
Bir varmış, bir yokmuş… Uzak diyarlardan, pırıl pırıl suların gizlendiği Gökkuşağı Vadisi’ne doğru giden minicik bir patika varmış. Bu patikanın başında, Kımıl adında meraklı mı meraklı bir cıvıl cıvıl tavşan yaşarmış. Kımıl’ın kürkü, sabah güneşinin hafif ışıklarıyla parıldar, tıpkı damlacık damlacık suyla dolan çiğ taneleri gibi ışıl ışıl olurmuş. Ama ne gariptir ki Kımıl, su içmeyi pek sevmezmiş. “Su da su işte, tadı yok ki!” dermiş arkadaşlarına.
Bir gün gökyüzünde bulut çok az, hava çok sıcak olmuş. Kımıl, tarlada oynarken dili damağını yapış yapış etmiş yakındaki havuz kenarındaki serin sular bile onu cezbetmemiş. Etrafta en sevdiği böcekler bile kaybolmuş, güller eğilip susuzluktan solgunlaşmış. Kımıl’ın başı ağrımaya, bacakları zayıflamaya başlamış. “Aman n’olur şu sudan biraz içsem…” diye düşünürken, birden şırıl şırıl bir ses duymuş.
Ses, su perisi Nila’ya aitmiş. Zarif kanatları inci tanesi gibi kabarmış, saçları suların içinden çıkan yosun gibi yeşilimtırak parlıyormuş. Kımıl ilk kez bir su perisi görüyormuş ve çok şaşırmış. Nila gülümseyerek yaklaşmış:

“Seni bekliyordum canım tavşancık. Bugün suyu biraz hafife aldın, değil mi? Sana vücudumuzun mucizesini anlatacağım. Dinle bakalım…”
Nila bir çiçek yaprağını alıp damla damla akıtmış içinden. Her damla yaprağa düştüğünde çiçek daha da canlı, daha da rengârenk olmuş. “Su, bitkilerin nefesidir. Damlacıklar içinde gezip köklerden yapraklara taşınır, bitkilere hayat verir. Eğer su olmazsa, çiçekler de solup gider.” Kımıl dikkat kesilmiş. Biraz mahcup biraz meraklı, “Peki ya biz hayvanlar? Biz de susuzluktan ne hâle geliriz?” diye sormuş.
Nila başını sallamış: “Sen de beni çok iyi anladın. Su, vücudumuzdaki minik eller gibi çalışan hücrelerimizi temizler, yiyecekleri enerjiye dönüştürür, kanımızın akışını düzenler, sıcak havalarda bedenimizi soğutur. Susuz kalırsan hücreler güçsüz düşer, başın ağrır, enerjin biter. İşte bu yüzden su içmek çok ama çok önemli.”

Kımıl, “Peki benim vücudum susuz kalmasın diye ne yapabilirim?” diye yine merak etmiş. Nila, bir el hareketiyle havada minik su baloncukları uçurmuş ve anlatmaya başlamış:
“Her sabah uyandığında bir bardak su iç. O gün boyunca küçük molalar vererek her saat başı iki yudum su içebilirsin. Oyun oynarken kovana doldurduğun suyu unutma, sakın susamasan bile arada bir içmeyi dene. Eğer karnın acıktığında meyve yersen, meyveler de su içerdiği için hem karnın doyar hem de susuzluğun azalır. Domates, salatalık, karpuz gibi sulu meyveler çok faydalıdır.”
Bütün bunları dinlerken Kımıl’ın gözleri faltaşı gibi açılmış. “Karpuz mu? Ay ben karpuzu çok severim! Hem tatlı hem suluymuş!” demiş.

Nila gülümsemiş: “Aynen öyle, şekerli bir atıştırmalık gibi karpuz. Ama değişik renklerde de meyveler ve sebzeler var: turuncu havuç, sarı muz, kırmızı elma… Hepsi cildimizi ikinci bir su kaplamasıyla korur ve vücudumuza enerji verir.”
Tam bu sırada büyük ağaçların arasından hırlayan bir ses gelmiş. Kımıl kilit kahverengi gözlerini kocaman açmış. Birden çalılıktan çıkan, iri ve huysuz görünümlü Kirpi Kirpiş varmış. “Ben susuzluktan sabah kalktığımdan beri sinirliyim!” diye homurdanmış. Başındaki dikenler bile sinirden dikleşmiş. “Ne yapmalıyım Nila? Su içmekten başka ne edeyim?” demiş.
Nila sabırla cevap vermiş: “Kirpiş, kendine bir su saati yapabilirsin. Örneğin iki saat arayla bir damla şeklinde renkli bir tabela oluştur. Tabelanın yanına gelince bir yudum su iç, böylece su saatinde susamadan hatırlamış olursun. Bir de suyu soğutmak için içine nane yaprağı ya da limon dilimi koyabilirsin bu hem çok ferahlatır hem de ekstra tat verir.” Kirpiş, tıpkı bir dede gibi kaşlarını çatmış, sonra yavaşça çatık kaşları düzleşmiş ve yumuşamış: “Şey… limonlu su kulağa pek hoş geliyor.”

Tam konuşuyorlarken ansızın yerde kocaman bir çukur belirivermiş. İçinden çıkan sıcak buhardan nefesler tüterken çukurun kenarında minicik Prenses Damla oturuyormuş. Elinde koca bir sepet, içi boş… Yüzü üzgün, gözleri nemliymiş. Kımıl merakla koşmuş: “Prenses Damla! Neden hüngür hüngür ağlıyorsun?” Prenses hıçkırıklarla anlatmış: “Büyülü Sihirli Kuyumuz kurudu. Artık sihirli şifalı sulardan içemiyorum. Hep başım ağrıyor, uyuyamıyorum. Şu sepeti su dolu getirecek olan yok!”
Kımıl bir anda parlak bir fikir bulmuş: “Belki de su perimiz Nila, bize sihirli bir formül verir!” Nila gülmüş ve nazik bir el hareketiyle küçük bir yıldız tanesi çıkarmış şeffaf avucundan: “Bu yıldızı, vadi içinde derinlerde saklı Su Kalbi Gölü’ne atarsanız, gölün karanlık sularını ışıldatır ve her damlası sihirli şifa kaynağı olur. Ancak oraya ulaşmak için canlı su bitkilerinin arasından geçmeli, susuz kalmamalısınız.”

Prenses sevinçle yıldızı almış, hemen yola koyulmuşlar: Kımıl, Kirpiş ve Prenses Damla birlikte ilerlemişler. Yol çetinmiş yakıcı güneş tepeden vurmuş, patikaları toz bulutları kaplamış. Kirpiş dikenlerini biraz çökmüş şekilde yürürken Kımıl küçük su molaları önerip ona minik ceplerinden nectar tozu taşıdığı minik bir şişeden suyla karıştırıp içirmiş. Suya kattıkları bir damla da olsa nemli nemli bir ferahlık vermiş Kirpiş’e. Prenses Damla ise nane ve limon saplarından süsledikleri water pops, yani buzlu meyveli sular yapmış metal pipetlerle içtikçe yüzü dinlenmiş, içi kıs kıs gülmüş.
Sonunda kristal berraklığında, göğe yansıyan renkleriyle bir aynayı andıran Su Kalbi Gölü’ne ulaşmışlar. Kıyısına gelen Prenses, nazikçe su yıldızını suya bırakmış. Bir anda suyun içinde minik ışık yolları belirmiş, göl kendi kendine fısıldar gibi şırıl şırıl akmaya başlamış. Su Kalbi Gölü ringa balıkları gibi kıpır kıpır canlanmış, suyun dibinden gümüşümsü kabarcıklar yükselmiş.

Prenses, derin bir nefes alarak ellerini suya batırmış ve kadehler gibi oyduğu bir yaprak kap içerisine doldurmuş. Aldığı ilk yudumda tüm yorgunluğu uçup gitmiş, saçlarının uçları bile ışıltı saçmış. Baş ağrısı geçip gitmiş, içi nefes nefese mutlulukla dolmuş. Kirpiş de özenle sunduğu küçük yaprak kâselerde su içmiş, dikenlerinin arasındaki sular şifa lezzetiyle dolmuş. Kımıl’ın da dili damağı yapış yapış olmadan, dip köşe taptaze suyu, minik baloncuklarla karnını sıcacık yapmış.
Prenses mutluluktan parlamakta olan gözlerle arkadaşlarına bakmış ve pırıl pırıl gülümsemiş: “Arkadaşlar, sizin sayenizde iyileştim. Artık sırrı öğrendim su, her canlıya iyi gelir, her yere hayat taşır. Biz de bu sırrı vadinin dört bir köşesindeki dostlarımıza anlatmalıyız!” demiş.

Herkes neşeyle zıplarken birden suyun içinden koca bir gökkuşağı yükselmiş. Sanki su damlaları, göğe merdiven örmüşler. Üzerine çıkınca vadide yaşayan bütün hayvanlar tek tek ortaya çıkmış: sincaplar, kaplumbağalar, kuşlar, kelebekler, köstebekler… Hepsi ellerinde küçük bardaklar, hip gırtlak kahkahalarla su içmeye başlamış. Aniden prensesin sarayından gelen renkli bayraklar dalgalanmış düzenlenen Su Bayramı başlamış. Herkes suyun mucizesini kutlamak için dans etmiş, şarkılar söylemiş.
Akşam olduğunda gökyüzündeki yıldızlar su damlası şeklinde parıldayıp göle yansıyarak iki kat göz alıcı bir manzara oluşturmuş. Prenses Damla, Kımıl ve Kirpiş koca bir gölge ağacın altında uzanmış, gün boyu içtikleri suyun nasıl sihir gibi rahatlatıcı olduğunu anlatmışlar birbirlerine. Kımıl, “Bugün anladım ki su, bizden bir parça ne kadar çok seversek, o kadar çok bize geri verir,” demiş. Kirpiş başını sallamış: “Ben de bundan sonra her gün en az beş kez su içeceğim!” diye söz vermiş. Prenses gülümseyerek, “Ve ben de tüm vadideki arkadaşlarıma suyun önemini anlatmaya devam edeceğim,” demiş.

O günden sonra Gökkuşağı Vadisi’nde her canlı, su içmeyi asla unutmamış. Sabah su bardağını yerine koymak adeta bir ritüelmiş, su molası vermek günün en keyifli zamanıymış. Meyve lokmaları, sebze dilimleri suyun tadını ikiye katlayarak herkesin sağlıklı, mutlu ve enerjik kalmasını sağlamış. Hazır su saatleri, buzlu meyveli şerbetler vadideki çocuklara ödevden sonra beklenen eğlenceyi sunmuş.
Geceleri, gölde yansıyan yıldızlar, suyun kıyısında birbirlerine suyun adını fısıldayarak eğlendiği minik ışık gösterisi çıkarmış. Ve o vadide, kimse bir daha “Su içmek sıkıcı” falan dememiş çünkü herkes biliyormuş ki, su içmek kalbimizi, bedenimizi ve ruhumuzu canlandıran en güzel iksirmiş.

Mutlu sona gelince… Kımıl, Kirpiş ve Prenses Damla, vadinin en yüksek zirvesine çıkarak ay ışığının altında suyla dolu kadehlerini kaldırmışlar. “Hayat suyla güzel!” diye seslenerek içlerini bu mucize sıvıyla doldurmuşlar ve mutluluk içinde rüyalar diyarına dalmışlar.
Onların o geceden sonra içtikleri her yudum, vadideki tüm canlıların yüzünde kocaman bir gülümseme bırakmış. Ve sonsuza dek, Gökkuşağı Vadisi suyun önemini unutmadığı için hep bir cennet köşesi olarak kalmış. Gökten üç elma düşmüş biri suya, biri sağlığa, biri de mutluluğa düşmüş. Aman diyeyim, siz de susadığınızda bir bardak su içmeyi sakın unutmayın!
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!