
Gümüş tüylerle örülü bulutların gölgesinde kalan küçük bir köy vardı. Bu köyde Defne adında meraklı bir kız yaşardı. Defne, rüzgârın fısıltısını dinlemeyi, yağmur damlalarının penceredeki yarışını izlemeyi, toprağın kokusunu duyar duymaz çıplak ayakla bahçeye koşmayı çok severdi. En çok da gökyüzünde beliren gökkuşağını, tüm renkleriyle bir arada dans ederken görmeyi… Bir akşamüstü güneş dağların arkasına eğilirken, Defne’nin odasına, sanki uzaktan çağıran bir ışık süzüldü. Işık, yerde minik minik kıvılcımlar bırakarak kapıdan çıktı. Defne, ayakkabılarını telaşla giydi, annesine “Bahçede biraz oynayacağım!” diye seslenip ışığı takip etti.
Işık, arıların gezindiği çiçeklerin arasından, uzun otların içinden, köyün yanındaki ormana doğru kıvrılarak gitti. Orman, akşamın serinliğinde maviye çalan bir sessizlikle nefes alıyordu. Defne, kalbinin pıt pıt atmasını sakinleştirmek için derin bir nefes aldı, içinden “Cesurum ben,” diye fısıldadı. Işığın bıraktığı kıvılcımlar, mantarların taç yaptığı bir açıklığa ulaştı. Tam ortada, bir çiğ damlası gibi parlayan küçük bir varlık havada dönüp duruyordu. Minik bir periydi bu, elbisesi sabah güneşi gibi ışıltılı, saçları papatya yaprağı kadar yumuşaktı. Ama bir kanadı sönük, renksizdi. Peri, Defne’yi görünce gözleri parladı.

“Benim adım Pırıltı,” dedi incecik bir sesle. “Korkma, ben kimseyi korkutmam.” Defne gülümsedi. “Ben de Defne,” dedi usulca. “Neden bir kanadın sanki yağmurda ıslanmış gibi soluk?” Pırıltı, başını eğdi. “Dünkü fırtınada gökkuşağı ormanın üzerine döküldü. Renkler saklambaç oynar gibi her yana dağıldı. Kanadımın renkleri de onlarla gitti. Renkler olmadan yüksekten uçamam, kuşların şarkılarını bulutlara götüremem, akşamları günbatımını fırçamla boyayamam. Benimle gelir misin? Renkleri birlikte bulabilirsek orman da, gökyüzü de sevinir.”
Defne’nin içi bir kuş gibi hafifledi. Yardım etmeyi severdi üstelik bu, bir periyle macera demekti! “Gelirim,” dedi kararlı bir sesle. Pırıltı sevindi avucunun içinden minik, sıcak bir taş çıkardı. “Bu Dinleme Taşı. Onu avcunda tutup iyi dinlersen, taş ısınır ve doğru yolu gösterir. Renkleri bulmak için bazen kulağınla, bazen kalbinle dinlemen gerekecek.” Defne taşı sıkıca tuttu. Taş, tıpkı güneşte ısınmış bir çakıl gibi yumuşak bir sıcaklık verdi. “Ayrıca,” dedi Pırıltı, bir de kabarık bir karahindiba tohumu uzatarak, “Dilek pufum. Zorlandığında bir nefeste üfle, kalbinin dileğini hatırla.”

İlk önce kırmızıyı aradılar. Dinleme Taşı, Defne’nin avucunda usul usul ısındı. Yaprakların arasından ince bir hıçkırık sesi geldi. Küçücük bir tilki, yere düşmüş kırmızı atkısına sarılmış, buğulu gözlerle bakıyordu. “Dikenlere takıldı,” dedi tilki, “onu çıkaramıyorum.” Defne, ellerini dikkatle uzattı, sabırla atkıyı dikenlerden kurtardı. Tilkiye verdi. Tilkinin mutluluktan ışıldayan gözlerinde, atkıdan bir damla kırmızı ışık kopup Pırıltı’nın soluk kanadına kondu. Kanadın ucu rengin dokunuşuyla kıpkırmızı parladı. “Kırmızının gücü, yardımseverlikte saklıdır,” dedi Pırıltı. “Devam edelim.”
Turuncu için Dinleme Taşı hafifçe titreşerek ateşböceklerini gösterdi. Çalıların içinde bir ateşböceği, ışığını açmaya çekiniyordu. “Adım Turunç,” dedi kısık bir sesle. “Çok kalabalık olunca utangaç oluyorum.” Pırıltı gülümseyerek, “Sakinleşmek için nefes alıp vermeyi dener miyiz?” dedi. Defne, karnını şişirip üçe kadar sayarak nefes aldı, sonra yine üçe kadar sayarak verdi. Turunç da aynısını yaptı. Yavaşça karıncaları, kuşları, yaprak hışırtılarını unuttu ve ışığı narenciye rengiyle parladı. Işığından bir kıvılcım, turuncu bir çizgi gibi kanada süzüldü. “Turuncu, cesaretle paylaşılır,” dedi Pırıltı, “Kendi ışığını, küçük adımlarla bile.”

Sarıyı ararken, güneşe dönen ayçiçekleriyle dolu bir açıklığa geldiler. Çiçekler, yüzlerini güne doğru çevirip gülümser gibiydi. Defne, çiçeklerin arasına girdi, birinin kocaman başının altına küçük bir gölge düştü. Bir arı, sarı polenle kaplanmıştı ama yolunu kaybetmişti. “Kovanımı bulamıyorum,” diye vızıldadı. Defne, arının çevresinde sabırla dolaşıp bir taşın arkasındaki küçük oyuğa bakınca minik bir kovancık gördü. Arı sevinçle içeri girdi. Bir sarı polen tanesi havalanıp Pırıltı’nın kanadında altın gibi parladı. “Sarı, güneşi hatırlatır yönümüzü bulmamıza yardım eder.”
Yeşil için göre, sazlıkların yanında şarkı söyleyen bir kurbağayla karşılaştılar. Kurbağa, nilüfer yapraklarının karıştığı bir yerde sıkışıp kalmıştı. “Ne kadar çekiştirsem de açılmıyor,” diye homurdandı. Defne, suya dizlerine kadar girip yaprakları incitmeden araladı, sapları birbirinden yavaşça çözdü. Kurbağa özgürlüğüne kavuşunca minnetle bir zıplayış yaptı su yüzeyinden bir damla yeşil ışık damlayıp kanada yerleşti. “Yeşil, doğaya özen göstermektir,” dedi Pırıltı. “Yumuşak eller, sabırlı kalpler ister.”

Mavi rengin peşinden bir dereye vardılar. Su mırıltı mırıltı şarkı söylüyor, küçük balıklar gümüş çizgiler çiziyordu. “Mavi, sakinliğin rengidir,” dedi Pırıltı. “Bir taş atıp beş halka sayabilir misin?” Defne bir çakıl seçti, suya attı. Bir, iki, üç… taş dördüncü halkada batmaya yüz tuttuğunda derin bir nefes aldı ve bir kez daha denedi. Bu kez beş halka açıldı. Derenin yüzeyinde mavi bir boncuk belirip kanada kondu. “Sakinlik başarının kapısını açar,” diye fısıldadı Pırıltı.
Lacivert için ormanın daha gölgeli bir köşesine, yosun kokulu bir mağaranın ağzına geldiler. İçeriden kocaman ama yumuşak bir horlama sesi duyuluyordu. “Korkma,” dedi Pırıltı, “Bu, Rüya Ninesi’dir. Efsane bir ejderha rüyaları korur. Kötü değildir, sadece uykusunu sever.” Defne usulca içeri baktı. Gözleri yıldız gibi parlayan, pulları gece göğü kadar koyu lacivert bir ejderha uyuyordu. Defne ve Pırıltı yanına yaklaşıp saygıyla eğildi. “Rüya Ninesi,” dedi Defne fısıltıyla, “Bir masal ister misin?” Ejderhanın göz kapakları aralandı. Defne, annesinden duyduğu en güzel ninniyi anımsadı ve yavaşça söyledi. Ninni bittiğinde ejderha memnun bir homurtu çıkardı, başını salladı ve minicik bir lacivert pul, tüy gibi hafifçe düşüp Pırıltı’nın kanadına kondu. “İzin istemek ve saygı, kapıları sessizce açar,” dedi Pırıltı.

Mor için, geniş bir ağacın gövdesine yaslanmış, kocaman ama yüzü yumuşacık bir devle karşılaştılar. Adı Morik’ti, çünkü mor düğmeleri çok severdi. “Bir düğmemi kaybettim,” dedi üzgün bir sesle, “Onsuz ceketimi kapatamıyorum.” Defne, Morik’in etrafında dolaştı, yerlere baktı, ceplerini kontrol etti. Sonra su birikintisine eğilip ona bakmasını istedi. Morik suya bakınca anladı: Düğme, arkasındaki askıda takılı kalmıştı! “Aaa!” dedi gülerek. Defne uzanıp düğmeyi aldı, yerine dikmesi için iğne ipliğini hazırladı. Pırıltı, bir parça mor kurdele verdi. Defne sabırla düğmeyi dikti. Morik, sevinçle dans etti, toprak sarsılınca ağaçlardan mor çiçek yaprakları döküldü ve bir tanesi kanada ilişti. “Mor, dostluğun ve yardımlaşmanın sürpriz neşesidir.”
Yedi rengi tek tek buldukça Pırıltı’nın kanadı yeniden canlanıyor, gökkuşağı gibi dalgalanıyordu. Yine de Pırıltı bir an durdu. “Bir şey eksik,” dedi düşünceli bir sesle. “Renklerin bir araya gelmesi için hepsini bağlayan bir söz, bir davranış gerekir.” Defne etrafına baktı. Açıklığın ortasında toprak usul usul uyuyor, genç bir fidan yalnız başına rüzgârla konuşuyordu. “Onu toprağa birlikte dikelim,” dedi Defne. “Büyüdüğünde kuşlara yuva olur, gölge verir, rüzgârla şarkı söyler.” Pırıltı’nın gözleri ışıdı. “Doğa ile verilen söz, en güçlü bağdır.”

Birlikte küçük bir çukur açtılar Defne ellerini toprağa bulaştırmaktan çekinmedi. Fidanı içine yerleştirip köklerine sevgiyle su döktüler. Pırıltı, kanadındaki renkleri, fidanın yapraklarına minik öpücükler gibi bıraktı. “Söz verelim,” dedi Defne, “Bu fidana, ormana, suya ve gökyüzüne iyi bakacağız. Çöpleri yerlere atmayacağız, kuşların yuvasını rahatsız etmeyeceğiz, çiçekleri koparmadan koklayacağız.” Pırıltı, “Ben de her gün günbatımını özenle boyayıp herkese güzelliği hatırlatacağıma söz veriyorum,” diye ekledi.
Bir anda rüzgârın sesi değişti. Dallar arasında ince bir melodi dolaştı bulutların kenarları pembeleşti. Ufukta, yağmur yokken bir gökkuşağı belirdi. Renkler, fidanın üzerinden geçip Pırıltı’nın kanadına dokundu. Kanat, artık sadece canlı renklere değil, Defne’nin sözlerine de kavuşmuştu. Pırıltı havada bir kez döndü, sonra gülümseyerek Defne’nin omzuna kondu. “Teşekkür ederim,” dedi. “Senin dinlediğin kalbin, bu ormanın şarkısını daha da güzel yaptı.”

Ödül olarak, Pırıltı Defne’ye minik bir çan uzattı. Çan, rüzgârın en tatlı anısına benziyordu. “Bu Çiğ Damlası Çanı,” dedi. “Sadece iyi niyetle çaldığında duyulur. Masal gerektiğinde tiz değil, nazik çalar. Ayrıca bunu al,” diyerek küçük bir kese verdi. Kesenin içinde üç tane tohum vardı. “Bunları arkadaşlarınla birlikte ek. Biri sevgi, biri sabır, biri de cesaret tohumu. Her biri bir çiçeğe, o da bir davranışa dönüşür.”
Gökyüzü mor ve pembe şeritlerle boyanırken Pırıltı, “Seni evine götüreyim,” dedi. Elini uzattı. Defne tutunca ikisi birlikte bir kelebek kadar hafif, bir tüy kadar sakin göğe yükseldiler. Köyün üzerini geçtiler damlardan dumanlar tatlı tatlı tütüyor, annelerin yemek kokuları havaya karışıyordu. Defne’nin evi görünce yumuşak bir iniş yaptılar. Pırıltı, “Beni her zaman kulaklarınla hatırlarsın,” dedi. “Çünkü en gerçek sihir, iyi dinlemektir.” Defne, minnetle başını salladı.

O gece, Defne annesine gördüklerini anlattı. Anne, kızının gözlerindeki ışığı görünce gülümsedi. “Her masalın içinde bir gerçek vardır,” dedi. “Senin gerçeğin sevgin.” Ertesi gün Defne, üç tohumu okulda arkadaşlarıyla paylaştı. Birlikte küçük bir bahçe yaptılar. Tohumları ekerken herkes bir dilek fısıldadı: “Birbirimizi dinleyelim, yardıma koşalım, doğayı koruyalım.” Çocuklar dönüşümlü olarak bahçeyi suladılar, yabani otları ayıkladılar, kuşlar için su bıraktılar. Günler geçtikçe minik filizler baş gösterdi sarı bir çiçek sabrı, turuncu bir çiçek cesareti, kırmızı bir çiçek sevgiyi hatırlattı. Arada bir gökyüzünde, yağmur olmasa bile ince bir renk kemeri beliriyor, çocuklar sevinçle ellerini sallıyordu. Defne, çanını usulca çalınca, rüzgâr yaprakların arasından gülümseyerek geçiyordu.
Ormanın içindeki fidan da büyüdü. Kurbağa gölgesinde şarkı söyledi, tilki onun altında dinlendi, Turunç ışığını yaprakların arasından titretti. Morik, düğmeleri sağlam ceketini giyip bazen fidanın çevresine mor kurdeleler bağlıyor, Rüya Ninesi geceleri bulutların arasından bakıp yeni masallar fısıldıyordu. Pırıltı ise her akşam günbatımını, sanki Defne’nin kalbindeki renklere teşekkür eder gibi, daha da güzel boyuyordu. Defne, Dinleme Taşı’nı avcunda her tuttuğunda hafif bir sıcaklık duyuyor, sadece ormanın değil, arkadaşlarının da sesini daha iyi duyduğunu fark ediyordu. Bir arkadaşı üzgün olduğunda yanı başına oturuyor, “Anlatmak ister misin?” diye soruyor, bir diğeri çekinirken, “Birlikte deneriz,” diyordu.

Zamanla Defne anladı ki, peri masalları sadece uzak diyarlarda değil, iyi bir sözün, nazik bir bakışın, paylaşılan bir lokmanın yanında da yeşeriyordu. Sihir bazen bir nefes kadardı üçe kadar sayıp sakinleşmek, bir başkasının gözlerinin içine bakıp onu dinlemek, çöpleri yerden almak, toprağa bir tohum vermek… Bütün bunlar, görünmez renkleri ortaya çıkarıyor, hayatın gökkuşağını tamamlıyordu.
Ve böylece, köyün üstünde her akşam bir parça masal dolaştı. Defne büyüdü, ama hiçbir zaman Dinleme Taşı’nı ve Çiğ Damlası Çanı’nı saklamayı bırakmadı. Pırıltı da her fırsatta uğradı bazen bir kelebek kılığında, bazen bir rüzgâr esintisinde… Kim bilir, belki sen de bir gün bir ışık kıvılcımı görür, adım adım peşine düşersin. O zaman unutma: Renkleri bir araya getiren, senin kalbindeki iyi niyettir. Ve her iyi niyetli yolculuk, tıpkı Defne’nınki gibi, gökkuşağının altında mutlu bir sonla biter.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!