Kitapların Dünyası Hikayesi

Kitapların Dünyası

Abone Ol google news
Kitapların Dünyası Masalı
Kitapların Dünyası Masalı

Kitap Fuarı Masalı

-Mırrr. Mırrr.. Bütün gece uyumaya çalıştım. Tam dalıyorum, başucumda mırıltılar… Çıtır’la uykumuz birbirine uymuyor. O uyuyor ben uyanığım; ben uyuyorum o uyanıyor. İlk günü hareketlerini izleyerek, ona dokunmaya çalışarak geçirdim. Korktuğum gibi değil; tırmalamak, ısırmak gibi huyları yok.

Tüm kedilerin bunları yaptığını sanırdım. Demek ki kedilerin de kendi kişilikleri var. Henüz üç gün oldu geleli, nasılsa öğreneceğim. Dokunmalarıma karşılık verdiğini hissediyorum, kendini bırakıveriyor. Onu sevdiğimi anlıyor olmalı. Bir de dokunduğum yeri yalamaya başlamasa… Diliyle tüylerini düzeltiyor.

Öyle titiz, öyle temiz ki. Kedilerin kendi kişiliklerinin dışında ortak özellikleri de var tabii. Atalarından gelen, kendilerine göre normal; biz İnsanlara göre ilginç özellikler… Uykusuzluğumun nedeni de bunlar işte, Gecenin ilk saatlerinde mırıldanıyor. Mırıldanma ile guruldama arası sesler çıkarıyor.

İlk gece korktum, ama nedenini öğrenince hoşuma gitti: Sevilme ihtiyacı duyduklarında bu sesleri çıkarırlarmış Davranışlarını bir iş adamı gibi ciddi bir kedinin, sevilme ihtiyacı hissetmesi şaşırtıcı. Sabaha yakın saatler, kedilerin avlanma zamanıymış. Arkalarından gelen sesler ona Kalk, acıktın. avlan artık!” diyor. Sesleri ilk duyduğunda odanın içinde dönmeye başlıyor, bakıyor ki avlayabileceği bir şey yok, benim başucuma geliyor. Acıktığından mırlamaları artıyor.

O saate kadar defalarca uyuyup uyandığım için yatağımdan bir korkuluk gibi kalkıyor, yürümeye başlıyorum. Çıtır, bacaklarımın arasında dolaşıyor, ona basmamaya çalışarak salona doğru ilerliyorum. Dolaptan mama kutusunu çıkarıyorum. Mananın kutu içindeki sesi Çıtır’ı daha da heyecanlandırıyor. Ben kutunun kapağını açıncaya kadar bir benim yanıma geliyor, bir mama kabının yanına gidiyor.

Tabili ki mırlamalar eşliğinde… Mamayı kaba boşaltır boşaltmaz, çabucak kutuyu kapatıyorum; Çıtır’ı mamasıyla bırakıp odama gidiyor, kapıyı sıkı sıkı kapatıyorum. Mamadan sonra oyun saati başladığında yanında olmam, o gün uykusuzluktan uyurgezer dolaşmam demek.

İtiraz edemem, yakınamam, yardım isteyemem. Çıtır’ı ben istedim, birbirimizin saatlerine uyum sağlayıncaya kadar katlanmalıyım. Gece aynı maceraları yaşadıktan sonra geç uyandım. Annem bana birkaç kez seslenmiş, hiçbirini duymadım. Duymadığımı da söyleyemiyorum, neden hemen anlaşılır. “Çıtır senin uyku düzenini bozacak Doğaç!” sözlerini duyarsam yeni dostumun ev halkıyla henüz başlayan dostluğunu engellemiş olurum.

Mutlaka ama mutlaka bir sonraki günün hazırlıklarını akşamdan bitirir, çıkarken yalnız çantamı alırım. Çıtır geldiğinden beri böyle olmuyor. Mutfak, salon, oda arasında birkaç kez gidip geldim. Aradıklarım gözümün önünde duruyor, ancak ikinci gidişimde görebiliyorum. Sonunda hazırlanabildim. Kapıyı çekip çıkarken mutfaktan annemin sesi geldi:

– Dağılmaya başladın, dikkat! Anladım anne, hoşça kal… Anneler neyi görmez ki?

Okula da geç kalacağım. Ayaklarım birbirine dolaşmış gibi hızlı hızlı yürürken arkamdan bir ses: – Hey, delikanlı! Sesi tanıyorum, öyle telaşlıyım ki kim olduğunu çıkaramıyorum. Döndüm, şaşırdı mı

– Öğretmenim! Birlikte geciktiğimize göre telaşla yürümene gerek yok. Günaydın! – Günaydın öğretmenim. Sizin eviniz bu tarafta değil, niçin buradasınız? Gülümsedi. Yanında, dörtlerden birinin öğretmeni Pınar Hanım var. Telaştan onu da görmemişim. Pınar Hanım da telaşlı halime bakıp gülümsüyor. Günaydın Pınar Öğretmen’im.

-Günaydın Doğaç. Öğretmenin bu sabah bana uğradı. Okula gitmeden önce konuşmamız gereken paylar vardı. Sen de bize katıl, birlikte yürüyelim. Saatime baktım alışkanlıkla. Henüz zaman var. Öğretmenim yanımda, ama yine de kaygılanıyorum. onu bana… -Öğretmenim, lütfen! Olur mu öyle şey?

– Olur tabii. Her gün uflaya pufloya gelirsin okula. Bugünlük ben taşıyayım çantanı ne olur? İtirazımı dinlemeden çantamı alıp kendi omzuna astı öğretmenim.

– Aman Allah’ım, ne kadar ağır! Niçin bu kadar ağır bu çanta?

– Öğretmeniniz çok mu ödev veriyor, diye sordu Pınar Hanım. Gülümsedim, benim yanıt vermeme fırsat bırakmadan öğretmenimiz: Ay, gerçekten öyle Pınarcım! Bunların öğretmeni her gün tüm kitapları istiyormuş. Öyle değil mi Doğaç? Aslında öyle değil. Afet Öğretmen, son derste bir sonraki gün getirilmesi gerekenleri not ettirir. Fazladan hiçbir şey taşımamızı istemez. Ama onların şakalarına eşlik etmeliyim.

– Evet, öyle gerçekten… Öğretmenimiz bizi çok yoruyor. Bugün çantam hafif bile. Her gün neler taşıyorum, bilseniz… Ceza veriyor, teneffüse çıkartmıyor. Saatlerce çöpün önünde bekletiyor. Sonra bir sürü ödev veriyor. Ödevlerden uyuyamıyorum.

– Burnun uzadı burnun, dedi öğretmenimiz.

Pınar Hanım, Afet Öğretmenimizin bunları yapmayacağını, onu bir anne gibi sevdiğimizi çok iyi bilirdi; onların çok iyi arkadaş olduğunu da biz bilirdik. Fırsatı kaçınır mı? -Benim sınıfıma gel Doğaç, sana en on sırayı veririm.

– Olmaz. Ben ön sıralarda oturmayı sevmiyorum.

– Hiç ödev vermem sana.

– Bunu düşünebilirim.

-Beslenme saatinde de kantinden ne istersen!

– Tamam, geliyorum! Afet Öğretmen, gülümseyerek bizi izliyor.

– Al o zaman yeni öğrencinin çantasını da sen

– Ver, taşırım.

– Aykut’a da yer ayarlarsın artık.

-A, üzgünüm. Aykut için yerim yok. Aykut için yer olmayınca ben gitmem k…

– Öğretmenim, ben sınıfımda kalayım, dedim. Pınar Hanim “Aşk olsun Doğaç!” diyerek şakacıktan sitem etti.

Ne güzel bir sabah.. Güne telaşla başladım ama her şey yoluna girdi. Öğretmenimiz, telaşımın nedenini anlamıştı. O da bir anne. Çıtır için bir an önce plan yapmamı, eski düzenime dönmemi istedi. Nasıl yapacağımı bilmiyorum, ama yapacağım. Afet’le Pınar öğretmenlerim, aralarında konuşmaya devam ettiler. Birkaç saatlik bir gezinin yeteceğini sanmıyorum. Fuardaki seminerlere zaman ayırmadıktan sonra fuarın bir anlamı yok ki… Aynı kitapları kitapçılarda da görüyoruz. Cumartesiyi tümüyle fuar için ayırmaya ne dersin? Başka planın var mı?

 – Verda’ya söz vermiştim, cumartesiyi onunla geçirecektim. Daha iyi işte… Birlikte zaman geçiririz.

– Cumartesi çok kalabalık olmaz mı?

– Fuar hep kalabalık… İzmir, aylarca bu fuarı bekliyor.

– Peki, cumartesi için sözleştik o halde. Söyleşi tam da o gün.

– Bak, bu da güzel oldu.

Bu hafta, kitap fuarı açılıyor. Ona gitmeyi planlıyor olmalılar. Dün akşam annemle babam da konuşuyorlardı. Onları ligiyle dinlemiştim. Sınır Fuar, şehrin ortasında çok büyük bir alan. İçinde sanat merkezleri, eğlence alanları var. Kitap fuarı da o alan içindeki çok büyük binalardan birinde yapılıyor. Ama asil fuar ağustos ayında açılıyor.

Eski bayramları özledikleri gibi İzmirliler, eski fuarı özlediklerini hep dile getirirler. İzmir Kitap Fuarını, eski fuarı nasıl bekliyorlarsa öyle bekliyor insanlar. Türkiye’nin bütün ünlü yayınevleri, bütün ünlü yazarları fuarda… Günler öncesinden hazırlıklar başlıyor. Günlük etkinlikler broşürlerle bildiriliyor. Söyleşiler, İmza günleri; kitapla ligiyle akla gelen her şey…

– Okula ulaşmıştık. Pınar Öğretmen çantamı verirken fikrimin değişip değişmediğini sordu. Değişmediğini, ama zaman zaman konuk gelebileceğimi söyledim. Vedalaşıp sınıflarımıza gittik. Birkaç dakika geç kalmış olmalıydık, herkes sınıftaydı çünkü.

– Günaydın çocuklar, dedi öğretmenimiz.

– Günaydın öğretmenim, diyerek karşılık verdik.

Afet Öğretmen, sınıfa birkaç saniye göz gezdi. Yüzlerimize bakar, üzerimizdekileri göz ucuyla kontrol eder, her şeyin yolunda olup olmadığını hemen anlardı. Umarım cumartesi için planınız yoktur çocuklar, dedi. Anladım. Meğer Pınar Öğretmen’le bizim için konuşuyorlarmış. Sınıflara girmeden önce günü kesinleştirmek istemişler. Ben de birlikte gideceklerini sanıyordum. Çok sevindim, fuara öğretmenimizle gitmek çok hoşuma gider. Sınıftan planı olduğunu söyleyenler, uygun olduğunu söyleyenler oldu. Herkes, öğretmenimizin ne planladığını merak ediyor, bekliyordu.

– Buluyorsunuz, bu hafta kitap fuarı açılıyor.

-Evet, bizimkiler merakla bekliyorlar. Ben ablamla gideceğim.

– Günlerdir fuar için para biriktiriyorum. Sizinle birlikte mi gideceğiz öğretmenim? Her kafadan bir ses çıkıyor. Anlaşılan, herkes ilgiyle fuarı bekliyormuş. Öğretmenimiz, eliyle işaret edip herkesi susturdu, devam etti:

Herkesin fuarı beklediğini biliyorum. Ailelerinizle gitmeyi düşündüğünüzü de tahmin ediyorum, ama bu defa farklı bir şey var.

– Her zamanki kitap fuarı işte, dedi Utku, hoşnutsuz bir sesle. “Farklı ne olabilir ki?” Öğretmenimiz, Utku’nun bu çıkışlarına alışıktı. Utku da onun, sert bakışlarına…

– Tamam, sustum. Sözlerinizin bitmesini bekleyeceğim.

– Bak, suçunu biliyorsun, dedi Afet Öğretmen, devam etti: “Bugüne kadar kitap fuarı, sizin için renkli, hareketli, kitaplardan çok çıkartmalara, posterlere, üzerinde armalar olan eşyalara ilgi gösterdiğiniz bir yerdi. Artık büyüdünüz. Fuarı gerçek amacıyla ziyaret edecek yaşa geldiniz.” Büyüdük mü gerçekten? Bu yıl ilkokul bitiyor. Büyüdük tabii.

– Size ne önersem okuyordunuz. Okumanın alışkanlığa dönüşmesi gerekiyordu, bunu sınıf olarak pekâlâ başardık. Önünüzde uzun yıllar var. Artık kendi beğenilerinizi belirlemenin, seçici olmanın zamanı geldi.

Kitapların Dünyası Hikayesi
Kitapların Dünyası Hikayesi

Kendi beğenilerimizi belirlemek gerektiğini anladım da öğretmenim, niçin seçici olalım ki? “Her şeyi okumak gerek dersiniz hep” dedi Canan. Tabili ki önce her şeyi okuyarak başlamak gerek. Seçicilik hakkında da şunları söyleyebilirim…

Yaşınız ilerlediğinde dünyada binlerce güzel kitap olduğunu, ama tümünü okumak için zaman olmadığını fark edeceksiniz. Hiç böyle düşünmemiştim. Fuarı, belirli amaçlarla ziyaret edince düşünmediğiniz pek çok şeyi düşüneceksiniz Canan, dedi öğretmenimiz. Gittikçe meraklanıyorum. Fuara birlikte gitmek fikri çok cazip gelmeye başladı. Sanırım bizimkileri ekip sınıfla birlikte fuara gideceğim.

– Her yayınevinin, yeni kitaplarını okuyucuları için hazırlayan kuruluşların kendi bakışları var. Bu cümlemi biraz daha açmalıyım. Aynı okuyucu kitlesine hitap etseler bile birbirlerinden farklılar. Söz gelimi çocuk kitapları.. Çocuklara seslenen pek çok yayınevi var pek çoğu kendi okuyucu kitlesini oluşturmuş. Güncel konulardaki incelemelerle yetişkinlere seslenen yayınevleri var, onların da kendi okuyucu kitleleri farklıydı. Neden?

Herkes aynı şeyleri düşünmüyor da ondan, dedi Berfu. Teşekkür ederim Berfu. Öncelikle herkes aynı şeyleri düşünmediğinden, evet. Farklı düşünmek, az önce konuştuğumuz “sesicik”i ortaya çıkarıyor. Şöyle düşünün: Hepimizin defter kaplıkları farklı.. Hepsi farklı renklerde, civil civil.. Aynı defterler olmasına karşın hepimiz seçiciliğimizi ortaya koymuşuz. Dikkat ediyorum, siz defterlerinizde hep sade kaplıklar kullanıyorsunuz. – Aynen öyle Gülsunar!

Sizin de renkli kitap dünyalarınızı sadeleştirme zamanınız geldi; yetişkinliğe adım atıyorsunuz. Bu yıl kitap fuarına birlikte gideceğiz. Yayınevlerini ayrı ayrı ziyaret edip size seslenenleri birlikte belirlemeye çalışacağız. Başka amaçlarımız da olacak. Öğretmenim, bir an önce fuara gitmek istiyorum. Heyecanlandırıyorsunuz. – Cumartesiye kadar sabredeceksiniz Arman. Size ilginç gelecek başka bir amaçtan da söz edeyim. Cumartesi günü, çocukluğumdan beri izlediğim, hatta küçük yaşlarda mektuplaştığım bir yazarın da söyleşisi var. Ona da katılacağız.

Öğretmenim, müthiş bir şey bu! Çok heyecan verici,.. – Yazarla mektuplaşıyor muydunuz? Sizi tanıyor yani?

– Adı ne? Biz tanıyor muyuz? İnanılır gibi değil! Afet Öğretmen’in öğrencisi olmak, her an ilginç sürprizlerle karşılaşmak demek. Öğretmenimizin henüz küçük yaşlarda okuduğu bir yazarın söyleşisini dinleyeceğiz. Hem de öğretmenimizle birlikte. Kitaplarını okuduğunuzu sanmıyorum, ama adını duymuş olabilirsiniz: Salih Tungay. Ben onu ortaokul sıralarındayken tanımıştım. Bütün kitaplarını okudum. Yaşım ilerlediğinde bile… Kişiliğime, hatta öğretmenliğime bile çok etkisi oldu. Yalnız kitaplarıyla değil mektuplarda bana yazdıklarıyla…

– Ne kadar güzel! Bir yazarın size mektup yazması, sizi henüz küçükken önemsemesi…

– Gerçekten çok güzeldi. Bir yazarla mektuplaşmak yalnız küçük bir çocuk için değil büyük insanlar için de mutluluk verici. Ancak zannettiğiniz gibi değil Berfu, yazarlar kendilerine ihtiyaç duyan, ilgi gösteren herkese mutlaka yanıt verirler. Nezaket bunu gerektirmez mi?

– Hala görüşüyor musunuz öğretmenim? – Salih Bey, İstanbul’da yaşıyor. Eskisi kadar sık olmasa da haberleşiyoruz. Cumartesi günü siz de tanışacaksınız.

– Bizimle de mektuplaşır mı?

-Bilmem… Onu tanıyınca buna siz karar verin.

– Öğretmenim, unuttunuz! Neyi unuttum Doğaç?

– Pınar Öğretmen’le sınıfı da gelecek değil mi?

– Evet, senin yeni sınıfın da gelecek bizimle.

– Ama öğretmenim…

– Hiç ama falan deme. Kantin harçlığına değiştin bizi. Aykut’a da yer olsa bırakıp gidecektin beni. Aykut, ne oluyor der gibi dönüp baktı bana. Gülümsedim.

– Aşk olsun öğretmenim! Çikolata fabrikası verseler bırakmam sizi.- Canım benim, peki inandım. Öğretmenimiz, fuar hakkında konuşma bir . Söyleşilerden, fuara katılacak ünlü yazarlardan, şimdiye kadar duymadığımız daha pek çok şeyden söz etti. Cumartesi için aileleriyle farklı planları olmayan arkadaşlarımızın hepsi katılacaktı.

Fuarın kapısında buluşma saatini belirledik, Erken saatlerde gidecektik; çünkü birkaç saatlik, alıştığımız gibi bir gezi olmayacaktı bu. Neredeyse bütün günümüzü kitap fuarında geçirecektik. Bütün gün teneffüslerde konumuz fuardı. Derste değil. Afet Öğretmen, bir konu hakkında yeterince zaman ayırarak açıklamalarını yapar, diğer derslerin o konu ile bir kez daha bölünmesine izin vermezdi. Hele yaptığı bir açıklamayı tekrar sormak!

Bu, doğrudan “Sizi dinlemedim.” anlamına gelirdi ve sınıfımızın kurallarına göre bu nezaketsizlik olurdu. Bu yüzden fuar, yalnız ilk ders konuşuldu ve bitti. Bize de teneffüsler kaldı tabii. Pınar Hanım’ın sınıfındaki arkadaşlarımızla plan yaptık. Onlara “Söyleşine katılacağımız yazar, öğretmenimizin çak önceden beri arkadaşı.” demek de çok havalı olmuştu hani. O gün de dersler yeni bir heyecanın tadıyla uçar gibi geçti.

– Merhaba oğul, kitap başındasın yine. Salih Tuncay mutlaka “Çok okuyor musunuz diye soracak. Ona evet diyebilmemiz için okumamız gerek. Hep okuruz, ama bu hafta biraz daha fazla okusak iyi olacak. Kitap da öyle güzel gidiyor ki babamın içeri girdiğini duymamışım bile. Kendini kaptırmışsın galiba, daha sonra konuşuruz

– Hayır hayır babacığım, gel lütfen. Ben de ara vermek üzereydim. Babam, iş dönüşü beni kapıda göremezse mutlaka odama gelirdi. Bugün de öyle oldu, onu kapıda karşılayamadım. Babamın yüzüne bakıp gülümsedim, o da bana gülümsedi. Fuardan söz etmeye başladım. Kitap fuarına mutlaka birlikte giderdik, sanınım babam bu ayrı planla mutlu olmadı. Babamın bizi kimseyle paylaşamamak gibi kolay anlaşılamayan huyları vardı, şu anda da bunu yaşıyor olmalıydı. Çok yoğun yaşamadıkça belli etmemeye çalışırdı, başaramazdı. Yüzünden anlıyordum.

Ünlü yazardan, öğretmenimizin çocukluğunda o ünlü yazarla mektup arkadaşlığından, yayınevlerinin farkından; fuar hakkında nelerden söz etmişsek her şeyi anlattım babama bir çırpıda. ilgisini çekmiş olmalı ki paylaşamama duygusu birkaç dakika sonra yüzünden silindi. Birkaç önemsiz soru sordu, sonra:

– Seninle bir şey konuşmam gerek.

– Evet, annem… Bugünkü düzensizliğimi konuşmuş olmalıydılar. Çıtır konusundaki uyarılar için hazırdım.

– Dinliyorum, babacığım.

– Bugün hepimizi ilgilendiren, ani bir karar verdim. Her zamankinden farklı bir sorunla karşı karşıyayız.

– Ne oldu baba? Beni korkutma, çabuk söyle.

– Söylüyorum oğlum, sabret! Uzun bir soluk aldı, bıraktı. Bana gülümsedi. Sonra devam etti:

– Bugün, le yerlimden ayrıldım oğlum. İstifa ettim.

– Çok korkulacak bir şey değilmiş.

– Nasıl korkulacak bir şey değil? İstifa ettim diyorum oğlum. Yeni bir iş bulmam hayli zaman alır. Biraz sıkıntı çekeceğiz sanırım.

Nedenini merak ediyordum, ama babamın üzün, tüsünü, kaygısını daha çok merak ediyordum. Benim babam, işsix kalacak! Tüm dünyadaki babalar işsiz kalır o halde. İşinde titiz olduğunu, çok iyi şeyler yap. tığını hem annemle konuşurlardı hem de konukları- mız gelince bununla ilgili övgüler duyardım. Böyle birinin işsiz kalmaktan korkması ne kadar anlamsızdı. Neden ayrıldın baba? Ne oldu ki?

– Terfi zamanıydı bugün, yani üst bölümlere geçenler açıklanacaktı.

– Sen, zaten müdürsün. Senin için he değişir ki? Değişir. Çalışanlardan biri, hak etmediği halde üst bölüme çıkarıldı; asıl hak edenin işine son – verildi. -Sen de latife ettin değil ml? – Evet oğlum. Ne yazık ki…

-Başka seçenek yok muydu?

-Denedim oğlum. Konuşmayı denedim, iş yeri sahibimize kabul ettirdim de…

– Eee, sorun kalmamış.

– Sorun kaldı. Bu defa, içten çıkarılan arkadaşçı geri dönmeye ikna edemedik.

– Sen de istifa ettin.

– Evet, doğrusu buydu. Babamın doğrularını anlamakta güçlük çekerdim. Kendisini doğrudan ilgilendirmeyen bir konu- ya istifa edecek kadar tepki göstermesini anlayamıyordum, ama arkadaşını savunduğu için bir yandan da babamla gurur duyuyordum. Annemle abim?

– Karar vermeden önce annene iş yerimden telefon ettim, birlikte karar verdik. Abin de az önce öğrendi.

– Senin kararın babam.

– Yerimden kalkıp babama sarıldım. Her zaman- kinden biraz daha sıkı… Beni hissetmesini istedim. Hadi gidelim, yemek hazır olmak üzeredir. Gidelim. Kitaba yemekten sonra devam  ederim.

“Yemek masasında mutlaka birlikte olmalıyız.” derdi annem. Böyle günler içinmiş. Yemekten sonra, günün yorgunluğunu herkes kendi başına atmak istiyor. Abim odasına çekiliyor. Annemle babam birlikte televizyon izliyor, sonra annem okulla ilgili işeriyle uğraşıyor. Ailenin başka işlerle uğraşmadan birbirine zaman ayırabileceği tek yer yemek masası. Zor günlerde ne kadar önemliymiş. Herkes sessiz. Aynı şeyi düşünüyoruz. O kadar yıl emek verdiği iş yerinden babamın kolayca ayrılışını… Aykutların evi aylardır böyleydi demek. Canım arkadaşım, nasıl katlanıyor acaba? Aynı şeyleri yaşamak korkusu yok, babama güveniyorum. Bir de babam kendisine güvense…. Sessizliği annem: Özleyecek misin?

– Özleyeceğim tabii. Şirketin son yirmi yılında benim emeğim var. Arkadaşlarım orada kaldı.

– Başka şehre gitmiyoruz ya baba, yine görüşürsünüz.

Görüşeceğiz tabii Deniz. Dile getirdiğin için açıklamak zorundayım, başka şehir olabilir. İzmir’de mermer işiyle uğraşan şirket az. Yeni bir işin yöneticiliğini öğrenip tutunabilmem çok zor olur, Başka şehre gitmek zorunda kalabiliriz. Evimiz? Birlikte olduğumuz her ev bizim. Annemin bayin?

– Tayinim çıkar. Birkaç ay sürer belki. Sorun olacağını sanmam. Boğazım düğümlendi. Keşke her şeyi bir arada konuşan bir aile olmasaydık. Keşke büyükler kendi aralarında sorunları halledip bize sonucu bildirselerdi. Keşke başka evler gibi “Senin aklın ermez.” deyip sustursalardı. Her şeyi bilmek, her şeyi yaşamak zorunda mıyım? Normal olan, nasıl da acı geliyor bana şimdi. Başka bir şehirde nasıl yaşarız. Yeni arkadaşlar, yeni komşular, yeni okul… Bu yılın sonunda sınıf arkadaşlarımdan zaten ayrılacağım, tamam. Yine aynı mahallede olacağız, pek çoğuyla gelecek yıl aynı sınıflara rastlayacağız. Her şeyi bırakıp gitmek; hiç kimseyi tanımadığın bir sınıfa girmek, mahallede oturmak ne kötü… Böyle bir şey yaşamayı hiç düşünmemiştim.

Sessizliği annem bozdu Gidiyormuşuz havasına girmeyelim hemen. En kötü olasılığı konuşuyoruz, öyle değil mi? Tabii ki öyle. Bugün, işsizliğimin ilk günü… Hepimiz için zor, ne düşünmemiz gerektiğini bilemiyoruz. Birkaç gün içinde başka olasılıklar da aklımıza gelir. Tabaklarımızı karıştırmaktan vazgeçelim de yemeğimizi bitirelim, dedi babam.

-Gün doğmadan neler doğar, dedi annem, gülümsedi. Hepimiz gülümsedik. Ben, babama güveniyorum. Onun kendisine güvendiğinden daha çok güveniyorum. Bir şeyi yapmaktan çekinsem, öyle derdi bana: “Senin kendine güvendiğinden çok güveniyorum ben sana. Aynı cümleyi babam için düşünmek zorunda kalacağım aklıma gelmezdi. Düşündüm sadece, söyleyemedim. Küçüklerin büyükler için cesaret cümleleri kurmaları hoş değil. Son konuşmalar, üzerimizdeki sıkıntıyı hafifletmişti, Babam bana döndü:

– Fuara bu yıl bizimle değil sınıfıyla gidiyormuş oğlumuz, dedi sitemli bir sesle.

Sabah, her zamankinden zor uyandım. Kitaba kapıldığım için alıştığım saatten bir saat daha geç yatmıştım. Çıtır’ın gece maceraları da eklenince her şey birbirine girdi, Annem saatimizi kesinlikle sektirmezdi. Uyanmakta zorlandığımı görünce hayıflanma başladı: Ah Doğaç, ah! Geç uyudun değil mi? Gözünden anlarım ben senin. Ne çabuk sabah oldu.. Her zamanki gibi sabah oldu, saatin şaşırdı sadece.

Kalk bakalım. -Erken çaldı saat? Saatte bir şey yok, senin vücut saatin bozuldu. Plansızlıktan… Dün evden çıkarken uyarımı anladığını söylemiştin. Vücut saati… Alışkanlıkların dışına çıkmak… Kocaman bir saat, fakat bozulmaya çok yatkın, Aşk olsun, vücut saatim! Ne olur hemen bozulmasan,. biraz daha hoşgörülü olsan? Arkadaşlarımın çoğu uyku saatlerine dikkat etmiyor. Gece yarılarına kadar aileleriyle oturduklarını söylüyorlar. Onların saatleri hiç bozulmuyor. Benimki, alışkanlığın dışına çıkar çıkmaz bozuluyor.

Hayır, hayır! Arkadaşlarım, geç yatmak yüzünden gün boy bozuk bir saatle dolaşıyorlar. Yatakta naz yapma şansım yok. Abim çoktan çıkmıştır, okulu uzak. Ben oyalanırsam annem benim yüzümden işe geç kalır. Kalktım. Saate baktım. On beş dakika geç uyanmışım. Aman Allah’ım! Hemen fırladım Babam, çıkmıştı. Annem, “Onca yıl sonra işsiz geçirdiği i ilk gün evde tek başına kalmamalıydı, çıktı az önce” diyerek durumu açıkladı. İyi fikir. Kahvaltımızı annemle birlikte yaptık. Bir gece önce, uzun uzun sohbet ettiğimiz masada.. Her sabah annem şakalaşırdı benle. Her şeyimin hazır olduğunu bile blie, kontrol edip etmediğimi sorar, yanıtlarıma kahkahalarla gülerdi. Bugün şakalaşmadı. Dudaklarında zoraki bir gülümseme.

Simit, yerleşmeye çalışıyordu. Aykut, erken gelmişti. Hayret!

-Ooo, erkencisin bugün? -Hayır, sen geciktin, deyip bastı kahkahayı. Gerçekten ben gecikmiştim. Öğretmenin sınıfta olduğunu fark etmemiştim bile. Sanırım hâlâ uyuyordum. Afet Öğretmen, bana doğru bakıp gülümsedi. Selam vermeden girmeme kızacağını düşünüyordum, tek kelime etmedi. Aykut’a döndüm:

-Kitaba takıldım hâlde eylad – Sen kitaba takıldın, Çıtır da sana…

– Aynen öyle… İlk ders matematikti. Zinde, normal kafayla bile zor anladığım ders… Kafamda öyle çok Şu halde nasıl anlayayım? Teneffüs zilinin çalmasını bekliyor, bir an önce Aykut’la konuşmak istiyordum. Nihayet zil çaldı. Benimle gel.

– Nereye, neler oluyor? Bahçeye çıktık. Bahçenin uzak bir köşesine kadar yürüdük. Uzaktan, oyun için seslenenleri duyacak durumda değildim. Aykut, sonraki teneffüs diyerek hepsini atlattı.

Ne oldu, anlatsana.. Babam, işten ayrıldı. Annen var? Kendi dünyasının yanıtını vermişti. Annesi çalışmıyordu ya… – Evet, annem çalışıyor. Babam işten ayrılmadan. Bir yer daha bulur. Nasıl olmuş?

– Bir arkadaşı haksızlığa uğrayınca istifa etmiş. – Annen çalışıyor tabi, istifa etmek kolay Yine kendi dünyasının yanıtıydı, üstelik son derece haklıydı. Haklısın, fakat o kadar da kolay değil tabi. dedim. “Annemle birlikte karar vermişler.”

– Böyle bir şeyi ilk defa yaşadın. Zor geliyor de değil m?

 – Zor gelmez mi, seni şimdi anlıyorum.

-Kaçar’ın vücuttaki benimkinden titiz. Okul dönüşü yarım saat kadar, onun oyun saatine rastlıyorum. Nelerden hoşlandığını henüz tümüyle bilmiyorum. yavaş yavaş öğreniyorum. Yarım saat sonra uyku saati geliyor. Önce diliyle, partileriyle kendisini temizliyor, sonra uyuyor. Bugün de öyle yaptı. Bir de gece uyusa.. Annemin yanına gittim. Mutfak masasına oturmuş kitap okuyor. Sanırım annem de kitap okumanın erteleyemeyeceği sıkıntı yoktur diye düşünüyor. İçeri girdiğimi duymadı bile. Annem Gel Doğaç’ım. Çıtır uyudu mu yine?

– Teneffüs boyunca konuştuk. Babamın becerik bir yönetici olduğunu, uzun süre işsiz kalmayacağı kendimi boşuna üzdüğümü söyledi. Hiç söylemediği bir cümle çıktı ağzından: “Keşke benim babam da senin baban gibi eğitimli olsaydı. O kadar işsiz kalmazdı, o kadar güçlük yaşamazdık.” Haklıydı. Aynı durumda gibi görünüyorduk, sonuçta aynı durumda değildik. Babam, iş seçmekte zorlanacaktı belki.

Oysa Aykut’un babasının seçmek gibi bir şansı bile olmuyordu. Her şeyi söyledim, ama şehir dışına taşınma olasılığını dile getiremedim. Aykut için bu kadarı fazla olurdu. Konuşmaya dalmış, derse geç kalmıştık. Özür dileyerek içeri girdik. Afet Öğretmen, ikinci gecikmeme de gülümseyerek karşılık verdi. Yerlerimize geçtik. Bir ders daha matematik vardı. Kendimi toplamaya çalışsam da başaramıyordum. Babam işsiz.

Babamın işi yok. Şimdi nerededir acaba? Bu saatlerde dışarıda ne yapılacağını bilmez ki? Onun için çok zor bir gün olmalı. Bir ders durgun, sonraki teneffüs neşeliyim. Ya da tam tersi.. Ben gön Böyle gayri Neşeli olduğum zaman, sıkıntıları unuttuğum için kendime kızıyorum. Sonra kendi kendime diyorum ki “Sıkıntıları unutmamamın babama yararı yok. Neşeyi  unutmam olmam daha iyi. Bütün günü gelgitlerle bitirip eve döndüm.

Çıkış zili çalar çalmaz neredeyse koşarak eve gittim. Çıtır, annemle birlikte kapıda karşıladı beni, Evimize alışmak üzere… Belki de Yusuf’un söyledi gibi kendi evinde bizim varlığımızı kabullenmek üzere… İlk günden itibaren hayvanlar konusunda ailecek çok an bilgimmiş olduğunu fark ettik. Çıtır, gerçekten muhteşemdi. Sevildiğini anlıyor gibi hareketleriyle hepimize karşılık veriyordu. Minik dostum benim. Tırmalama tahtası inanılmaz işe yarıyor.

Ona ne yapması gerektiğini gösterecek kimse yok yanında, buna karşın tırmalama tahtasını nasıl kullanması gerektiğini biliyor. En büyük korkumuz evi kirletmesiydi. Kumundan başka hiçbir yeri kullanmıyor. Küçük, delikli bir kürek yardımıyla kumunu her gün ben temizliyorum. Su kabını yıkıyorum, Her zaman da mis gibi kokuyor. Kendisine özgü, hoş bir kokusu var. Kedilerin dillerinde onların mikroplardan arınmasını sağlayan özel bir madde varmış. Çıtır önce patisini yalıyor, sonra diliyle ulaşamayacağı yerleri patisiyle temizliyor. Onu izlemek çok hoşuma gidiyor.

Çıtır’ın vücuttaki benimkinden titiz. Okul dönüşü yarım saat kadar, onun oyun saatine rastlıyorum. Nelerden hoşlandığını henüz tümüyle bilmiyorum. yavaş yavaş öğreniyorum. Yarım saat sonra uyku saati geliyor. Önce diliyle, patileriyle kendisini temizliyor, sonra uyuyor. Bugün de öyle yaptı. Bir de gece uyusa.. Annemin yanına gittim. Mutfak masasına oturmuş kitap okuyor. Sanırım annem de kitap okumanın erteleyemeyeceği sıkıntı yoktur diye düşünüyor. İçeri girdiğimi duymadı bile. Annem Gel Doğaç’ım. Çıtır uyudu mu yine?

– Uyudu. Babamdan haber var mı? Birkaç kez telefonlaştık. Güzel vakit geçirdi bugün. Arkadaşlarıyla görüşmüş. “Akşam için yemek hazırlamayalım, dışarıda yiyelim.” dedi az önce. Hep birlikte bir yerlere gitmeye bayılırdım. Hele yemeğe… Bugün hiç keyfim yok. Hepimiz sıkıntıyız, zoraki bir yemek olacak. Yarın da fuar günü… Onu bile canım istemiyor.

Birkaç saat sonra, İnciraltindaki restoranlardan birindeydik. Yalnız değildik. Babamın dün istifa etmesine neden olan Nevzat amca, eşi Türkan teyze ve kızları Ayça ile birlikte. Ayça benden bir yaş küçük. Hakkında hep güzel şeyler konuşulur ailemizde. Inciralt’nı çok severim. Deniz kokusu, insan sesleri birbirine karışır. Bugün ne insan seslerini duyuyorum. Bir gün önce babalan işlerini kaybetmiş iki aile dertleşmek için sanırım, bozuk suratlarla oturuyoruz. Babam ve Nevzat amca neşeler. Belki de öyle görünmeye, moral vermeye çalışıyorlar. Bilmiyorum.

– Yemekten önce konuşalım mı Zafer Bey, dedi Nevzat amca.

– Evet elbiselerini rahat giyebilsinler. Neler oluyor? Sanırım güzel haberler var. Güzel haberlerimiz var. Sözü Nevzat Bey’e bırakıyorum, dedi babam. Nevzat amca suyundan bir yudum aldı, konuşmaya başladı: Evet, güzel haberler… Ama izin verirseniz, Zafer Bey’e dün benim için yaptıklarına teşekkür ederek aşlamak istiyorum. Acele etmeden anlatacağım.

Babanız, birlikte çalışmaktan daima mutlu olduğum müdürümdü. Bu yalnız benim değil, birlikte çalıştığımız herkesin fikri.

– Teşekkür ederim Nevzatçığım, dedi babam. Nevzat amca gülümseyerek karşılık verdi, sonra sözlerini sürdürdü:

– Dün Zafer Bey’in istifa etmesine, benim işten çıkarılmamdan daha çok üzüldüm. Bunu söylediğimde “Seni severim, bu başka bir şey. İyi ki dönmeyi kabul etmedin, artık huzurlu çalışamazdık. Aynı zamanda kendi doğrularım için de böyle davranmak zorundaydım.” dedi. Sanırım, bu sözler bugün size vereceğimiz güzel haberin nasıl ortaya çıktığını açıklıyor.

Kendi doğrularımız için her şeyi göze almak Zafer Bey’den öğrendiğim, önemli bir bakış inanılmaz şeyler almış. Babamın da işleyişini çok beğendiği başka bir mermer firması bizimkilere iş teklif etmiş. Uzun süredir babamı, Nevzat amcayı izliyor, firmalarının yeni kurulacak Güzelbahçe şubesi için istiyorlarmış. İkisi birden işten ayrılınca hemen harekete geçmişler, ama babama söylemeye cesaret edememişler. Önce Nevzat amcaya ulaşmışlar.

Olan biteni öğrendikten sonra babamı firmaya davet etmişler. Ayıldıkları şirketteki ama daha iyi maaşla babam da Nevzat amca da yeni firmalısıyla anlaşmışlar. Evlerimizin bir gece önceki hüznünü unutturmak için de bu güzel haberi bir yemekte açıklamayı uygun bulmuşlar. Babalarımıza haberi geciktirdikleri için sitem ettik, ama üzüntüyle başlayan yemek büyük bir mutluluğa dönüştüğü için onları affettik.

İşte benim babam! Ona güveniyordum. İyiliğini iyi yapan insanlar mutlaka, ama mutlaka kazanırlar derdi. Bir kez daha kazanmıştı. Annem telefonunu çıkardı. Afet Öğretmeni aradı. Her şeyin yolunda olduğunu, yeni iş için kutlama yemeğinde olduğumuzu söyledi. Anlam verememiştim.

-Sabah beni aradı. Doğaç’ı her zamankinden farklı görmüş, bir onun olup olmadığını sordu. Babasının işten ayrıldığını, onu düşünüyor olabileceğini söyledim. Afet Hanım, çok üzülmüştü hemen ona haber vermek istedim. Demek bunun için öğretmenim gecikmelerime, dalgınlığıma sessiz kalmıştı. Çok şaşırdım.

Yemek çok güzel geçti. Abim, Ayça ve ben, masanın ucunda   uzun uzun konuşma şansı bulduk. Ayça maceraları eksik olmayan bir kızdı. Onun maceralarını dinledik. Son günlerdeki en güzel aile toplantılarından biriydi. Geç olmuştu, buna karşın kimse gitmek niyetinde değildi. Gönüllü gönülsüz, kalktık. Babalarımız yeni işlerine alıştıktan sonra bir kez daha burada buluşmaya karar verdiler. Eve gider gitmez uyudum. Onca yorgunluktan sonra öyle iyi uyumuşum ki Çıtır’ın gece beni uyandırıp uyandırmadığını hatırlamıyorum bile.

Sabah erkenden, vücut saatim ve moralim düzelmiş bir şekilde uyandım. Ne güzel bir gün! Neşeli bir kahvaltıdan sonra babam beni arabayla fuarın girişlerinden birine, buluşacağımız yere bıraktı. Fuar çok büyük bir alana kurulduğu için pek çok giriş kapısı vardı. Lozan Kapısı, Montrö Kapısı gibi tarihi adları olan kapılar… Birkaç dakika sonra iki sınıf da hazırdı. Bizim sınıfımız ve Pınar Öğretmen’in sınıfı… Kitap fuarının düzenlendiği binaya doğru yürümeye başladık. O karışıklıkta bir fırsatını bulup Aykut’a fısıldadım: Babam, iş buldu! – Çok sevindim. Bak, bir gün sürdü.

– Umarım senin baban da benim babam kadar şanslı olur. Başını salladı Aykut. Aynı konuda sıkıntı çeken birinin yanında kendi mutluluğunu uzatmamak gerekiyor. Bu konuda daha fazla konuşmadım. Fuar alanının içinde, kitap fuarının düzenlendiği binaya doğru geniş bir yürüyüş yolunda ilerliyoruz. Yolun çevresinde yüksek ağaçlar, farklı bitkiler, küçük binalar var.

Kitap fuarının yapıldığı bina göründü işte. Henüz erken olmasına karşın pek çok insan var. Hiç olmazsa ilk saatlerde kalabalığı çekmek zorunda kalmayacağımızı, rahat rahat dolaşacağımızı düşünmüştüm. Zannettiğim kadar rahat olamayacağız sanırım. Kitaplara çok zaman ayırmak isteyenler, erkenden gelmişler. Fuar binası birkaç spor salonu büyüklüğünde. Tam girişte kocaman bir bez levhaya etkinlik programı asılmış. İki sınıf, etkinlik levhasının önünde durduk. Biraz Pınar Öğretmen, biraz Afet Öğretmen konuşarak etkinlikleri açıkladılar. Kimler kimler var, inanılmaz!

Kitapların Dünyası
Kitapların Dünyası

– Görüyor musunuz çocuklar, bir hafta boyunca bu binada ne güzel şeyler konuşulacak. Çevre sorunları, hayvanlar, müzik, edebiyat, resim; aklınıza gelebilecek her şey var burada. Pek çoğuna ilgi duyduğunuzu biliyorum. Ne yazık ki hepsine katılmak olanaksız; çünkü binada pek çok konferans salonu var, birkaç etkinlik aynı anda gerçekleştiriliyor. Her yıl kitap fuarına katılmayı alışkanlık hâline getirirseniz bu yıl kaçırdığınızı, gelecek yılki programda bir parça telafi edebilirsiniz.

Şimdi levhada bugünün etkinliklerine bakar mısınız, özellikle dördüncüsüne… Saat 12’de size sözünü ettiğim yazarın, Salih Tugay’ın söyleşisi var. Konusu “Sanat ve Çocuk’ Kaçırılmayacak bir yazar, kaçınılmayacak bir konu… Söyleşi başlayıncaya kadar sınıflara ayrılarak fuarı dolaşalım, sonra da söyleşiye katılalım.

Erken saat olduğu için çok kalabalık değil, pek çok yazarla konuşma şansı bulacaksınız. Görmenizi istediğim birkaç yayınevini size tanıttıktan sonra gruptan ayrılarak dolaşabilirsiniz. Hadi başlayalım mi? Öğretmenlerimiz önde biz arkalarında, fuar salonuna girdik. İşte canlı kütüphane, karşımızda!

Yüzlerce yayınevinin kimine büyük, kimine küçük odalar vermişler. Odaların önleri açık, hepsinin önlerinde ve raflarında binlerce kitap… Ne kadar çok yayınevi var! Yan yana sıralanıp gidenler de var; orta bölümlerde çevresi kitaplarla çevrili ada biçiminde olanlar da… Yalnız kitap değil ortamı renklendiren. Afişler, posterler, üzerinde özel baskılar alan kupalar, rozetler, özellikle gençleri ilgilendiren pek çok şey var.

Fuara hiç bu kadar erken gelmemiştim. Kalabalıktan yalnız önümdeki odayı görebilirdim, şimdi göz alabildiğine görebiliyorum. Korktuğum kadar kalabalık değil, bu iyi. Sınıf olarak geldiğimiz fark ediliyor. Kitaplarını yerleştirip güne hazırlanan tezgâhtarlar, yanlarında yazar olduğunu tahmin ettiğim insanlar bize doğru gülümsüyorlar. Bu tür etkinliklerde o kadar doğal ki bu. İnsanlar aynı amaç için bir araya gelmişler, ortak ilgileri kitap.

Birbirlerini tanımasalar bile durup dururken konuşmaları, selamlaşmaları, birbirlerine gülümsemeleri çok güzel. Bir kitapçının raflarını izlerken aynı kitaba el uzatıp sonra da uzun süreli dost olanlar varımdır acaba? Bence vardır. İki insanın birbirine benzerliğini en iyi kanıtlayan, aynı kitaba ilgi duymaları değil midir? Bence tanışır tanışmaz dost olsunlar. Ne güzel olur! Kendimi kitapların neden olduğu büyülü dünyaya bırakıvermişken Afet Öğretmen’imin sesiyle kendime geldim: Dünden beri ilk olarak nereden başlamayız diye düşünüyordum, sonunda en doğru olanı buldum.

-Posterlerden başlayalım öğretmenim! -ilkim, müzik fuarı değil kızım, kitap fuarı burası. Burada senin beklediğin kadar poster olduğunu sanmıyorum. Bizim sınıf kahkahalarla güldü, diğer sınıf niye bu kadar güldüğümüzü anlayamadı. İlkim ‘in müzik düşkünlüğünü, narincik olduğunu hepimiz bilir, zaman zaman ona takılırdık. Posterleri gezmek niyetinde değildi, takılmalarımızın intikamı için posterlerden başlamak istediğini söylemişti. Afet Öğretmen’imiz devam etti:

İlkim, poster demişken çocuklar. Ziyaret ettiğimiz her yayınevinden kitap almak zorundayız, yeterince harçlık getirdiniz değil mi? – Öğretmenim, bende o kadar para yok ki, dedi Aykut, birdenbire… Bütün sınıftan, yine kahkahalar,. Aykut birkaç saniye sabretmeyi beceremez, küçük bir şakayı bile birden ciddiye alıverirdi. Tepkisi de aceleciliği, telaşı yüzünden komik düşerdi. Sanırım öğretmenimiz, henüz cümlesine başlarken tuzağa ilk düşenin Aykut olacağını da bilirdi. Cümlesi biter bitmez Aykut’a baktığına göre…

Çocuk yayınlarını, Türkiye’de ve dünyada önde gelen yazarların yapıtlarını yayımlayan yayınevlerini öğretmenlerimizin eşliğinde gezdik. Öğretmenlerimiz pek çok yazarla tanışıp konuştular. Yazarlar, kitaplarının içeriklerinden söz ettiler bize. Büyüdükçe adlarını duyacağımız pek çok önemli insanı şimdiden tanımak ne hoş. Yazarların hepsi hep gülümseyen, güzel bakışlı insanlar…

Eminim, yıllar sonra yetişmemizde ne kadar önemli olduklarını, niçin bu kadar ünlü olduklarını anlayınca onları tanıdığım, onlarla konuşma fırsatı bulduğum bugünü hatırlayacağım. Yazarlar hep gülümseyen, güzel bakışlı insanlar; ama çocuk yayınlarında tanıdığımız, bizim için yazan yazarlar daha başka sanki… Bizi öyle sıcak karşıladılar ki… Dört yıldır, pek çoğunun kitabını okumuşuz; onları capcanlı karşımızda görüyoruz. Aygün Aslan…

“Suçlu Begüm mü?”yü hatırlıyorum; arkadaşlarımıza karşı peşin hüküm vermemek… Sonra, Göksal Aslan. “Başkanın Başarısının sorunları olumsuzlukları öne çıkarmak yerine güzellikleri ortaya çıkarmaya dayalı olduğunu nasıl unuturum? Sözde yeni tanışıyoruz, ama yazdıklarından onları öyle iyi tanıyorum ki…

Nasıl yeni tanışmış gibi davranayım? Kitaplarıyla kendimizi bulmamıza yardım eden pek çok yazara teşekkür etme şansı bulmuştuk. Bu fuar çok farklı, çok güzel bir şey… Öğretmenimizin görmemizi istediği yayınevlerini, konularına göre tanımamızı istediği yerleri birlikte dolaşmıştık; şimdi serbest zamanımızdı. Saat 12’de, Salih Tungayın söyleşisine kadar.

Söyleşinin başlamasına birkaç dakika kala, he- pimiz söyleşinin yapılacağı salonun girişindeydik. Öğretmenlerimiz, bizi sahneyi kolay görebileceğimiz koltuklara yerleştirdikten sonra Salih Tungay karşılamak üzere salonun girişine döndüler. Bir metre kadar yükseklikteki sahnede bir masa, geniş bir koltuk, mikrofon, siyah bir çanta ve su… Masanın üzerindeki küçük tabelada “Salih Tungay

– Çocuk ve Sanat” yazısı okunuyor. Sahnenin önü, sahne kadar sakin değil. Kameralarla kameramanlar, fotoğraf makineleriyle fotoğrafçılar hazır. Salonda bizimle birlikte beş yüz kişi kadar var. Öğretmenlerimiz ilgilileri bilgilendirmiş olmalı ki bizim yerlerimiz bir arada olacağımız şekilde ayrılmıştı. Salonun küçükleri de biziz. Çoğunlukla öğretmenlerimiz yaşında ya da öğretmenlerimizden biraz daha büyükler.

Afet Öğretmen’in okul törenlerindeki titizliğini bildiğimiz için tüm esprilerimizi, taşkınlıklarımızı, şımarıklıklarımızı cebimize koyduk; son derece sakin bir biçimde koltuklarımızda oturuyoruz. Büyük adamlar gibi… Öğretmenimiz toplum içindeki davranışlarımızın, hem ailemizin hem de öğretmenimizin görüntüsü olduğunu sık hatırlatır bize.

Yalnız törenler mi? Otobüslerde nasıl davranmalıyız, alışveriş sırasında hangi cümleleri seçmeliyiz, birbirimize karşı şakaların sınırı nedir; öğretmenimiz ayrıntısıyla, örnekleriyle defalarca anlatır bize. “Eğitimli, modern insan nasıl davranması gerektiğini bilir, nazik olur, taşkınlıktan kaçınır der.

Öğretmenimizi etkileyen, onunla uzun yıllardır tanışan bir yazarı tanıyacak olmanın heyecanını bile bastırmak zorundayız. Arkadaşlarımın yüzlerine bakıyorum; hepimizde aynı kaygılar, bastırmaya çalıştığımız heyecan, olabildiğince de merak var. Afet Öğretmen gibi farklı bir öğretmenin kişiliğini etkileye- bilmiş bir yazar, acaba nasıl biri? Heyecanımız uzun sürmedi. Arka taraftan alkış sesleri gelip herkes ayağa kalkmaya başlayınca arkamıza döndük.

Salih Tungay, dinleyicilerine gülümseyerek, başıyla hafifçe selam vererek salona girdi. Yanında öğretmenlerimiz var. Salih Tungay, içten bir şekilde Afet Öğretmen’imize sarılarak yürüyor, Pınar Hanım da onları izliyor. Yanımıza geldiklerinde durdular. Salih Tungay, sıcacık bir gülümsemeyle “Merhaba, hoş geldiniz Çocuklar. dedi. Hepimiz, kendimiz- ce seçtiğimiz sözcüklerle yanıt verdik. Salih Tungay “Afetçiğim, siz de buyurun.” diyerek öğretmenlerimizi nezaketle koltuklarına yönlendirdi, sonra yavaş adımlarla yandaki merdivenlerden sahneye çıktı.

Saçlarında bir tek siyah tel kalmamış, yetmiş yaşlarında Salih Dede… Yıllarca çocuklara güze mesajlar vermekten, iyi şeyler düşünmekten yumuşamış bir yüz, sıcacık bakışlar… Arkadaşlar “Bizimle de mektuplar m? diye sorduğunda öğretmenimiz “Bilmem, onu tanıyınca siz karar verin.” demişti. Anladım. Biraz daha genç olsa, bu kadar yorgun görünmese eminim mektuplaşırdı. Öğretmenimiz “Çok yaşlandı. demek istememiş. Her şeye rağmen, beş yüz kişilik bir salonun siz beklemesi yaşam boyu yorgunluğa değmez mi?

Salih Dede ayakta, ceketinin önü ilikli, alkışların dinmesini bekledi. Her alkış, eski bir teşekkürün izi almalı. Alkışlar dinince başıyla hafif bir selam verdi. sağ elini kalbinin üzerine koydu, sonra yerine oturdu. Salon da oturdu. Salih Dede, mikrofonu önüne çekip İzmirli dostlarım, teşekkür ederim. Hoş gel- diniz, onur verdiniz, dedi. Yine alkışlar… Aaaa! Her cümlesinde alkışlarlarsa birazdan koltuklarda uyu- maya başlarız biz.

Bir şiiri, bir töreni alkışlar gibi de değil. Yavaş yavaş… Teşekkür eden, ritimli alkışlar… Sonunda durdular. Salih Dede devam etti:

– Kitap dostlarına seslenmeden önce beni çok mutlu eden bir durumu sizinle paylaşmak istiyorum. Aranızda, henüz genç bir yazarken tanıdığım bir kız çocuğu var. Ortaokul ikinci sınıftayken bir kitabımdan çok etkilenmiş; kitapta beğendiği ya da eleştirdiği yerleri çocuk diliyle içten bir biçimde bana mektupla bildirmiş, sonra da ömür boyu dostum olmuş bir eski okuyucum var. Yanında da onun değerlileri. Küçük kız öğretmen olmuş, hem de çok iyi bir öğretmen olmuş; bugün değerlilerini de peşine takıp bana gelmiş.

Sevgili dostum, Afet Öğretmen… Aman Allah’ım, nasıl güzel bir konuşma böyle! Bizim öğretmenimizden söz ediyor! Afet Öğretmen, mahcup bir yüzle ayağa kalktı, önce Salih Dede’yi, sonra dönüp salonu selamladı. Teşekkür ederim, güzel kızım. Beni çok mutlu ettin, dedi ve devam etti: “Hepiniz beni çok mutlu ettiniz sevgili konuklar. Söyleşimizin konusu Çocuk ve Sanat’. Ömrünü çocuklara seslenmeye adamış yaşlı bir yazar, seslendikleri ile yıllar sonra buluşunca neyi konuşur? Tabii ki çocuk ve sanatı…

Kitapların Dünyası
Kitapların Dünyası

İkisi arasında bağ kurmayı başarmışım ki yıllar önce kitaplarımı okuyanlar, birer yetişkin olduklarında tekrar beni görme lütfunda bulunmuşlar. Var olsunlar! Salih Dede, güzel cümlelerle başladığı söyleşisini bir saate yakın sürdürdü. Öyle candan, öyle karşılıklı konuşma havasında söyleşti ki korktuğum olmadı, dinleyiciler her cümlesinden sonra alkışlamadılar. Dertleşir gibi konuşunca alkışlama şansı bulamadılar. Konuşması bizden çok yetişkinlere yönelikti. Aklımda kalacak cümleler de duydum:

– Çocuğu aile, okul, öğretmenler yetiştirir deriz de kitapları saymak hiç aklımıza gelmez. –

Önce sanat… Çocuklarınız sanatla güzel bakmayı öğrenecek ki güzel yaşamlar kurabilsinler. Matematiği, dil kurallarını öğrettin. Yetti mi? Çocuk bir resme, bir filme bakınca güzel bulup bulmadığını söyleyemiyorsa eğitilmiş sayılır mı? Hiç siz insanları yumruklayan bir ressam, bir yazar, bir şair gördünüz mü? Söyleşi bitti.

Sahne bir anda Salih Dede’nin etrafında kalabalıklaştı, birebir konuşmalar oldu. Afet Öğretmen, yerlerimizden kalkmamamızı, beklememizi söyledi. Aykut’la birlikte Salih Dede’ye çiçek unduk. Bizi öperek, bize sarılarak teşekkür etti, Sonunda salon boşaldı, Salih Dede yanımıza geldi. Önce Afet Öğretmen’e sarıldı, Verda’yla konuştu, sonra bize döndü: Sizi görmekle nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Öğretmeninizin dünyası benim kitaplarımla şekillendi, sizin dünyanız da onunla şekilleniyor. Peki, çocuklar nasıl bir dünya düşler?

Onların gelecekteki dünyalarında kentler, mahalleler, aileler, okullar, parklar, dostluklar nasıl? Çocuklar her şeyi yalın haliyle görüyorlar. Düşündüklerini en kısa ve en içten biçimde dile getiriyorlar.’ diye düşündüm ve onlardan düşledikleri dünyayı öyküler- le anlatmalarını istedim. İki yıldır üzerinde çalışıyorum, ama henüz kitaba almaya değecek yedi öyküye ulaşabildim. Bana yardım eder misiniz? Müthiş bir fikir! Yetişkinlere doğrudan seslenme şansı bulmak ne iyi olur. Keşke ben de iyi yazabilseydim, içimde düşündüklerimi yazıya geçirecek cesaretim olsaydı.

– Afet Hanım’ın sınıfında da benim sınıfımda da size yardım edecek çocuklarımız var Salih Bey. dedi Pınar öğretmen. – Hepsi yapar Pınar Hanım. Kalemin götürdüğü yere gitmeyi bilsinler, içlerindeki güzel çocuk ruhunuzda eklediler mi neler neler çıkar ortaya. Afet kızımın mektuplarını hatırlıyorum. Çok değerli bir romanı okumaya başlar gibi nasıl heyecanla açardım. Çocukların ilgiyle okuduğu bir yazarsınız, ama çocukların birinden gelecek mektubu dört gözle beklersiniz. İnanılır gibi değil, ama Afet kızım bana defalarca yaşattı bunu.

Öğretmenlerimiz, Salih Dede’nin kitabına katkı sağlamak isteyen arkadaşları belirleyeceklerini, onlara gereken açıklamaları yapacaklarını söylediler. Saatlerce Salih Dede’yi dinleyebilirim. Öyle içten, öyle sıcak konuşuyor ki… Her cümlesiyle insanı rahatlatıyor, mutlu ediyor. Söyleşi sonundaki yorgunluğuna rağmen bizimle biraz daha kaldı, bize sorular sordu, bizimle şakalaştı. Sonunda ayrılık zamanı geldi. Hepimize sağlıklı, başarılı, mutlu bir gelecek diledi ve yanımızdan ayrıldı.

– Güzel bir gün geçirmiş olmanızı diliyorum çocuklar. Bana sormayın, benim sizinle geçen her anım zaten güzel. Hele yanımda Verda da olunca… Şimdi yorgunuz. Fuarın, söyleşinin değerlendirmesini okula bırakalım. Artık çıkalım, aileleriniz de gelmek üzerelerdir, onları bekletmeyelim.

Nasrettin Hoca FıkralarıEzop Masalları


Benzer İçerikler

Kardan Adam Masalı
Kardan Adam Hikayesi
Uçmasını Öğrenmiş, Ama...
Uçmasını Öğrenmiş, Ama Hikayesi
Sütçü Kızın Hayali Masalı
Sütçü Kızın Hayali Hikayesi
Sabır Çiçeği Hikayesi
Sabır Çiçeği Hikayesi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Masal Oku | © 2023, Tüm hakları saklıdır.