
Bir varmış, bir yokmuş evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, neşeli kuşların cıvıldadığı, rengarenk çiçeklerin açtığı ve masmavi gökyüzünün altında yaşayan cesur ve meraklı bir prenses varmış. Bu prensesin adı Derya imiş. Derya, diğer masallardaki prenseslerden farklı olarak, hiçbir zaman başkalarına yardım etmek, yeni şeyler öğrenmek ve maceralara atılmak konusunda durmadan can atarmış. O, asla başkalarına bel bağlamaz, kendi ayakları üzerinde durmayı bilen, macerayı seven, zeki ve yaratıcı bir yürek taşıyan bir prensesmiş.
Bir sabah, Derya saray bahçesinde gezerken gökyüzünde parlak, altın sarısı bir ışıltı fark etmiş. Bu ışıltı, sıradan bir güneşi andırmıyor, adeta sihirli bir davet gibi parlıyormuş. Merakına yenik düşen Derya, minik ve sevimli atı Maviş ile birlikte bu ışıltının kaynağını bulmak için yola koyulmuş. Yola çıktıkları esnada, kuşlar neşeyle şarkılar söylemiş, çiçekler adeta renk cümbüşü eşliğinde dans ediyormuş. Derya, “Dünyamızda keşfedilecek ne kadar da güzel sırlar var!” diye düşünmüş.

Derya ve Maviş, ormanın derinliklerine doğru ilerlerken, küçük bir derenin kıyısında yaşayan yaşlı bilge kaplumbağa Sefa ile karşılaşmışlar. Sefa, uzun ömürlü hayatının verdiği tecrübeyi, bilgelik dolu sözlerle paylaşan bir varlıkmış. Derya, kaplumbağaya gün ışığının gizemli ışıltısı hakkında sormuş. Sefa, “Sevgili prenses, o ışıltı sihirli bir mektup taşıyor. Eskiden bu diyarın koruyucu mektuplarını taşıyan kutsal bir kaynaktı. Ancak zamanla unutulan, kaybolan, pek çok sırrı içinde barındıran bir hazine haline geldi. Bu ışıltıyı takip edersen, belki öğrenmen gereken pek çok bilgi, dostluk ve macera seni bekler.” demiş. Böylece Derya’nın maceraya atılma isteği daha da artmış.
Sefa’nın anlattığı sözlerle yürekten etkilenen prenses, yolu boyunca karşılaştığı her canlıya kibarca selam vermiş. Kuşlarla, sincaplarla, minik kelebeklerle sohbet eden Derya, onların hikayelerinden yeni şeyler öğrenmiş. Yolda ilerlerken, dalların arasında saklanmış, gülümsüyormuş serseri bir tilki ile karşılaşmışlar. Tilki, “Benim de adım Liva. Senin gibi maceracı prenses görmek ne büyük şans. Belki bu yolculukta birbirimize yardımcı olabiliriz,” diyerek ona arkadaşlık teklif etmiş. Derya, Liva’nın dostane yaklaşımına sevinip kabul etmiş böylece minik tilki de maceranın bir parçası haline gelmiş.

Üç dost, birlikte yol alırken, ormanın daha derin ve gizemli kısımlarına doğru ilerlemişler. Yolları, yumuşak yosunlarla kaplı, renkli mantarların açtığı büyüleyici bir patikaya dönüşmüş. Bu patikada, her adımda yeni bir güzellik onları bekliyormuş. Bir ağaç, üzerinde parıldayan minik taşlar yerleştirmiş, dalından inen meyveler, adeta gökyüzünün hediye ettiği birer yıldız gibi dallarda asılı kalmış. Derya, “Doğanın her köşesinde sevgi ve hikmet saklı,” diye düşünürken, etrafındaki güzellikleri hayranlıkla inceliyormuş.
Bir süre sonra, dost grubu bir şelalenin önüne varmış. Şelalenin suları kristal berraklığında akıyor, etrafa serin ve taze bir hava yayıyormuş. Şelalenin yanında duran dev bir kayaya tırmanan minik bir kuğu, “Ben Maviye adım. Bu şelale, sihrin sırrını saklayan yerdir. Hepimizin hayatında bazen, bazen de unutulmaz maceralar başlar. Eğer cesaretin varsa, şelalenin ardındaki gizli geçidi keşfetmelisin,” diyerek seslenmiş. Derya, “Gizli geçit mi? Bu gerçekten heyecan verici bir macera olacak!” diyerek, cesaretini toplayıp şelalenin ardındaki yola yönelmiş.

Şelalenin arkasındaki dar patika, parıldayan suların arasında gizemli bir ormana açılmış. Bu ormanda, her ağaç farklı bir hikaye anlatıyor, yaprakların fısıldadığı eski masallarla doluymuş. Yolda, birden önlerinde ufak tefek, parıltılı ışıklar belirivermiş. Bu ışıklar, ormanın minik perilerini andırıyormuş. Periler, Derya’yı nazikçe selamlayarak, “Hoş geldin prenses! Senin kalbinin temizliğini ve öğrenme isteğini gördük. Bizler, buradaki bilgeliğin ve dostluğun temsilcileriyiz. Sana, evrenin dilini, rüzgarın şarkısını ve ağaçların sırlarını fısıldamak için geldik,” diyerek etraflarında dans etmeye başlamışlar. Derya, perilerle birlikte hareket ederken, onların söylediği her sözü kalbine kazımış çünkü öğrenmenin ne kadar önemli olduğunu, her canlıdan bir şeyler öğrenebileceğini anlamış.

Yolculuk devam ederken, Derya, Liva ve Maviş, ormanın en eski ağaçlarından birine varmışlar. Bu devasa ağaç, yaşlılık bilincini, yüzyıllara yayılan hikmetini ve insanların unuttuğu sırları saklıyormuş. Ağaç, “Benim köklerim, yüce diyarın kalbine uzanır yapraklarımda ise her türlü bilgi saklıdır,” diyerek sanki konuşur gibi hafifçe sallanmış. Derya, “Sevgili ağaç, seninle konuşabilir miyiz? Bilmek istediğimiz o eski masallar ve sırlar var, bana anlatır mısın?” diye sormuş. Ağaç, yavaşça yapraklarını hışırdatarak, “Sevgili prenses, her şeyin bir başlangıcı ve sonu vardır. Ancak bazen, sonlar da yeni başlangıçların önünü açar. Hayat, öğrenmeye ve deneyimlemeye açık olmayı gerektirir. Senin yolculuğun da, umudun, dostluğun ve bilginin birleşiminde yeni kapılar açacaktır,” demiş. Derya, bu sözler karşısında derin düşüncelere dalmış bilgeliğin, maceranın ve doğayla uyumun ne kadar değerli olduğunu anlamış.

Günün sonunda, Derya ve arkadaşları, yolculukları boyunca öğrendikleri her şeyi kalplerine kazıyıp, geri dönüş yolculuğuna başlamışlar. Her adımında, edindikleri yeni dostlukların ve hikmet dolu sözlerin yanına, yol boyunca karşılaştıkları tüm canlıların sevgisini de toplamışlar. Eve döndüklerinde, saray bahçesine girdiklerinde, Derya’nın yüzündeki tebessüm, yeni maceraların ve bilgeliğin ne kadar kıymetli olduğunu yansıtıyormuş.

Sarayda, yaşlı danışmanlar ve minik saray hizmetçileri, Derya’nın macerasını ilgiyle dinlemişler. Herkes, prensesin cesaretini, arkadaşlarıyla kurduğu bağları ve doğayla olan uyumunu konuşuyormuş. Derya, “Her yeni gün, bizim için yeni bir başlangıç, yeni bir öğrenme ve keşif fırsatı demek. Diyarımızdaki her canlı, bana bir şeyler anlatıyor öğrenmeyi ve paylaşmayı asla bırakmamalıyız,” diyerek etrafındakileri de bilgelikle güçlendirmiş.

Bu masalda gerçek büyü, sihirli değildi asıl büyü, sevgi, merak ve öğrenme isteğinden geliyormuş. Derya’nın macerası, herkesin kalbine dokunmuş ona göre gerçek güç, dostluklarda, doğada ve her yeni günde keşfedilen küçük mucizelerde saklıymış. Artık saray çağırışı, düğün ya da klasik aşk hikayeleri değildi. Derya, hayatın her alanında öğrenmeye, denemeye ve yeniliklere açık olmayı öğretiyormuş.

Günler geçmiş, mevsimler değişmiş ama Derya’nın kalbindeki o merak ve sevgi asla sönmemiş. O, çocuklara, büyüklere ve hatta doğanın en küçük sakini olan böceklere bile, hayatı keşfetmenin ve evrenin sırlarını öğrenmenin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya devam etmiş. Ve işte böyle gerçek masal burada son bulmuş ama öğrenmenin, maceranın ve dostluğun öyküsü, yüzyıllarca dilden dile anlatılarak devam etmiş. Herkesin kalbinde sıcak bir yer eden Derya’nın öyküsü, mutlu sonla bitmiş çünkü gerçek mutluluk, bilgeliğin ve iyiliğin paylaşılmasında gizlidir.

Gökkuşağının renkleriyle süzülen bulutlar, prensesin macerasını anlattığı her hikayede, yeni çocuklara umut olmuş, her sabah yeniden doğan güneş, Derya’nın neşesiyle aydınlanmış. Böylece, masalın kahramanı prenses Derya, her yeni günün ve maceranın getireceği güzelliklere inancını hiç yitirmemiş ve her zaman sevginin, merhametin ve bilginin büyüleyici gücünü anlatmaya devam etmişler. Kır çiçeklerinin arasında, denizlerin maviliğinde, ormanın hışırtısında, rüzgarın esintisinde… Hep birlikte, mutlu yaşamışlar.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!