Uzak bir ülkenin, denize bakan yamaçlarında küçük bir kasaba vardı. Bu kasabada, mavi pencereli, beyaz boyalı bir evde yaşayan on yaşında bir çocuk bulunuyordu. Adı Kuzey’di. Kuzey, denizi seyretmeyi, bulutlara şekiller uydurmayı ve her gün yeni bir şeyler öğrenmeyi çok severdi. Ama bir konuda kendine hiç güvenmezdi: Bir şeyi başarabileceğine.
Kasabada her yıl “Büyük Buluş Günü” yapılıyordu. Bu günde, çocuklar kendi yaptıkları icatları, çizdikleri resimleri, yazdıkları şarkıları tüm kasabaya gösterirdi. Herkes aylar öncesinden hazırlanır, meydanda renk renk masalar kurulur, bayraklar asılırdı. Yılın en heyecanlı günü hep “Büyük Buluş Günü” olurdu.
Kuzey’in en yakın arkadaşı Zeynep, bu gün için çoktan hazırdı. Kendi yaptığı kuş yuvalarını getirecekti. Ahşaptan yaptığı yuvaların üstüne çiçekler, güneşler çizmişti. Mahalledeki herkes Zeynep’in ne kadar çalışkan olduğunu biliyordu.
Kuzey ise bir köşede oturup içini çekiyordu. “Ben ne yapabilirim ki?” diye düşünüyordu. “Resim çizsem Yamuk olur, şarkı söylesem sesim titrer, bir şey icat etmeye kalksam kesin bozulur.”
Bir gün, okul çıkışı eve doğru yürürken yanına yaşlı bir amca yaklaştı. Kasabanın kenarındaki küçük tamirhanede yaşayan bu adamı herkes “Saatçi Dede” diye tanırdı. Gri sakalları, yuvarlak gözlükleri ve her zaman cebinde taşıdığı küçük tornavidaları vardı. Dükkânındaki masanın üzerinde, tıkır tıkır çalışan sayısız saat bulunurdu.
Saatçi Dede, Kuzey’e bakıp gülümsedi. “Evlat, yüzün neden asık böyle?” dedi.
Kuzey omuzlarını silkti. “Bir şey değil,” dedi ama gözleri dolmuştu. “Büyük Buluş Günü yaklaşıyor ama ben hiçbir şey yapamıyorum. Ne yapsam olmuyor. Sanırım ben başarısızım.”
Saatçi Dede, elini Kuzey’in omzuna koydu. “Başarısız mısın, yoksa denemeyi mi bıraktın?” diye sordu.
Kuzey durdu. “Çok denedim,” dedi. “Bir resim yaptım, yağmurda dağıldı. Bir uçurtma yaptım, havalanmadı. Bir şarkı denedim, unuttum.”
Saatçi Dede onu dükkânına davet etti. İçeride büyük, eski bir saat duruyordu tavanın yarısına kadar uzanan, ahşap oymalı, kocaman bir saat. Ama bu saat çalışmıyordu. Akrep ve yelkovan, on ikiyi gösteren yerde takılı kalmıştı.
“Bu saati görüyor musun?” dedi Dede. “Bu kasabanın en eski saatidir. Yıllardır çalışmıyor. Bir sürü usta tamir etmeye çalıştı ama başaramadı. Ben de çok uğraştım, hâlâ çözemedim. Demek ki ben de başarısızım, öyle mi?”
Kuzey şaşırdı. “Ama siz her şeyi tamir ediyorsunuz,” dedi. “Kasabanın bütün saatlerini… Herkes sizi çok becerikli buluyor.”
Saatçi Dede güldü. “Bazen bir şeyi hemen başaramayabiliriz. Bazen çok kez denememiz gerekir. Başarı, bir anda ışık gibi yanmıyor. Yavaş yavaş, deneye deneye geliyor. İstersen bu saati seninle beraber onarmaya çalışalım. Hem belki, Büyük Buluş Günü için de bir fikrin olur.”
Kuzey’in gözleri parladı ama sonra yeniden karardı. “Ben yapamam ki,” dedi. “Saatler çok karışık, içlerinde binlerce parça var.”
“Binlerce değil,” dedi Dede. “Sadece yüzlerce. Hem ben yanındayım. Başlamadan bilemezsin. Denemeden de başaramazsın.”
Kuzey biraz düşündü. İçinde küçücük bir cesaret kıpırtısı hissetti. “Peki,” dedi. “Deneyeyim.”
Ertesi günden itibaren okuldan sonra her gün tamirhaneye gitmeye başladı. İlk gün Saatçi Dede ona sadece saatlerin içini gösterdi. Küçük dişliler, minik yaylar, vidalar… Hepsi bir araya gelince zamanı gösteriyordu. “Bak,” dedi Dede, “başarı da böyle. Küçük adımların bir araya gelmesiyle oluşur.”
İkinci gün, Kuzey bir büyüteçle saatlerin içine baktı. Bir vidayı sıkmaya çalıştı ama tornavidayı yanlış yönde çevirdiği için vida düştü. Korkuyla, “Bozdum!” diye bağırdı.
Saatçi Dede sakinlikle, “Bozmak da öğrenmenin bir parçası,” dedi. “Önemli olan vazgeçmemek.”
Üçüncü gün, Kuzey yanlış yayı çıkardı yay fırlayıp masanın altına kaçtı. Dördüncü gün, dişlileri karıştırdı. Beşinci gün, altıncı gün, yedinci gün… Her gün yeni bir hata yaptı. Ama her hatasından sonra, “Bir dahakine daha dikkatli olacağım,” dedi ve yeniden denedi.
Günler geçtikçe, Kuzey tornavidayı daha sağlam tutmayı, vidaları düşürmemeyi, dişlileri karıştırmamayı öğrendi. Hangi parçanın ne işe yaradığını artık biliyordu. Bazen başarınca sevinçle zıplıyor, bazen hata yapınca içi sıkılıyordu ama vazgeçmiyordu.
Bu arada kasabada herkes Büyük Buluş Günü için hazırlık yapıyordu. Zeynep kuş yuvalarının içine minik çanlar takmış, rüzgâr estiğinde çanlar “çın çın” sesleri çıkarıyordu. Başka bir çocuk, deniz kabuklarından müzik aleti yapmıştı. Bir diğeri kendi yazdığı hikâyeyi hazırlıyordu.
Kuzey hâlâ ne göstereceğini tam bilmiyordu ama saat tamirine devam ediyordu. İçinden bir ses, “Sen de bir şey başaracaksın,” diyordu.
Büyük Buluş Günü’ne sadece üç gün kalmıştı. O gün, Saatçi Dede ile birlikte yine büyük, eski saatin başına oturdular. Kuzey, büyüteci gözüne taktı, derin bir nefes aldı. Artık hangi dişlinin nerede olduğunu biliyordu ama saat yine de çalışmıyordu.
“Bir yerde hâlâ bir sorun var,” dedi Dede. “Ama nerede?”
Kuzey dikkatle baktı, baktı, baktı. Sonra aklına bir fikir geldi. “Belki de sorun, eksik parçada değildir,” dedi. “Belki de fazla parça vardır.”
Saatçi Dede şaşırdı. “Nasıl yani?” diye sordu.
Kuzey, saatin içindeki en küçük dişliyi işaret etti. “Bu dişli, diğerlerine göre daha yeni gibi duruyor. Rengi bile biraz farklı. Belki bu, yıllar önce yanlışlıkla buraya takılmıştır. Eğer diğer dişliler onun yüzünden dönmüyorsa…”
Saatçi Dede’nin gözleri parladı. “Denemeye değer!” dedi.
Kuzey titrek ama kararlı elleriyle o küçük dişliyi çıkardı. Yerine, çekmecede bulduğu, biraz eski ama uyumlu görünen başka bir dişliyi koydu. Sonra saatin kapağını kapattı. Kalbi hızlı hızlı atıyordu.
“Şimdi,” dedi Dede, “hazır mısın?”
Kuzey başını salladı. Saatçi Dede saatin yan tarafındaki anahtarı çevirdi. İçeriden, çok hafif bir “tık… tık… tık…” sesi duyuldu. Sonra bu ses güçlendi. Oda, bir anda düzenli çalışan bir saatin sesiyle doldu.
Tık… tak… tık… tak…
Kuzey yerinden fırladı. “Çalışıyor!” diye bağırdı. “Gerçekten çalışıyor!”
Saatçi Dede gülerek ellerini havaya kaldırdı. “Evet, çalışıyor. Ve bunu beraber başardık. Ama en önemli kısmını sen fark ettin.”
Kuzey’in içi sevinçle doldu. Göğsünde, kocaman, sıcak bir gurur topu varmış gibi hissetti. “Ben… ben gerçekten başardım mı?” diye sordu.
Saatçi Dede başını salladı. “Evet, evlat. Çok kez hata yaptın, düşürdün, karıştırdın ama vazgeçmedin. Her gün bir adım daha öğrendin. İşte başarı böyle gelir.”
O akşam bütün kasabaya haber yayıldı: “Eski dev saat sonunda çalıştı!” Herkes merakla tamirhaneye koştu. Belediye başkanı, öğretmenler, komşular… Hepsi saatin yeniden tıkır tıkır işlediğini gördü. “Saatçi Dede yine harika bir iş çıkarmış,” dediler.
Saatçi Dede gülümsedi. “Bu kez benimle birlikte çalışan biri daha var,” dedi. “Kuzey olmasaydı bu saat hâlâ suskun dururdu.”
Herkes şaşkınlıkla Kuzey’e baktı. Zeynep sevinçle yanına koştu. “Bunu sen mi yaptın?” diye sordu.
Kuzey utangaçça başını salladı. “Yani… Dede ile birlikte yaptık. Ama çok çalıştım. Bir sürü kez hata yaptım. Sonra sonunda oldu.”
Belediye başkanı gülerek, “Büyük Buluş Günü’nde görmek istediğimiz şey de tam olarak bu,” dedi. “Emek, azim ve pes etmemek. Kuzey, bu yılki Buluş Günü’nde, sen de bu saati hikâyesiyle birlikte tanıtmak ister misin?”
Kuzey’in kalbi küt küt atmaya başladı. “Yapabilir miyim?” diye düşündü. Ama bu kez içindeki ses, “Evet, denersen yaparsın,” diyordu. Başını kaldırıp, “İsterim,” dedi.
Büyük Buluş Günü geldiğinde kasaba meydanı renk cümbüşü gibiydi. Çocuklar masalarını kurmuş, herkes hazırlıklarını tamamlamıştı. Zeynep’in kuş yuvaları bir köşede, deniz kabuğu müzik aletleri başka bir köşede sergileniyordu. Meydanın tam ortasında ise, tekerlekli bir platformun üzerinde, büyük, eski saat duruyordu.
Sıra Kuzey’e geldiğinde, herkes sessizleşti. Kuzey derin bir nefes aldı. Artık sesi titremiyordu. “Bu,” dedi, “kasabamızın en eski saati. Yıllardır çalışmıyordu. Ben de ilk başta, ‘Ben yapamam,’ diyordum. Ama Saatçi Dede bana, ‘Denemeden bilemezsin,’ dedi. Hata yaptım, tekrar denedim. Yine hata yaptım, yine denedim. Sonunda, küçük bir detayı fark ederek saati çalıştırdık. Başarı, bir anda gelmedi birçok denemenin ardından geldi.”
Meydandaki çocuklar dikkatle dinliyordu. Bazılarının aklında, kendi hataları canlandı. Belki uçurtması yırtılan, belki resmi beğenilmeyen, belki de matematikte zorlanan çocuklar, içlerinden, “Ben de yeniden denemeliyim,” diye geçirdi.
Kuzey sözlerine devam etti: “Eskiden bir şeyi yapamayınca hemen bırakırdım. Şimdi biliyorum ki, vazgeçmezsem bir gün mutlaka başarabilirim. Hatalar, öğrenmenin bir parçasıymış.”
Kalabalıktan alkışlar yükseldi. Zeynep, “Aferin Kuzey!” diye bağırdı. Öğretmeni, gururla gülümsedi. Belediye başkanı sahneye çıkıp, “Bu yılın Azim Ödülü’nü, sabretmeyi ve denemeyi bırakmamayı bize gösteren Kuzey’e veriyoruz,” dedi.
Kuzey’e küçük bir madalya takıldı. Madalyanın üzerinde, “Denemekten vazgeçmeyene başarı mutlaka gelir,” yazıyordu. Kuzey madalyaya baktı, sonra meydanda coşkuyla alkışlayan arkadaşlarına… Artık kendine, “Ben başarısızım,” demiyordu. Artık şunu biliyordu: “Ben, denedikçe başarabilirim.”
O günden sonra, kasabada bir çocuk bir şeyi yapamayınca arkadaşları ona şöyle derdi: “Unutma, Kuzey de başta yapamıyordu ama vazgeçmedi.” Böylece, hiç kimse ilk hatasından sonra hemen pes etmez oldu.
Eski dev saat, kasabanın meydanına taşındı ve her gün tıkır tıkır çalışmaya devam etti. Saatin yanına küçük bir levha asıldı. Levhada şu yazıyordu:
“Bu saat, bize zamanı gösterir. Hikâyesi ise bize şunu hatırlatır: Başarı, pes etmeyenlerin kapısını çalar.”
Kuzey, her sabah okula giderken bu saate bakar, hafifçe gülümserdi. Artık yeni şeyler denemekten korkmuyordu. Çünkü biliyordu ki, önemli olan hemen başarmak değil, denemeye devam etmekti.
Ve böylece, küçük kasabada, cesaretini bulan bir çocuğun başarı hikâyesi, yıllarca anlatılan bir masala dönüştü. Masalı dinleyen her çocuk, içinde küçücük de olsa bir cesaret kıvılcımı hisseder oldu.
Onlar ermiş muradına, siz de inanın kendi gücünüze çünkü siz de denedikçe başarılı olabilirsiniz. Masal da burada mutlu sonuna ulaştı.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!