Elif, yaz tatilinde annesi ve Dede Kemal’le birlikte büyük bir çölü görmeye gideceğini duyduğunda gözleri yıldız gibi parladı. Daha önce kitaplarda sarı kum tepeleri görmüştü ama gerçeğini hiç görmemişti. Annesi, “Sıcakta dikkatli olacağız, en önemlisi suyumuzu iyi kullanacağız,” dedi ve Elif’e küçük, mavi kapaklı bir matara verdi. “Bu senin su arkadaşın olsun.” Elif matarayı kucakladı. İçindeki su güneş ışığında pırıl pırıl parlıyordu.
Ertesi sabah gün doğarken, rehberleri Sami Amca ve onun tüylü kirpikli devesi Pofuduk ile tanıştılar. Pofuduk “Hrrr” diye mırıldanır gibiydi. Dede Kemal gülerek, “Develer çölün gemisidir,” dedi. Elif merakla sordu: “Pofuduk’un hörgücünde su mu var?” Sami Amca başını salladı. “Hörgüçte su değil, yağ var. Ama bu sayede uzun süre susuzluğa dayanabilir. Yine de her canlı gibi suya ihtiyaç duyar.” Elif başını anlar gibi salladı ve matarayı sıktı. O an, sanki çok ince, cıvıl cıvıl bir ses duydu: “Benim adım Damlacık! Su hayat demek!” Elif şaşırdı. Matarasının içinden mi gelmişti bu ses? Gözlerini kırpıştırdı. Belki de rüzgârdı, belki de kendi hayal gücüydü.
Güneş yavaşça yükselirken, küçük kafile kum tepeleri arasında yol aldı. Kuşların göç eder gibi sıralandığı bulutlar çok uzakta, gagıl gagıl sanki masal anlatıyordu. Çölde hava sabahları serindi, ama güneş yükseldikçe ısı artıyordu. Elif, şapkasını biraz daha bastırdı. Sami Amca öğüt verdi: “Çölde gölgede kal, yavaş yürü, az konuş ki boğazın kurumaz. Susamasan bile arada bir yudum su iç.” Elif matarayı açıp küçük bir yudum aldı. “Yavaş iç,” diye fısıldadı Damlacık. “Ben çok değerliyim.”
Bir tepenin ardında, iğneleri parlayan, tombul, yeşil bir kaktüs gördüler. Kaktüs sanki esnemiş gibi dallarını oynattı. “Ben Kiko,” der gibi görünüyordu. Elif kıkırdadı. Sanki Kaktüs Kiko ona göz kırptı. Damlacık, “Kaktüsler suyu gövdelerinde saklar. İğneleri yapraklarının yerini almış böylece su çok az buharlaşır,” diye fısıldadı. Elif, “Ne kadar akıllıca,” dedi ve kaktüse uzaktan el salladı.
Öğleye yaklaşırken bir hayal gibi uzaklarda mavi mavi parlayan bir şey belirdi. Elif heyecanlandı. “Su!” diye bağıracaktı ki Sami Amca aceleyle elini kaldırdı. “Dur, o bir serap. Güneş ve sıcak hava gözlerimize oyun oynar. Gerçekte su yoktur.” Elif hayal kırıklığına uğramıştı ama Damlacık neşeyle nazlandı: “Bazen gözlerimiz de susar. Ama sabırlı ol, gerçek suyu bulacağız.”
Pofuduk, yumuşak adımlarla ilerlerken bir çalının arasından kocaman kulaklı, kum renkli bir tilki fırladı. Gözleri boncuk gibi parlaktı. “Fıstık!” dedi Sami Amca gülerek. “Bu fennek tilkisi, kulakları ile serinler.” Fıstık akıllı bakışlarla Elif’i süzdü, sonra hızla bir tepeye koşup durdu ve kuyruğunu salladı. “Orası gölge,” dedi Dede Kemal. “Dinlenelim.” Gölgeye oturduklarında Elif bir hurma yedi, annesi küçük bir matara kapağı kadar suyu Fıstık’a değdirmeden yere damlattı. Tilki yaklaşıp dakikada onlarca minik yudumla diliyle suyu topladı sonra kayboldu. “Her damla önemli,” dedi annesi.
Bir süre sonra küçük bir vaha buldular. Hurma ağaçları sazlarla fısıldaşıyor, ortadaki küçük gölcük cam gibi duruyordu. Civarda çöl insanları vardı bir kuyu başında sırayla su çekip paylaşıyorlardı. Zeynep Teyze adlı yaşlı bir kadın, kilden yapılmış testi taşıyordu. Elif testiyi taşmasına yardım etti. Testi ağırdı ama serindi. “Kil, suyu biraz dışarı sızdırır,” dedi Zeynep Teyze. “Buharlaşırken suyu serinletir. Böylece su daha taze kalır.” Elif gözlerini kocaman açtı. “Su bile nefes alır gibi,” diye mırıldandı. Damlacık, “Evet, ben bazen gökyüzüne çıkar, bazen yeryüzüne inerim,” diye neşeyle şarkı söyler gibi oldu. “Denizden buharlaşırım, bulut olurum, yağmur olurum, nehirlere karışırım. Sonra barajlara, borulara, evlere ve bu mataraya gelirim!”
Göl kenarında, küçük bir yavru deve ağlamaklı sesler çıkarıyordu. Boynundaki çanı yoktu, sanki sürüsünü kaybetmişti. Elif ona yaklaşınca yavru, başını utangaçça uzattı. “Adı Minnoş,” dedi Sami Amca. “Sürüsü biraz önce kuzeydeydi. Onu geri götürelim.” Elif, Minnoş’un burnunun kuru olduğunu fark etti. “Susamış olabilir,” dedi. Annesi, “Bir kapak dolusu su verelim. Fazlası onu yapmaz ama bizim de dikkatli olmamız gerekir,” dedi. Elif mataraya baktı. “Paylaşalım,” dedi Damlacık usulca. Elif dikkatlice kapağı doldurdu, Minnoş ufak yudumlarla içti ve rahatladı.
Gün batımına doğru hava tatlı bir turuncuya döndü. Bir yandan da rüzgâr güçlendi. Ufuktan kumlar havalanıyor, gökyüzüne ince bir perde geriliyor gibiydi. “Küçük bir kum fırtınası,” dedi Sami Amca sakince. Herkes yüzünü örtüsüyle kapattı, Pofuduk çöktü, Elif annesinin yanında eğildi. Damlacık, matarada hafifçe titreşir gibi oldu ve kulağına fısıldadı: “Sakin nefes al.” Fırtına uğuldadı, uğuldadı ve sonra yavaşça dindi. Elif başını kaldırdığında dünya tertemiz bir halı gibi görünüyordu kum, ay ışığı gibi parlıyordu. Küçük böcek ayak izleri, bir kertenkele kuyruğunun çizgisi, hepsi taptaze izler bırakmıştı.
Gece vahanın yanında kamp kurdular. Gökyüzü, pır pır eden sonsuz bir yıldız bahçesiydi. Dede Kemal, “Çölde geceler serin olur,” dedi ve Elif’e ince bir battaniye verdi. Sami Amca, iki dal arasında gerdiği bezin üzerine soğuk gece havasının çizdiği minik damlaları biriktirmeye başladı. “Bu bir çiy toplayıcı,” dedi. “Bazen sisli gecelerde böcekler de sırtlarında damlacık toplar. Görüyor musun, suyu yakalamanın pek çok yolu var.” Bezin ucundan biriken damlalar küçük bir şişeye tıp tıp damladı. Elif gözlerini kısarak, “Bir su yakalama oyunu gibi,” dedi. Damlacık kıkırdadı: “Ben dans etmeyi severim.”
Elif uykuya dalmadan önce matarayı yüzüne yaklaştırdı. “Damlacık,” diye fısıldadı, “Sen olmasan güneş, rüzgâr, ağaçlar, insanlar… hepsi ne kadar zorlanırdı.” Damlacık, “Siz de olmasanız ben anlamsız olurum,” dedi. “Su, insanların ve tüm canlıların dostudur. Her yudum kıymetlidir.” Elif mırıldandı: “Evde dişlerimi fırçalarken musluğu kapatacağım. Sebzeleri yıkadığımız suyu çiçeklere vereceğim. Duşu kısa tutacağım. Damlayan musluğu hemen söyleyeceğim.” Annesi gülümsedi. “İşte gerçek çöl kahramanı böyle konuşur.”
Ertesi sabah güneş yeniden doğarken yola çıktılar. Fıstık uzaklardan koştu geldi, sonra hop diye zıplayıp bir tepenin ardına işaret etti. Orada, Minnoş’un sürüsü hurma ağaçlarının yanında toplanmıştı. Çoban sevinçle el salladı. Minnoş annesine koştu, ikisi de sevinçle burunlarını birbirine sürttü. Elif’in içi ısındı. Zeynep Teyze, “Her damlanın yeri bulunur,” dedi ve Elif’e minik bir kil boncuk verdi. “Su damlası şeklinde. Sana çölü hatırlatsın.” Elif boncuğu boynuna taktı. Sanki boncuk da hafifçe pırıldadı.
Dönüş yolunda, Elif birden gökyüzünde toplanan beyaz, kabarık bulutlara baktı. Damlacık usulca konuştu: “Ben şimdi gökyüzüne çıkmak istiyorum. Güneş beni ısıtacak buhar olup yavaşça bulutların içine katılacağım. Sonra başka bir yerde yağmur olup dönebilirim belki bir ağacın yaprağına, belki bir çocuğun bardağına, belki bir nehrin şarkısına.” Elif, “Peki beni unutmaz mısın?” diye sordu. Damlacık nazlı bir kahkaha attı: “Su asla kaybolmaz, sadece yolculuk eder. Bir gün başka bir damla olarak yine yanında olurum. Yeter ki sen beni israf etme, paylaş ve koru.” Elif mutlu bir iç çekti. “Söz,” dedi.
Kasabaya döndüklerinde Elif’in adımları daha bilinçliydi. Evde, dişlerini fırçalarken musluğu kapadı, elini yıkarken az su kullandı, annesiyle birlikte sebze yıkama suyunu saksılara döktü. Dede Kemal, “Küçük damlalar büyük deniz olur,” dedi gülümseyerek. Elif, kil boncuğunu okşadı ve pencereden gökyüzüne baktı. Bir bulut, sanki kocaman bir deveye benziyordu biri de kaktüs gibi duruyordu. Elif el salladı. “Hoşça kal, Damlacık,” diye fısıldadı. “Güle güle, Elif,” der gibi gökyüzü pırıldadı.
O gece Elif rüyasında Pofuduk’la birlikte kum tepelerinde yavaş yavaş ilerledi. Yanlarında Kaktüs Kiko, önlerinde Fıstık zıplayarak yol gösteriyordu. Gökyüzünde su damlaları birer fener gibi ışıldıyor, “Su hayattır, paylaşınca çoğalır,” diye şarkı söylüyordu. Elif uyandığında kalbi huzurla doluydu. Artık suyun sadece bir içecek değil, bir dost, bir yol arkadaşı ve bütün canlıların ortak şarkısı olduğunu biliyordu. Ve bu bilginin verdiği güçle, gelecekte de her damlayı koruyacağına söz verdi.
Böylece Elif’in çöl gezisi, ona kumların sessizliğini, rüzgârın şarkısını ve suyun mucizesini öğretti. Çöl, artık ona sadece büyük bir kum denizi değil akıllı hayvanların, sabırlı bitkilerin ve paylaşmayı bilen insanların yuvası gibi geliyordu. Ve Elif, her yeni güne, mavi kapaklı matarasında parlayan küçük bir hatırayla başladı: “Su var oldukça, umut da var.”
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!