Keloğlan Yüncü Kilimci Düğüncü Başı Ve Anası Hikayesi

Keloğlan, Yüncü, Kilimci, Düğüncü Başı Ve Anası

Abone Ol google news
Keloğlan, Yüncü, Kilimci, Düğüncü Başı Ve Anası
Keloğlan, Yüncü, Kilimci, Düğüncü Başı Ve Anası

Keloğlanın ve Anasının Hikayesi

Bir varmış, bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş, çok söylemesi günahmış. Develer tellâl iken, pireler berber iken, bir memleketin birinde bir kadın da bir Kel oğlu varmış! Bu kadın kara yazılının biriymiş, ne anadan görmüş, ne babadan; Ne hocadan gülmüş, ne kocadan! Eh önü gelmeyenin sonu gelir mi? işte oğlunun hali de meydanda! Keloğlan, Keloğlan değil, bir külkedisi: O sabah, bu akşam ocak başından ayrıldığı yok ki. Ellerini sıcaktan soğuğa vurmuyor, kel başını kaşıyıp duruyor. Anası ne yapsın, kime avuç açsın. Saçlarını süpürge ediyor, ellerini de saçak! Kış, kıyamet demiyor, el işine koşuyor, ama el kapısı hem geç açılıyor, hem güç. Yıllar yılı böyle geçiyor, geçiyor ya, günlerden bir gün kocakarının da sabrı bitip takati tükeniyor, Keloğlanı yamacına dikip boyunu, posunu şöyle bir süzdükten sonra yakınmış:
 -Ey oğlum, a keleş oğlum, bu tembellik sana kimden bulaştı böyle? Baban rahmetli ekmeğini taştan çıkarırdı. Anan olacak kara yazılıyı da görüyorsun işte, başını taştan taşa vuruyor, ya sen? Bir oturduğun yerde kırk yıl oturuyorsun, ya da “Ver yiyeyim, ört yatayım, gözle canımı çıkmasın!”

diyorsun, ama ben bugün varım, yarın yokum! Kim kime bir tas su verir. Başın kel olmuş, ne çıkar. Allah başka türlü kellik vermesin, elin kolun var; gücün kuvvetin yerinde, taşı sıksan suyunu çıkarırsın, daha olmazsa ne eder eder, iki elle bir başını geçindirirsin. Sen ne et, et, geçinip git de, tek beni kayırma! işte benden görüp göreceğin, elimden alıp yiyeceğin son kısmet bu!” der; kara, kuru bir ekmek verir eline, ne ağzına bakar, ne diline. Açar kapıyı, vurur yola: “Haydi Keloğlan uğurlar ola!” Keloğlan bir elinde ekmek, bir elinde değnek, az gider, uz gider, altı ayla bir güz gider. Günlerden bir gün bir köye yeter. Bir de bakar ki bir kadın .! Bir duvar dibine oturmuş, yün eğirip yumak yapıyor. Keloğlan:
 “Eh kadın dediğin de böyle olur, kadıncık dediğin de… Ne kızı çorapsız kalır, ne de oğlu çarıksız! Benim anam gibi yalınayak, başıkabak salıvermez ya adamı!” diye düşünür içinden, adım adım da yanaşır ona:
 “Ana ana, canım ana; canım kurban sana! Ne olur şu ekmeğimi tut; kurda, kuşa yedirme de ben gidip kendime bir kazanç yolu arayım, keşiş keten yerde, bir yol bulursam, anamın ekmeği, anamın sütü gibi helâl olsun.

ye yiyebildiğin kadar! Güvendiğim dağlara kar yağar da yollar, beller bana kapanırsa döner gelir, kara ekmeğimi alırım” der. Kadın da:
“Vah oğul, emanetin bağrı yufkadır, ne veririm, ne yediririm, ben de yemem, cebime koy!” diye başlar, Keloğlan da inanıp gider, gider, ama işe yarar bir iş bulamaz. Kaşla göz arasında döner gelir, ekmeğini ister. İster, ama kocakarı ne dese, ne söylese beğenirsiniz:
“A Keloğlan, keleş oğlan, varım yoğum yoluna kurban, hani dilim varmıyor, ama kara ekmeğin başına gelen, pişmiş aşın başına gelmedi; oğlan yedi, oyuna gitti; kız yedi suyuna gitti; ne sana kaldı, ne bana!” türünden, bir yalanın üstüne bir de maval okur; sen gel, Keloğlan ol da, inan bu mavala, inanır mısın? Keloğlan da inanmaz, aşağıdan atıp yukardan tutmaya başlar:
“A kara karı, a kuru karı! önüme dökme bir avuç darı, dökeceksen bunu tavuklarının önüne dök ki, yumurtlasın sana beyazı beyaz; sarısı sarı… Yoksa acıkan acık yesin, sarımsak bulursa cacık yesin! Ben ekmeğimi isterim, başka maval istemem! Verirsen ver, vermezsen ne oğlan tanırım, ne kız!

Keloğlan, Yüncü, Kilimci, Düğüncü Başı Ve Anası Masalı
Keloğlan, Yüncü, Kilimci, Düğüncü Başı Ve Anası Masalı

Ne yıl derim, ne yıldız! Sağına geçerim, soluna geçerim, estek eder, köstek ederim, eğirdiğini de, eğireceğini de yününü de yumağını da kapar, kaçarım” der. Hani dediğini de eder Keloğlan! iki taş arasında o yana geçer, bu yana geçer, kocakarının eğirdiği, eğireceği yün ile yumağı kapmasıyla kaçması bir olur. Kocakarı durduğu yerde duradursun, ne yapacağını kura dursun Keloğlan bir taş üstüne oturur ve sazının bir teline dokunur. Bir nice çalıp çağırdıktan, taşlayıp haşladıktan sonra, yine yola düşer. Bir elinde yumak; az gider, uz gider, dere tepe düz gider. Günlerden bir gün bir ovaya iner, bir de görür ki, ne görsün; kilimcinin biri çayırın üstüne uzanmış, kilim dokuyor, üstünde de küller bitmiş, bülbüller okuyor! Keloğlan:
 “Eh kilim dediğin de böyle olur, kilimci dediğin de, ne konağı kilimsiz kalır, ne de bağı bülbülsüz. Kadın gibi, maval eğirip martaval dokumuyor ya!» diye geçirir içinden, ayak ayak da yaklaşır ona: “Emmi, emmi. kilimci emmi; çıraklığa al beni! Almazsan şu yünümü, yumağımı tut! Yele, sele verme de varıp bir baltaya sap olayım; bir verdiğim karşı gelir de bir han, külhan bulursam; yünüm, yumağım benden yana helâl olsun, doku dokuyabildiğin kadar, ama güvendiğim dallar kırılır da döner gelirsem, yünümü, yumağımı isterim” dedi. Kilimci de:

“Ey oğul, emanete hıyanetlik olur mu? Ne dokurum, ne dokunurum, elime bile almam, tezgâhın üstüne koy!” diye karşılar. Keloğlan da kalkıp gider. Gider, ama bütün kapılar yüzüne kapanır, o da yüzü bir karış, dudakları iki karış döner gelir, yününü, yumağını ister. ister ama kilimci netse, neylese beğenirsiniz: “Vah Keloğlan, keleş oğlan, malım mülküm yoluna kurban! Hani ağzım varmıyor ya; yumağın başına gelen, çil tavuğun başına gelmedi. Yününü yel aldı, yemene gitti. Yumağını da sel aldı, Sivas’a gitti. Ne kilime yaradı, ne keçeye!” diye bir mavalın üstüne bir de martaval katar. Eh Keloğlan, Keloğlan olur da kanar mı, martavala, kanmaz! Yukarıdan atıp aşağıdan tutmaya başlar: “Ey Hacı Hacı. kilimci kör Hacı! ipime ilmik atıp karşımda mekik dokuma; dokuyacaksan kendi tezgâhında doku ki, bezin bez olsun; sözün söz olsun; yok, yoksa yünüm yaprak değil ki yel alsın; yumağını toprak değil ki, sel alsın. Kız, da değil ki el alsın. Ben yünümü, yumağımı isterim; martaval istemem; verirsen ver, vermezsen ne yel tanırım, ne sel! Ne yaban derim, ne el! Sağına geçerim, soluna geçerim, allem eder, kallem ederim, dokuduğunu da, dokuyacağını da kilimini de keçeyi de alır, kaçarım” der. Hani söylediğini de yapar Keloğlan! Bir göz yumup açıncaya kadar o yana geçer, bu yana geçer; kilimci kör Hacının dokuyup dokuyacağı kilimi, keçeyi almasıyla kaçması bir olur.

Kilimci kör Hacı durduğu yerde dura dursun, neye uğradığını yora dursun, Keloğlan bir taş üstüne oturur ve sazının iki teline dokunur. Bir hayli çalıp, çağırdıktan, kilimci kör Hacıyı taşlayıp haşladıktan sonra, yine yolu tutar; Keloğlan, bir elinde kilim, bir elinde sicim az gider, uz gider, kâh kilim olup serilerek, kâh keçe olup gerilerek yürür de yürür; sürür de sürür, derken bir dere boyunda bir düğün görür. Bir yana oğlan evi konmuş, bayrak kaldırıyor; bir yana kız evi kurulmuş davul çaldırıyor. Keloğlan: “Eh, düğün dediğin de böyle olur. Dernek dediğin de… Bayrak dediğin de böyle olur, ahenk dediğin de., Oğlanın da yüzü güler, kızın da yüzünde güller açar kadın  gibi maval okuyup, kilimci kör Hacı gibi martaval okumuyorlar ya!” diye içinden düşünür; aklından geçirir. Adım adım, ayak ayak da varır düğün alayının başına dikilir: “Ağa, ağa, düğüncübaşı ağa! Baştan düşürüp, ayağa baktırmasın Allah. Şu kilimime, keçeme bak, göz kulak ol da. tutabilirsem gidip bir işin kulpundan tutayım; bir eşref saate gelir de, tuttuğumu koparırsam, kilimim, keçem düğün evine hediyem olsun; ser sereceğin yere ama, güvendiğim dağlara kar yağar da döner gelirsem kilimimi, keçemi isterim!” der. Düğüncübaşı da:

“Ah oğul, emanete paha biçilmez, ne sererim ne gererim. Dur, bük yanı başıma koy!” der. Keloğlan da gider, gider ama bir türlü bir işe koşulamaz. Boynu bükük, başı yerde döner gelir. Kilimini, keçesini ister, ister ama düğüncübaşı ne yapsa, yakıştırsa beğenirsiniz: “Vah Keloğlan, keleş oğlan, gelin, güvey yoluna kurban! Kilimini oğlan evinin altına serdim, keçeni de kız evinin ayağına… Yine de ne güveye oturacak yerde kaldı, ne de geline ayak basacak yer!” diye bir mavalla, bir martavalın üstüne bir de masal dizip koşar. Eh, Keloğlan kaçın kurdu; böyle bir kurt masalına aklı yatar mı, yatmaz. Ne aşağıdan atar, ne yukarıdan… Doğrunun doğrusunu söyler:
 “Hey düğüncübaşı! Başıma vurma böyle bir koca tası: vuracaksan kendine vur ki, kilimin dört ucunu koyuverip, keçeni sudan çıkarasın. Benim kilimim ne o kilim, ne de keçem, o keçe! Benimkiler serilmeye görsün… Serilirse yok mu, yedi dünya sığar da yine de bir yanı boş kalır… Ben kilimimi keçemi isterim, masal istemem… Verirsen ver, vermezsen ne düğün derim, ne dernek! Güveyi olacak otursun oturduğu yerde ama gelin kızı aldım mı kaçarım” der.

Kelogla Yuncu Kilimci Masali
Keloğlan, Yüncü, Kilimci, Düğüncü Başı Ve Anası

Hani bir dediğini iki etmez Keloğlan… Bir göz yumup açıncaya dek o yana geçer, bu yana geçer ne toy der, ne düğün… Ne güveyi der, ne görümce. Gelin kızı tülüyle, duvağıyla alıp kaçması bir olur. Düğüncübaşı, başını saçını yola dursun; düğün halkı bunu bin mânaya yora dursun. Keloğlan bir taş üstüne oturur ve sazının üç teline birden dokunur. Nice bir zaman çalıp çağırdıktan, düğün başını da taşlayıp haşladıktan sonra, gayri ne şu yana bükülür, ne de başak bir yola dökülür; gelin kız kolunda, muradı koynunda, evinin yolunu tutar. Keloğlan çat şurada, çat burada, çat kapı ardında… Bir de anası dönüp bakar ki, ne baksın! Keloğlan, kayışı kopmuş tüfek gibi duvara yaslanmış duruyor. Onu böyle cebi boş, yüzü bir hoş görünce aklı başından fırlar, gözünü yumar; ağzını açar:
“A bayırın keli, ben sana ya bir işin kulpundan yapış, ya da bir baltaya sap ol demedim mi?” diye verip veriştirir. Hani Allah var, yalan söyleyecek değilim ya, Keloğlan, başkası gibi anasının bir sözüne karşı gelmez; süt dökmüş kedi gibi, durduğu yerde durur dinler.

Lâfın sonunu aldıktan sonra:
 “Bre ak börçekli ana, saçını, başını değirmende ağartmadın ama dünyayı, Konya’yı bildiğin yok! Hani boş gezenin, boş kalfası gibi, pek öyle gezip tozmadım; her kapıya başvurdum ama bütün kapılar yüzüme kapandı. Üstelik ekmeğimi oğlan yedi, oyuna gitti; kız yedi, suyuna gitti… Yünümü dersen, yel aldı, yumağımı dersen, sel aldı… Kilimimi, keçemi de oğlan evinin ayağına, kız evinin altına serdiler. Onlar bana allem, kallem edince, ben de onlara estek köstek ettim” der ama Keloğlanın anası bu kapalı söze anahtar uyduramaz; başını, sallar, kaşlarını çatar:
«Bre Keloğlan, estek, köstek ettin de ne ettin sanki?. Doğrunun doğrusunu söylesen, danalar dağa mı kaçar, ne yutkunup duruyorsun?” deyince, Keloğlan:
 “Ah ana vah ana! Kelimem yok, dilim yok; ne ben söyleyebilirim, ne sen anlayabilirsin; yine anlarsan dilden değil, telden anlarsın!” der, süpürgeyi saz yapar, dokunur tellerine amma, anası yine bir şey anlamayıp da: “Hey Allah’ın ayrıksı kulu! Güya bir dizip bir koşuyorsun, ama ne dizdiğin söze benziyor; ne koştuğun saza benziyor!” deyince; Keloğlan, kapı arkasına dayadığı gelin kızı kolundan tutup çekerek:

“A gözü yaşlı, bağrı taşlı ana, sözüm söze sazım saza benzemiyorsa, ya şu kız da gelin kıza benzemiyor mu?” diye sorar. Anası başını kaldırıp bakar ki, al güllü bir gelin, yüzünde de telli, pullu bir duvak… Bir de duvağı açar bakar ki, ne baksın; adıyla, sanıyla bir kabak! Kara kömürü kalem edip çizen iyi çizmiş kaş göz yerinde, ama ne el var, ne ayak; iki çatal bir değnek üstünde, süzüldükçe süzülüyor… Keloğlan bunu görmez mi; kanı, iliği kurur, neye uğradığını bilmez, ama anası oğlunun yanlış kapı çaldığını anlar ve başlar gülmeye… De gel sen ol da gülme bakayım! Meğer Keloğlan’ın düğün, dernek sandığı, Kabak Yazısı’ndaki kabak şenlikleri değilmiymiş!.. Anası güleceği kadar güldükten sonra, Keloğlan’a:
“Bre balkabağı, kabakların gelin, güveyi olması bostancıların bostan bozumu eğlentisidir. O kadar mı gözlerin karardı ki, kazı koz anladın. Dur, şimdi ben senin gözlerini açarım” der. Ocak başına geçer; bu telli, pullu kabağı dilim dilim kesip biçer; bal gibi bir kabak aşı pişirir, getirir kor önüne… Keloğlan çal kaşık edip bu cennet tamını cennetlik gövdeye attıktan geri gözleri fal taşı gibi açılır o gün Keloğlan bir başka Keloğlan olur. Artık ne tuz ekmeğini yedirir ele; ne elin yününü, yumağını verir yele; hele kilimi keçeyi suya vermek şöyle dursun, bir daha yanılıp, şaşıp da her oyuna, ayına gelmez öyle… Ana oğul yer içer, muradına göçer; gökten bir, bir daha derken üç elma düşer Keloğlanın kabak başına!

1 Yaş HikayeleriPrenses MasallarıPeri Masalları


Benzer İçerikler

Kuzu Zumi Masalı
Kuzu Zumi Hikayesi
Kedi Köpek Masalı
Kedi Köpek Hikayesi
Obur Kaplumbağa Masalı Oku
Obur Kaplumbağa Hikayesi
Tilki İle Leylek
Tilki İle Leylek Hikayesi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Masal Oku | © 2023, Tüm hakları saklıdır.