
Yayla sabahının serinliğinde gökyüzü pamuk pamuk bulutlarla süslüydü. Otların üstünde iri iri çiy damlaları parlıyor, kuşlar çınar ağacının dallarından “günaydın” diye ötüyordu. Obanın çocukları, rengârenk kilimlerin serildiği geniş düzlüğe koşmuş, saklambaç oynuyordu. Ayaz en hızlı koşan, Zeynep en güzel gülen çocuktu. Peşlerinde de kara parlak tüyleri olan minicik bir tay zıplayıp duruyordu. Ona Kara Tay demişlerdi kulakları her sese merakla kıpırdardı.
O gün obaya misafir geleceği söylenmişti. Büyükler çorba kaynatıyor, küçükler ateşe odun taşıyor, kilimlerin üzerinde boncuklarla çiçek desenleri düğümlüyordu. Bir süre sonra ufukta beyaz sakallı, sırtında sazına benzeyen kopuzunu taşıyan bir dede göründü. Gülümsemesi güneş gibi iç ısıtan bir dede. Kervanın önünde ağır ağır yürüyordu. Herkes koşup karşıladı. “Dede Korkut geldi!” diye fısıldadı birileri.
Dede Korkut, hal hatır sordu, çocukların başını okşadı. Kopuzunun tellerini yumuşakça tıngırdattı, yaylada rüzgâr gibi bir melodi dolaştı. “Ey yiğit yürekli küçükler,” dedi, “bugün size hem bir masal anlatacağım hem de sizden yardım isteyeceğim. Çünkü masallar, en güzel yardım eden ellerden can bulur.”
Ayaz ile Zeynep hemen en öne çömeldi. Kara Tay da yanlarına sığıldı, burnunu Ayaz’ın avucuna sürttü. Dede Korkut, çınar gölgesinde oturdu. “Bir zamanlar,” diye başladı, “bu yayladan geçen Çınarlı Dere, şırıl şırıl akardı. Sular çiçeklere su verir, kuşlara türküler taşırdı. Fakat bugün kulağıma bir haber geldi dere zayıflamış, sanki üzüntüden sesi kısılmış. Balıklar üzgün, söğütler suskunmuş.”
Ayaz’ın kaşları merakla çatıldı. “Neden susmuş olabilir, Dede?” diye sordu.

“İşte onu birlikte bulacağız,” dedi Dede. “Ama önce bir bilmece: Sabah doğar, akşam kaybolurum. Işığım ısıtır, renklerimi yeryüzüne sererim. Ben neyim?”
Zeynep parmak kaldırdı. “Güneş!” dedi, gözleri pırıl pırıl. “Doğudan doğar, batıdan batar.”
“Bravo,” dedi Dede Korkut. “Doğu, güneşin doğduğu yer. Batı, battığı yer. Dereye giden yol, doğuya bakan cıvıl cıvıl patika. Kim benimle gelmek ister?”
Bir anda neredeyse bütün çocuklar ayağa fırladı. Ama Dede Korkut eliyle usulca işaret etti. “Ne çok el var,” dedi gülüp. “Herkes bir işin ucundan tutacak elbette. Ama derenin kıyısına küçükler tek başına gitmez. Yanınızda büyükleriniz de olsun.” Bunu duyunca Zeynep’in annesi ile Ayaz’ın dedesi de onlara katıldı. Kara Tay da kuyruk sallayarak yürüdü. Birlikte doğuya doğru yola çıktılar.

Yol boyunca Dede Korkut kopuzunu çalıp küçük bir ezgi mırıldandı. “Yiğitlik korkmamak mıdır?” diye sordu birden. “Biraz,” dedi Ayaz. “Peki, düşünmek ne işe yarar?” “Doğru yolu bulmaya,” dedi Zeynep. Dede gülümsedi. “İşte en güzeline vardık. Yiğitlik, doğruyu aramak, sormak, danışmak ve paylaşmaktır. Bir de doğaya saygı duymaktır.”
Yürürken yolun kenarında bir kilimin üstünde kuruyan otları çevreleyen desenlere göz attılar. Zeynep, “Bu desenin adı neydi?” diye sordu. Ayaz hatırlamaya çalıştı. Dede Korkut, “Koçboynuzu desenidir,” dedi. “Gücü, bereketi anlatır. Bu çizgiler de bize bir şey söyler: Güç, birlikte olunca güzel.”
Az ileride küçük bir kaplumbağa yola çıkmıştı. Zeynep hemen eğilip yumuşakça onu çimenlerin arasına yönlendirdi. “Bu taraftan git, güvenli,” dedi. Kaplumbağa yavaş yavaş ilerledi. “Yardım etmek,” dedi Dede, “küçük bir dokunuşla dünyayı değiştirmektir.”
Dereye vardıklarında sular gerçekten azalmıştı. Şırıl şırıl değil, ancak fısıltıyla akıyordu. Kıyıda uzun bacaklı bir leylek tek ayak üstünde durmuş, merakla onları izliyordu. Suyun üzerinde birkaç balık sıçradı, sonra tedirgin tedirgin saklandı. Söğüt ağacı dallarını suya değdiremiyordu, çünkü su çekilmişti. Ayaz çömeldi, parmağını suya dokundurdu. “Serin, ama az,” dedi.

“Acaba nereden kısılıyor?” dedi Zeynep, gözleriyle dere boyunca ileriye baktı. Az ötede taşların yığıldığı bir set görünüyordu. “Orada bir duvar var!” diye seslendi. Hep birlikte yürüyüp yaklaştılar. Taşlar üst üste dizilmiş, suyun geçişini daraltmıştı. Setin yanında, kolları çamur olmuş bir çocuk oturuyordu. Yüzü endişeli ama gözlerinde bir parıltı vardı. Ayaz ve Zeynep yanına varınca çocuk ayağa kalktı.
“Ben Taylan,” dedi. “Balık tutmak için taşları böyle dizdim. Neneme çorba yapacaktım. Ama su azalınca leylek geldi, balıklar saklandı. Korkar oldum. Belki hata yaptım.”
Dede Korkut yavaşça yaklaştı, kopuzunu dizine koydu. “Hata yapmak insana mahsustur, Taylan,” dedi. “Asıl yiğitlik hatanı fark etmek ve düzeltmektir. Suyu durdurunca sadece balık değil, çiçek, söğüt, kuş ve hatta uzaklardaki tarlalar bile etkilenir.”
Taylan başını eğdi. “Ben hızlıca iyi bir şey yapayım sandım,” dedi. Zeynep gülümsedi. “Hızlı olan her zaman doğru değil. Bazen düşünmek gerekir.” Ayaz da “Birlikte düzeltelim,” diye önerdi. “Ama önce büyüklerimizden izin alalım. Su kenarı kaygan olabilir.”

Ayaz’ın dedesi başıyla onayladı. “Aferin,” dedi. “Düşünmek ve sormak, aklın en güzel işidir.” Dede Korkut eliyle dereyi işaret etti. “Haydi,” dedi, “Taşları usul usul yerine koyalım. Önce küçükleri, sonra büyükleri. Hep birlikte sayalım ki düzenli gidelim.”
Çocuklar ve büyükler çizmelerini sıvadı. Kara Tay merakla izliyordu, bazen suya eğilip yansımasına bakıyor, bazen minik kişnemeler çıkarıyordu. Taşları tek tek yerlerinden alıp kıyıya dizmeye başladılar. “Bir,” dedi Zeynep. “İki,” dedi Ayaz. “Üç,” dedi Taylan. Her taşın ardından su biraz daha rahatladı, “şırıl şırıl” sesi güçlendi. Dede Korkut da sayıyordu, kopuzun tellerine hafifçe vurup ritim tutuyordu. “Dört, beş, altı...”
“Yedi!” dedi Zeynep, soluk soluğa ama mutlu. “Sekiz!” dedi Ayaz, yüzüne su damlaları sıçramıştı. “Dokuz!” dedi Taylan, elleri çamur olduysa da içi ferahlıyordu. “On!” diye hep bir ağızdan bağırdılar ve son taşı da yana çektiler.
Su bir anda coşkuyla genişledi, kıvrıla kıvrıla akmaya başladı. Balıklar suyun içinde pırıl pırıl oynaştı, leylek başını gururla sallayıp uzun kanatlarını açtı. Söğütün dalları yeniden suya değdi, ince yapraklar suyun üstünde minik danslar etti. Güneş, dere yüzünde altın şeritler çizdi.

Taylan’ın gözleri doldu. “Özür dilerim,” dedi. “Düşünmeden yaptım. Nenem için iyilik isterken herkesi üzmüşüm.”
Dede Korkut Taylan’ın omzuna dokundu. “Özür dilemek de yiğitliktir,” dedi. “Şimdi öğrendin, artık senin bilgin başkalarına ışık olur. Bir gün başka bir çocuk taşları üst üste koyarsa, sen de ona usulca anlatırsın.”
“Anlatırım,” dedi Taylan. “Önce doğayı sorarım, ‘Sana sorsaydım ne derdin?’ diye.”
Zeynep etrafa bakındı. “Derenin kenarı ne kadar güzel renklerle dolu,” dedi. “Bakın, şu çiçek kırmızı, şu sarı, şurada mavi mor karışmış.” Dede Korkut, “Renkleri saymak, gözümüzü sevdirmektir,” dedi. “Kırmızı cesareti, mavi huzuru, yeşil umudu fısıldar. Ama renklerin en güzeli, gönlün rengidir. O da iyi niyettir.”

Ayaz’ın dedesi torbalardan somun ekmek ve peynir çıkardı. Herkese paylaştırdı. Dede Korkut bir lokmayı Taylan’a uzatırken, “Paylaşınca çoğalır,” dedi. “Paylaşmayınca azalır.” Ekmek ve peynirin yanında büyük bir kaba ayran doldurdular. “Ayranı kim tattıysa ‘oh’ dedi,” diye şakalaştı Zeynep. Herkes güldü.
Yemek bittiğinde Dede Korkut kopuzunu yeniden eline aldı. “Şimdi bir bilmece daha,” dedi. “Beni herkes taşır, ama ben herkesi de taşırım. Ben akarsam hayat can bulur. Ben neyim?” Taylan parmak kaldırdı. “Su!” dedi. “Hem biz su içeriz, hem su bizi tutar, yıkar, serinletir. Suyun dostu olmalıyız.”
“İşte,” dedi Dede Korkut, “tam da bu yüzden bugün öğrendiğimiz şeylerin adını koyalım.” Derenin kıyısında bir taşın üstüne çıktı, kopuzun sesini yaylanın her köşesine taşıdı. “Ey obanın güzel insanları,” dedi gür ama yumuşak bir sesle, “bugün iki küçük yiğit ve arkadaşları derenin sesini geri verdi. Biri düşünerek, biri konuşarak, biri özür dileyerek, biri sayarak, biri de paylaşarak. Küçük eller büyük iş başardı.”
Ayaz ve Zeynep yüzleri kızararak ama gururla birbirine baktı. Taylan da gülümsedi. Dede Korkut onları tek tek yanına çağırdı. “Sen,” dedi Zeynep’e, “korkmadan sormayı bildin. Adın Zeynep’ti bugün sana yeni bir ad da yakışır: İncecik ipek gibi ama sağlam yürekli Zeynep. Sen nerede bir soru varsa onu nazikle soracaksın.” Zeynep başını salladı, gözlerinde ışık vardı.

“Sen,” dedi Ayaz’a, “adın gibi serin, akıllı Ayaz. Bugün doğru yolu bulmak için düşündün, büyüklerine danıştın. Bundan sonra adın Ayaz, Suyun Dostu olsun. Ne zaman bir su görsen, ona kardeşmiş gibi davran.” Ayaz’ın göğsü hafifçe kabardı.
“Sen,” dedi Taylan’a, “cesaretle ‘Hata yaptım’ dedin ve düzelttin. Bugünden sonra adın Taylan, Gönlü Aydın. İçindeki ışık hem sana hem başkalarına yolu gösterecek.”
Obaya döndüklerinde güneş yavaş yavaş batıya doğru eğiliyordu. Akşamın kızıllığı kilimlerin üstünde nar gibi kızardı. Büyük çadırın önünde bir toy kuruldu. Davullar, zurnalar, kopuzların sesi birleşti. Kadınlar pilav dağıttı, çocuklar halka olup oyunlar oynadı. Kara Tay da çevrede döndü, bazen Ayaz’ın eteğine burnunu sürtüp kişnedi. Leylek yüksekten bir tur atıp uzak tarlalara doğru süzüldü. Dere, toyun türküsünü taşlara, çiçeklere, ağaçlara aktardı.
Toy sırasında Dede Korkut, “Bir dersten daha söz etmek isterim,” dedi. “Yolculukta doğuyu buldunuz. Çünkü güneş doğudan doğar. Yolları bulmanın bir yolu da işaretleri bilmektir. Gündüz güneşe, gece yıldızlara bakarsınız ama en çok da birbirinize. Arkadaşın elini tutmak, en güvenli yol işaretidir. Bir de tehlikeli yerlere büyüklerle gitmek gerek. Su kenarında, dağ başında, ormanda her zaman önce sor, sonra adım at.”

Zeynep, “Teşekkür ederiz, Dede,” dedi. “Bugün öğrendiklerimizi yarın kardeşlerimize de anlatacağız. Onlar küçücük, ama kulakları kocaman.” Dede Korkut güldü. “Dinlemeyi bilen her kulak, büyüklüğünden çok daha değerlidir,” dedi. “Kelimeler su gibi akar, tatlı olursa herkes içer.”
Gece ilerledikçe gökyüzünde yıldızlar bir kilimin desenleri gibi parladı. Ayaz, Zeynep ve Taylan yan yana uzandı. Ayaz, “Sence yıldızlar da bizi izliyor mu?” diye sordu. Zeynep, “Belki de,” dedi. “Belki de bugün yaptığımız iyi şeyi görüyor ve gülümsüyorlar.” Taylan, “Ben yarın neneme anlatacağım,” dedi. “Diyeceğim ki, ‘Neneciğim, balığı çorba yaparız ama su olmazsa hiçbir çorba olmaz.’ O zaman o da gülecek.”
Dede Korkut sessizce yanlarına geldi. Üç çocuğun üzerlerine hafif bir kilim örttü. “Usul usul uyuyun,” dedi. “Yarın yeni bir gün, yeni bir ders. Ama unutmayın: En güzel ders, yaptığınızı kalbinizde saklamaktır.” Kopuzunu eline aldı, yıldızlara uzanan bir ezgi çaldı. Ezgi, rüzgârın saçları arasından geçip geceye karıştı.
Sabah olduğunda dere yeniden şırıl şırıl sesiyle uyandırdı obayı. Çocuklar gözlerini açar açmaz dereye koştular. Balıklar güneş ışığında pırıl pırıldı. Söğüt dalları suyun üstünde gölge oyunları yaptı. Leylek, yuvasında sabırla bekledi. Ayaz suya baktı, kendi yansımasına gülümsedi. Zeynep ellerini suyla yıkadı. Taylan bir taşın üzerine küçük bir işaret çizdi: Bir su damlası ve yanına minicik bir kalp. “Bu bizim sözümüz,” dedi. “Suyun dostuyuz.”

O gün toy yeniden kuruldu. Dede Korkut, “Masal bitti mi?” diye soran çocuklara gülerek cevap verdi: “Masallar bitmez, çünkü içinde yaşarız. Her doğru söz, her güzel davranış yeni bir masalın ilk cümlesidir.” Sonra bir bilmece daha sordu: “Ne kadar paylaşırsam o kadar çoğalırım, ne kadar saklarsam o kadar azalırım. Neyim ben?” Çocuklar düşündü. Ayaz, “Sevgi,” dedi. Zeynep, “Bilgi,” dedi. Taylan, “Ekmek,” dedi. Dede Korkut ellerini açtı. “Üçü de doğru,” dedi. “Sevgi, bilgi, ekmek… Paylaşınca çoğalır.”
Günler geçse de o günün hatırası obada dilden dile dolaştı. Çocuklar birbirlerine masal gibi anlattı: “Bir gün Dede Korkut geldi, biz de suya kulak verdik.” Her yağmur yağdığında, sular coşkuyla dereye karışırken Ayaz, Zeynep ve Taylan, “Merhaba,” der gibi el sallarlardı. Kara Tay büyüdükçe daha gür kişnedi, akşamüstleri doruklara doğru koştururken tozu dumana katardı. Ama su kenarına geldiğinde hep yavaşlar, başını eğip suya saygıyla bakardı.
Ve herkes öğrendi ki, yiğitlik yalnızca kılıç kuşanmak değildir bazen bir taşı yerinden alıp suya yol vermektir, bazen bir arkadaşının elini tutup “Birlikte” demektir, bazen de “Özür dilerim” diyebilmektir. Dede Korkut’un dediği gibi: “Güzel söz, güzel iş doğurur.” O günden sonra obada her iş önce konuşulup, düşünülüp, paylaşılır oldu. Kilimlerin desenleri gibi hayat da renk renk, desen desen güzelleşti.
Masal burada, yaylanın tatlı rüzgârında yavaşça dinlenir. Çınarlı Dere’nin sesi küçük kulaklara ninni olur. Gökyüzü her akşam bir kilim gibi serilir çocuklar gözlerini kapatır, yarının masallarına uyanmak için gülümseyerek uykuya dalar. Dede Korkut ise ufka doğru yürür, kopuzunun sesiyle bir başka obaya, bir başka çocuğa umut taşır. Ve herkes bilir ki, su şırıldadığı, çocuklar güldüğü, sözler sevgiyle söylendiği sürece masallar hep mutlu sonla biter.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!