
Bir zamanlar, gökyüzünün en parlak renklerle boyandığı, her sabah kuşların notalarla selam verdiği bir kasaba varmış. Bu kasabada Elif adında, meraklı gözleri pırıl pırıl parlayan altı yaşında bir kız yaşarmış. Elif’in en sevdiği şey, penceresinin önündeki minderine oturup hikâyeler dinlemekmiş. Masalların içinden geçen nehirleri, konuşan ağaçları, küçük kahramanların büyük adımlarını kalbinde saklarmış. Ama her defasında içinden bir fısıltı yükselirmiş: “Benim de bir başarı hikâyem olsun istiyorum. Ama nasıl?”
Bir gün, kasabanın en yaşlısı ve en şefkatlisi İpek Nine, pazarda Elif’in yanına yaklaşmış. “Elif,” demiş gülümseyerek, “başarı çoğu zaman kocaman bir alkışa değil, minik ama cesur bir adıma gizlenir.” Sonra ceplerinden küçük bir cam şişe çıkarmış. Şişenin içinde minicik bir tohum ve bir de gümüş sesi olan ufacık bir çan varmış. Şişenin üzerinde ince bir yazı: “Anlat, dinle, sabret, dene.” İpek Nine, “Bunu bahçene dik,” demiş. “Çan, biri pes etmeden denerse çalacak. Tohum da doğru sözlerle, iyi kalple ve emeğinle büyüyecek.”

Elif tohumu evlerinin arkasındaki yumuşak toprağa dikkatle gömmüş. Her gün sulamış, her gün fısıldamış: “Merhaba tohum, ben Elif. Öğrenmek istiyorum, denemek istiyorum.” Bir sabah, topraktan incecik bir filiz çıkmış, sonra hızla büyüyüp dalları bulutlara dokunan bir ağaca dönüşmüş. Ağacın dallarında ışıl ışıl parlayan meyveler varmış her meyvenin üstünde küçücük bir kapı ve kapının üstünde altın harflerle “Bir Başarı Hikâyesi” yazıyor. Elif heyecanla ilk kapıyı açmış ve içeri girince kendini yemyeşil bir ormanda bulmuş.
Ormanda Mino adında minik bir sincap, kendinden büyük bir cevizi kucaklamaya çalışıyormuş. Ceviz yuvarlanıyor, Mino da peşinden yuvarlanıyormuş. “Of!” demiş Mino. “Ben bunu kıramam!” Tam o sırada bir ağaçkakan gelip gagasıyla ritmik vuruşlar yapmış. Elif gülümsemiş, “Belki farklı bir yol denemelisin,” demiş Mino’ya. Mino çevresine bakmış, bir taş, bir bez parçası ve düz bir kök bulmuş. Bezi taşın üstüne sermiş, cevizi bezin içine koyup kökle nazikçe sabitlemiş. Sonra ağaçkakanın ritmini taklit ederek, sabırla küçük vuruşlar yapmış. Ceviz çatlamış, içinden mis gibi kokan, paylaşıldıkça çoğalan lezzet çıkmış. Mino, “Başardım!” diye sevinmiş ama sonra eklemiş: “Asıl zafer, denemeyi bırakmamaktı.” Elif’in kulağında ince bir çan sesi çalmış ve ormanın rengi biraz daha parlaklaşmış.

Elif ağacın yanına geri döndüğünde dallarından biri daha çiçek açmıştı. İkinci kapıyı açınca serin bir göletin kıyısında Tospik adında bir kaplumbağa görmüş. Tospik, suya bakıp kendi yansımasıyla konuşuyormuş. “İçimde müzik var ama bacaklarım yavaş. Dans edemem ki.” Bazı hayvanlar kıkırdamış. Elif yanına oturup, “Belki senin dansın rüzgârla, su dalgalarıyla uyumlu bir danstır,” demiş. Tospik su kenarında nazikçe adımlar atmış, boynunu ritime göre uzatıp içeri çekmiş. Sazlıklar fısılda, kuşlar cik cik derken Tospik’in yavaş ama düzenli adımları herkesi büyülemiş. “Yavaşlık da bir ritimdir!” diye bağırmış kurbağalar. O gün gölette “Yavaş Dans Festivali” yapılmış. Tospik’in yüzündeki mutluluk, güneşten bile sıcakmış. Çan yine çalmış, Elif’in kalbi sevinçle kabarmış.
Üçüncü kapı açıldığında rüzgâr tuz kokuyormuş. Ufak bir çocuk, adı Deniz’miş, yağmurdan sonra oluşan kocaman bir su birikintisine kâğıttan bir tekne bırakmaya hazırlanıyormuş. “Karşı kıyıya ulaşmalı,” demiş. İlk tekne ıslanıp dağılmış. İkincisi de. Deniz kaşlarını çatmış ama vazgeçmemiş. Elif, “Karıncalar şu taşların üstünden köprü yapmayı seviyor,” demiş. Gerçekten de karıncalar el ele verip küçük bir taş yolu oluşturmuş. Deniz, kâğıdını daha kalın yaprakla değiştirip kenarlarını dikkatle kıvırmış, teknenin altına ince balmumu sürmüş. Tekne yola çıkmış, karıncalar yol gösterirken kıyıya varmış. Deniz, “Ben tek başıma yapamadım, ama birlikte öğrendik,” diye gülümsemiş. Çan yine tınlamış, bulutlar bile ritme ayak uydurmuş.

Dördüncü kapı Elif’i gökyüzüne götürmüş. Lila adında pofuduk bir bulut, “Ben de gökyüzüne bir resim yapmak istiyorum,” diyormuş. “Ama nasıl?” Elif, Lila’yı çiçek tarlasına götürmüş. Lale kırmızıyı, papatya beyazı, ayçiçeği sarıyı anlatmış. Lila renkleri hafızasına almış, güneşi yanına çağırmış. Sonra usul usul yağmur serpmiş. Güneş ışığıyla yağmur damlaları dans edince gökyüzünde kocaman bir gökkuşağı açmış. Lila gülmüş: “Resmimi yaptım!” Çan uzun uzun çalmış, sanki bütün kasaba duymuş.
Elif eve döndüğünde ağaç artık bir masal ormanı kadar büyükmüş. Dallarından ışıl ışıl yıldızlar sarkıyormuş. Elif birden anlamış: Başarı, Mino gibi denemeyi bırakmamak, Tospik gibi kendi ritmini bulmak, Deniz gibi birlikte düşünmek, Lila gibi renkleri öğrenip zamanı beklemekmiş. “Peki ya benim hikâyem?” diye fısıldamış.

O akşam sandığın dibinde eski ama bakımlı bir kaval bulmuş. Dedesi gülümsemiş: “Bu kaval, nefesini dinlemeyi öğretir. Her nota, bir adım.” Elif kavala üflemiş, ilk ses cıyak cıyak çıkmış. İkincisi de pek güzel olmamış. Yine de gülmüş. “Tospik gibi yavaş, Mino gibi planlı!” demiş. Önce sadece nefes almayı çalışmış. Usta Baloncu Cem, “Nefesin bir balon gibi,” diyerek ona karın nefesi yapmayı öğretmiş. Elif, sabahları kısa üflemeler, akşamları uzun notalar çalışmış. Lila’nın renklerini hayal ederek her notaya bir renk vermiş: Do kırmızı, Re turuncu, Mi sarı...
Elif, Deniz’i çağırıp evlerinin bahçesinde küçük bir sahne kurmasını istemiş. Deniz, karıncalarla birlikte minik bir köprü şeklinde sahne yapmış, üzerine kavalın notaları işlenmiş bayraklar asılmış. Mino, cevizlerini getirmiş Tospik, yavaş dansını prova etmiş Lila bulutlarıyla gölge oyunu hazırlamış. “Başarı Şenliği” adını verdikleri küçük bir gösteri planlamışlar. İpek Nine de herkesin en küçük başarısını anlatacağı bir “alkış saati” önermiş.

Şenlik günü, kasaba meydanı cıvıl cıvıldı. Çocuklar evlerinde çizebildikleri ilk evi, bağlayabildikleri ilk ayakkabı bağcığını, ezberledikleri ilk tekerlemeyi anlatıyordu. Tam Elif sahneye çıkacakken, gökyüzü birden grileşmiş. Lila yavaşça fısıldamış: “Bir yaz yağmuru geliyor ama nazik değil, biraz huysuz.” Rüzgâr bayrakları hoplatmış, insanlar aceleyle açık sehpaları toplamaya başlamış.
Elif derin bir nefes alıp kendi kendine, “Başarı bazen de planı değiştirebilmektir,” demiş. Deniz’e bakmış. “Sahneyi ambarın içine taşıyalım!” Karıncalar önden yolu göstermiş, Mino ceviziyle kapıya takoz yapmış, Tospik ritmiyle herkesin adımlarını sakinleştirmiş. Lila yağmuru incecik damlalara dönüştürmeye çalışmış, güneşe “Biraz sonra” demiş. Ambarın içinde, iplerden bir çamaşır ipi, üzerine de çarşaf gerip gölge perdesi yapmışlar. Elif kavalını almış, yavaşça ilk notaya üflemiş. Do kırmızı, Re turuncu… Dışarıda yağmur tıpır tıpır, içeride kalpler pıt pıt. Tospik ritme küçük adımlarla eşlik etmiş, Mino gölgelerle ceviz kabuklarından kuklalar oynatmış. Deniz, küçük bir fener yakıp gölgeleri daha belirgin hale getirmiş.

Elif’in parmakları artık korkmadan deliklerin üzerine oturuyordu. Nefesi Usta Baloncu Cem’in öğrettiği gibi nazikçe akıyordu. Melodi büyüdükçe içerideki çocukların gözleri parladı, büyüklerin kalbi yumuşadı. İpek Nine, “İşte bu,” dedi, “Başarı sadece bir ses değil cesaret, sabır ve paylaşımdır.” Çan, hiç olmadığı kadar berrak bir sesle çaldı. O anda yağmur yavaşladı, kapı aralandı ve güneş, Lila’nın yanına süzüldü. Ambarın tavan aralığından içeri, küçük bir gökkuşağı düştü.
Şenliğin “alkış saatinde” herkes sırayla minik başarılarını anlattı. Kimi “Bugün kardeşimin oyuncağını geri verdim,” dedi kimi “Bisikletimle ilk kez köşeyi döndüm.” Alkışlar hep aynı sıcaklıkta, aynı coşkudaydı. Elif en sona kaldı. Kavalını dizlerinin üstüne koyup, “Benim hikâyem, tek bir nota değil,” dedi. “Mino’nun cesareti, Tospik’in ritmi, Deniz’in birlikte düşünmesi, Lila’nın renkleri ve sizin alkışlarınızla tamamlanan bir şarkı. Başarı, yalnızca ‘Ben yaptım’ demek değil ‘Birlikte başardık’ diyebilmektir.”

Tam o anda, bahçedeki ağaçtan ışıl ışıl tohumlar dökülmeye başladı. Her tohum bir yıldız gibi avuçlara indi. İpek Nine göz kırptı: “Bunlar yeni başarı hikâyelerinin tohumları.” Çocuklar tohumları kokladı, kimisi saksıya ekti, kimisi kalbinin üstüne koyup bir dilek tuttu. Lila ufuktan ince bir renk çizgisi uzattı, güneş ona sarıldı.
Gece olunca, Elif minderine oturup bir defter açtı. Kendi hikâyesini yazmaya başladı: “Bir gün, küçük bir çan bana cesaretin sesini öğretti. Bir tohum, sabrın ne olduğunu anlattı. Bir kaval, nefesimin gücünü gösterdi. Arkadaşlarım, başarının yolunu aydınlattı.” Yazarken bir yandan gülümsedi, bir yandan da minnetle ağacın yapraklarına baktı. Yapraklar hafifçe hışırdadı, sanki “Aferin Elif,” diyordu.

Kasabada o günden sonra her mevsim küçük bir şenlik yapıldı. Kimi çocuk çizdi, kimi oynadı, kimi okudu, kimi de sadece dinledi. Herkesin bir hikâyesi oldu kimi kısacık, kimi upuzun, kimi komik, kimi sakince fısıldanan. Ama hepsinin kalbinde aynı cümle yazıyordu: “Küçük adımlar, büyük gülüşler getirir.” Elif büyüdükçe kavalının sesine yeni notalar ekledi, ağacın dalları daha çok tohum verdi, çan her denemede aynı tatlı tınlamayı sürdürdü.

Ve onlar, gökkuşağını hatırlayan bulutlar ve yardımlaşmayı hiç unutmayan karıncalar gibi, mutlu ve umutlu yaşadılar. Her yeni gün, bir çocuğun eline düşen bir tohumla başladı. Her yeni gece, anlatılan bir başarı hikâyesiyle bitti. Eğer bir gün yolunuz o kasabaya düşerse, bir çan sesi duyarsanız bilin ki biri vazgeçmemiş, biri denemiş, biri paylaşmış demektir. Ve belki siz de avucunuzda parlayan minicik bir tohumla kendi hikâyenize gülümsersiniz. Çünkü başarı, kalbinizde filizlenen bir masal kadar gerçek ve güzeldir.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!