vara vara-vardı Halep şehrine. Gecenin bir vaktine  vardı düştü şehre. ”Nerede konak olayım? Zengin kapıya varsam mandalı kavidir.  Belki mandalı da yoktur”. Vardı küçük eve. Vurunca açıldı kapı, mandalı da yok.  E, girdi içeri:

Selam, babalık, annelik!

Hoş geldin, Tanrının misafiri! Nereden geliyorsun? Kimsin?

Ben geliyorum, analık, Tiflis şehrinden. Ben bir Âşık Garip. Geldim bu şehre, konak olayım size.

OL yavrum, konak.

Kaldı orada. Sabah kalktılar, soruyorlar:

Ey Garip, senin nazlı yarin yok mu?

Yoktur .

Baban-Annen yok mu?

Yoktur.

E, bizim de evladımız yok. Ol bizim evladımız.

Öylece, bunların oğulluğu oldu.

Verdi altın kadehi neneye:
Bunu, nene, sakla.

Üstüne de resimleri yazılmış. Şahsenemin bu.

Bunu güzel sakla, nene.

İyi, sakladı.

Bu Halep şehrinde başladı gezmeye, çayhanelere, düğünlere. Çalıyor, pek güzel. Nam saldı orda, Halep şehrinde. Bu karının evini altınlattı, duvarlarını. O kadar zenginlendi. Âşık Garip bir de oğlancağız tuttu, hizmetkar, şu oğlan dükkana varsın, pazara varsın, şu nene ile dede gezmesinler. Öyle de Âşık Garip burda oturuyor, bunların yanında. Günler gidiyor, yıllar gidiyor. Şimdi bu durdu. Şahseneme başlayalım.

Şahsenem de, geçti beş altı yıl, öylecek kasavetinden! Gülbahçeye varıyor, orada bir türlü eğlenemiyor. Baba da görüyor: kız pek kötü. Yine Şahfelek de günde gelip gidiyor:

Benim nişanlımı öldüreceksiniz. Bana vermiyorsunuz! O benim nişanlım. Âşık Garip sağ olsa, altı yıldan beriye haber gelirdi. O boğuldu. E, siz de Şahsenemi inandırıp da bana onu vermiyorsunuz.

Gönülledi daha padişah yine, çağırdı Şahfelek’i, yine nişanladı, Şahseneme nişanladı, e, oldu nişanları. Şahsenem diyor: “Hiçbir zaman varmayacağım ona”, kendince düşünüyor. Bu nişandan sonra Şahsenem çıkıyor gülbahçeye, gamını dağıtmaya.

Bahçenin kenarına da bezirganlar durmuşlar kırk deve malla. Alış veriş edip, şehir şehir geziyorlar. Şahsenem başladı türkü söylemeye, bahçede kasavet türküsünü:

Ulu bezirganlar, haber sorayım

Ben bir hasret gonca gülüm,

Eşimi arıyorum, ey.

“Kaldıra gittim yollara,

Yoktur daha kayıptır.

Sırrımı size söylesem, bezirgan,

Sizden ayıptır, ey.

Dün gece, dün gece kınam ezildi

Şahsenem Şahfeleğe verildi, ey.

Kız söyledi bu türküyü, bezirganlar işitti. Bezirganın birisinin pek canı ağırdı:

”Böyle güzel kız sevdalıktan ölecek! İşte bu, yârini bulamıyor, söyleyeyim ona bir cevap.”

Kırk kervan malım var, vereyim uğruna,

Bulayım garibini, bulayım,

Göndereyim sana, ey.

Durun ağalar, eğer öyleyse, ben eve varıp geleyim, dedi. Vardı eve, aldı altın kadehini, geldi. Altın kadehine de yazılmış resimleri.

Bezirganlar, işte bu altın kadehle bir tane er adam kaçırmayın. Hepsine rakı, şarap dökünüz, içsin işte bu altın kadehle.

Ders Verici HikayelerDede Korkut Hikayeleri8 Yaş Masalları


Benzer İçerikler

Mimar Sinanin Mihrimah Sultana Aski
Mimar Sinan’ın Mihrimah Sultana Aşkı Hikayesi
Leyla ile Mecnun Hikayesi
Leyla İle Mecnun Hikayesi
Küçük Kızın Hikayesi
Küçük Kızın Hikayesi
Sabır Çiçeği Hikayesi
Sabır Çiçeği Hikayesi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Masal Oku | © 2023, Tüm hakları saklıdır.