
Gece yarısına doğru, Ayperi yumuşacık yastığının üzerinde yatarken tavanından sarkan küçük yıldız lambasının soluk sarı ışığına bakıyordu. Gözleri ağırlaşmaya başlamıştı ama tam o sırada odanın penceresinden hafif bir rüzgâr içeri süzüldü. Rüzgâr o kadar nazikti ki sanki “Haydi, uyku denizinin öteki tarafına gitmeye ne dersin?” der gibiydi. Ayperi merakla battaniyesini biraz daha sımsıkı sarındı ve gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.
Rüzgâr usulca saçlarını okşarken, Ayperi kendini gökyüzünde süzülen bir bulutun üzerinde buldu. Bulutun üstü pamuk gibi yumuşacıktı ve üzerinde yürümek yere basıyormuş hissi uyandırmıyordu. “Merhaba, Ayperi!” dedi bir ses. Ayperi şaşkınlıkla etrafına bakındı. Karşısında mavi kocaman kanatlı, gümüş tüylerle süslü küçük bir kuş duruyordu. Kuşun adı Maviş’ti. “Buraya rüya kuşlarının vatanına geldin. Burası ‘Uçan Bulut Çayırı.’ İster misafirimiz ol, ister etrafa bakın, ama sakın acele etme. Bu yolculukta aceleci olmak, en güzel sürprizleri kaçırmana neden olur.”

Ayperi gülümsedi ve Maviş’in sırtına nazikçe dokundu. Birlikte bulutların arasından geçerken gökyüzünde inci gibi parlayan yıldızları selamladılar. Birkaç adım sonra büyük bir kapı belirdi. Kapının iki kanadı, ay ışığının altında hafifçe titriyordu. Üzerinde “Hayaller Ormanı” yazıyordu. Ayperi biraz ürperdi, ama Maviş cesaret verdi: “Burada tüm ağaçlar dile gelir, en derin sırrını paylaşır.” Kapı açıldığında, Ayperi’nin karşısına rengârenk yapraklarla dolu ağaçlar dizildi.
“Biz, buradaki ağaçlar, çocukların en güzel hayallerine can veriyoruz,” dedi ortadaki en yaşlı görünümlü elma ağacı. “Dilediğinde yapraklarımızdan tohum koparabilir, yeni bir hikâye başlayacak demektir.” Ayperi, elma ağacının davetiyle bir tohum kopardı. Tohum açıp minik bir fidana dönüştü. O fidan, Ayperi’nin en sevdiği hayvan olan tilki şeklini alarak ormanda koşmaya başladı. Adı Parmaklık’ın Tilkisi’ydi ve prensesleri koruma görevini üstlenmişti. Ayperi ona sarıldı, kalbi mutlulukla ısındı. Ormandaki diğer ağaçlar, her biri farklı bir rüya fidanı vermişti: Kardan adam, gökkuşağı atı, şeker bulutu gemisi…

Bir fısıltı duyuldu. Hafifçe kıvrılmış bir dalın ardında parlayan gözler belirdi. Ayperi biraz ürkse de Maviş, “Sakin ol, bu ormanın koruyucusu Onur Baykuş,” dedi. Baykuş, geniş kanatlarını açarak Ayperi’nin yanına geldi ve bilge bir sesle konuştu: “Güzel yürekli çocuk, burada her hayal gerçek olabilir, ama korumamız da var: Paylaşmak. Hiçbir rüya tek başına büyüyemez. Yaşadıklarını dostlarınla paylaştığın sürece gerçek olur.” Ayperi başını salladı, “Elbette,” dedi. “Tüm bu güzellikleri herkesle paylaşacağım.”
Baykuş tüylerinden bir tanesini Ayperi’ye uzattı. “Bu tüy, dostluğu simgeler. Işığını kaybettiğinde arkadaşının elini tut. Çünkü gerçek bağlar hiçbir zaman kararmaz.” Ayperi tüyü dikkatle cebine koydu. Baykuş kanatlarını çırptı ve kayboldu. O anda ormanda daha da renkli ışıklar yanıp sönmeye başladı. Her yaprak arkasında bir hikâye, her gölgede yeni bir oyun gizliydi.

Birdenbire hafif bir sarsıntı yaşandı. Ayperi ve Maviş, kendilerini çayırda buldular. Bulut Çayırı’ndan bambaşka bir yere, uçsuz bucaksız bir çiçek denizine gelmişlerdi. Bu çiçekler gece boyu parlayan minik fenerler gibiydi. Ortamda tatlı bir melodi çalıyordu notalar çiçeklerin taç yapraklarına konup tekrar havalanıyordu. “Burası Şarkılı Çiçek Bahçesi,” dedi Maviş. “Her çiçekten çıkan melodi, başka bir çocuğun hayalinden doğar. Dinlersen, kendi kalbinin ritmini duyacaksın.”
Ayperi kapalı gözlerle durdu ve melodi kulaklarına doldu. Kalbinin atışıyla uyumlu bir ninni yankılandı. O anda bir arı sürüsü ortaya çıktı ve nazikçe çiçeklerin etrafında dans etti. Arıların en küçüğü, altın sarısı bir arı prensesi, Ayperi’ye yaklaştı: “Hoş geldin prenses! Bizi koruyan rüzgâr senin cesaretin sayesinde geldi. Rüzgârı mutlu ettin. Bize her gece eserek masalları taşıyor.” Ayperi gülümseyerek elini uzattı. Arı prensesi eline kondu ve hafif tıkırtılarla şarkı söyledi. Bu tıkırtılardan yayılan minik altın toz parçacıkları Ayperi’nin saçlarına, battaniyesine, oyuncak ayısının kürküne kondu. O an, masalın bir parçası olduğunu hissetti.

Birlikte gökyüzüne baktıklarında, ufukta kocaman bir gökkuşağı köprüsü belirdi. Renkleri öyle canlıydı ki Ayperi’nin kalbi hoplarken “Gökkuşağı Köprüsü” yazan bulutlar arası merdivenleri tırmandılar. Köprü, onları rengârenk bir denizin kıyısına indirdi. Denizin suyu pamuk şeker gibi yumuşaktı ve kıyısında dans eden deniz kızlarının sesi duyuluyordu. Denizin ortasında bir ada vardı: “Tatlı Rüya Adası.” Adada herkesin tatlı düşü bulunurmuş. Ayperi, adaya doğru yürürken suyun dalgalarına basıyor gibi hissetti ama asla ıslanmıyordu.

Adada, çikolata fıstık ağacı, kek bulutu tepeleri, meyveli jelibon çalıları vardı. Her bitkinin tepesinden bir düş usulca süzülüyor ve minik altın bir kutucukta kalıyordu. Ayperi görücüye çıkan kutucuklardan birini açtı. İçinde küçük bir ihtiyar kaplumbağa vardı ve “Merhaba,” dedi, “Ben paylaşmanın kaplumbağasıyım. Sabırlı ol, her şey paylaşıldığında daha da lezzetli olur.” Ayperi kutuyu nazikçe kapattı ve kutucukta uyumaya bıraktı. O anda deniz kızları belki de suyu şekerlemelere dönüştürmek için bir şarkı tutturdular. İçin için gülmeye başlayan Ayperi, neşeyle doldu.

Fakat macera burada bitmiyordu. Küçük bir alarm sesi duyuldu. Maviş telaşlandı: “Gözümüzü dört açmalıyız, çünkü uyku düşmanları da var: Karanlık Şüphe Perileri.” Ayperi hafifçe ürperdi. Ne de olsa rüyada bile şüphe ve korku kurcalayabiliyormuş insanı. “Onları uzak tutacak sihirli söz,” dedi Maviş, “dostluk ve cesaret. Tekrar tekrar ‘Arkadaşlarım yanımda, ben cesurum’ diye tekrar et.” Ayperi gözlerini kapadı ve içinden defalarca “Arkadaşlarım yanımda, ben cesurum” dedi. Sanki kalbindeki cesaret büyüdü, cesur bir şövalye kaskı takmış gibi hissetti.

Periler belirdiğinde arkadaşlarının ışığı ve cesareti karşısında küçüldü, uçup gittiler. Ayperi rahatladı. Gökkuşağı Köprüsü’nün tam ortasında boş bir bulut buldu. Bulutun üstünde bir şilte belirdi yıldız tozuyla kaplıydı. Maviş gülerek, “Burası dönüş köprüsü. Bu şilteye uzan, tüm öğrendiklerini kalbine yerleştir, ardından gözlerini açtığında yatağında uyanacaksın.” Ayperi şiltenin üzerine yattı. Battaniyesi göğün renginde ışıldıyordu. Şilte hafifçe titreşti, yıldız tozu etrafa kar taneleri gibi doldu. Ayperi kollarını açtı, tozu koklarken tüm ormanlardan, denizlerden, çiçek bahçelerinden gelen mis gibi koku sarhoş etti onu.

Bir anda gözleri açıldı. Kafasının altında yastık, üzerinde de battaniyesi vardı. Sevimli oyuncak ayısı, yıldız lambasının hemen altındaki yatağın kenarına oturmuş, Ayperi’ye bakıyordu. Gözlerini ovuşturup esnedi. Dolabının üzerindeki minik süsler, tıpkı rüyadaki ağaçlardaki yapraklar gibi hafifçe sallanıyordu. Ayperi cebine dokundu Onur Baykuş’un tüyü oradaydı. Hafifçe parlıyordu. Küçük kız, tüyü eline alıp “Teşekkür ederim,” diye mırıldandı. Bugün öğrendiklerini düşünerek gülümsedi: paylaşmak, cesaret, dostluk ve sabır… Hepsi tek bir sihirli rüyada buluşmuştu.

Afedersiniz ama uykumun geldiğini hissediyorum, belki biraz dinlenmeliyim. Derin bir nefes aldı, battaniyesini sımsıkı sardı ve kapıyı aralayıp Ayperi’den seslendi: “İyi geceler, yıldızlı rüyalarda görüşürüz.” Odanın kapısı kapanırken, küçük yıldız lambası daha bir umutla parladı. Ve belki de bir yerde, Uçan Bulut Çayırı’nda Maviş, Onur Baykuş ve arı prenses, yeni bir uyku rüyası macerası için bekliyorlardı… Ayperi gülümseyerek gözlerini kapattı ve mırıldandı: “Arkadaşlarım yanımda, ben cesurum.” Böylece huzurla en tatlı uykusuna daldı. Goodnight.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!