Gökkuşağı Mahallesi’nde, sabah güneşi yeni yeni çimenlere sarı pullar dökerken, Dört Yaprak Parkı’nda çocuklar toplanmıştı. Etrafta serçeler pıt pıt zıplıyor, fıskiye “şıpır şıpır” su serpiyor, parkın kedisi Pıtırtı saksıların arasında saklambaç oynuyordu. Elif, boynunda sakız pembesi bir fularla geldi. Mert çoktan koşmaya başlamıştı bile, ayakkabıları “fırt fırt” diye ses çıkarıyordu. Duru, saçlarına iki mor toka takmış, biraz utangaç, ama gözleri kocaman ve meraklı. Ali’nin cebinde tebeşirler vardı beyaz, mavi, sarı, hatta parıltılı olanından.
“Ne oynayalım?” dedi Elif, ellerini beline koyup. Mert hemen atıldı: “Köşe kapmaca! En hızlı ben olurum!” Duru, “Ben hiç doğru dürüst oynamadım,” dedi kısık sesle. Ali gülümsedi. “Ben tebeşir getirdim. Yerleri çizebiliriz, daha kolay olur.”
Hep birlikte parkın yumuşak zemininin üzerine kocaman bir kare çizdiler. Her köşeyi farklı renge boyadılar: kırmızı, mavi, yeşil, sarı. Ali anlattı: “Karelerin dört köşesi olur. Her köşede bir çocuk durur. Ortada bir ebe olur. Ebe, köşeler boşalınca ortadakilerden bir köşeyi kapmaya çalışır. Köşedekiler de boşalan köşeye koşar. Ebe kaparsa, biri ebe olur.” Duru başını salladı. “Anladım galiba.”
Mert zaten hazırdı: “Ben ebe olmak istemem.” Elif omuz silkti. “Ben olurum, sorun değil.” Duru gülümsedi. “Teşekkür ederim, Elif.” Parkın rüzgârı hafifçe esince, tebeşirle boyanan köşeler sanki fısıldadı. “Kıkır!” gibi bir ses duyuldu, sonra mavi köşeden minik bir ışık çıktı. Elif gözlerini kırpıştırdı. “Bunu da duydunuz mu?” dedi. Ali şaşkındı. “Herhalde rüzgâr.”
Oyun başladı. Elif ortada saydı: “Bir, iki, üç!” Mert kırmızı köşeden sarıya yıldırım gibi koştu, Duru yavaşça yeşile adımladı. Ali mavi köşede kaldı, ama bir anda Elif de sarıya doğru atıldı. Mert sarıya ulaşıp köşeyi kapınca kahkaha attı. “Yakalasana!” Elif hafifçe eğilip “Değdim,” demek istedi ama Mert çoktan başka köşeye koşmuştu.
Bir iki tur sonra Duru biraz yoruldu. Mert’in hızı ona yetişilemez gibiydi. Duru’nun yüzüne küçük bir gölge düştü. “Ben sanırım iyi değilim,” dedi. Elif yanına yaklaşıp “Oyun böyle, ama birlikte düşünürsek daha eğlenceli olur,” dedi. O sırada sarı köşe, sanki minik bir çan çalmış gibi “tın!” dedi. Ali kulak kabarttı. “Bence köşeler bir şey anlatmak istiyor.”
Birden parkın kedisi Pıtırtı, kareye patisinin ucuyla dokundu. Tebeşir çizgisi titredi, sonra bir çizgi daha belirdi, kare beşgen oldu! Duru ağzı açık baktı. “Kare dört, ama bu beş köşe!” Ali havaya parmağını kaldırdı: “İşte bu beşgen. Beş köşesi var. İstersek oyunu beş kişi oynayabiliriz.” Elif sevindi. “O zaman kimse dışarıda kalmaz.” Mert kaşlarını çattı. “Ama ben hep köşe kapmak istiyorum.” Elif gülümsedi. “Kaparsın, ama herkesin de gülmesini isteriz, değil mi?”
Yeni beşgen köşelerini renklendirdiler: bir de mor köşe eklediler. O köşeye Duru geçti. Tılsımlı gibi bir sıcaklık yayıldı, mor köşe Duru’nun ayaklarının altında parlayınca Duru’nun kalbi pıt pıt daha cesur attı. “Ben hızlı koşamasam da bakabilirim, bir köşe boşalınca haber verebilirim,” dedi. Elif ortada, “Üç deyince!” diye seslendi. “Bir, iki, üç, değiş!” Çocuklar bir köşeden diğerine koşarken, mavi köşe fısıldadı: “Sakin nefes al.” Duru derin bir nefes alıp verdi. “Şimdi!” diye birden işaret etti. Mert sarıya koşarken Ali de aynı köşeye yöneldi, ama tam çarpışacaklarken ikisi de durdu. “Sen git,” dedi Ali, “Ben maviye geçerim.” Mert şaşırdı. “Gerçekten mi?” “Evet,” dedi Ali, “Paylaşmak oyunu güzelleştirir.”
Bu kez ebe Mert oldu. Ortada dururken başını kaşıdı. “Peki ben şimdi nasıl yapacağım?” Elif, “Ortada olmanın da güzel bir yanı var,” dedi. “Herkesi görürsün, nefesini ayarlarsın, sonra doğru anda koşarsın.” Mert denedi: bir, iki, üç diye ritim tuttu. Bir köşe boşalınca usulca attı adımını, ama tam köşeye yaklaşırken Pıtırtı aralarından mırıltıyla geçti. Mert bir an dengesini kaybetti, sonra gülmeye başladı. “Kediden hızlı olamam!”
O sırada parkın kenarından Nermin Teyze geldi. Elinde bir şapka vardı, ama rüzgâr şapkayı “vızz!” diye uçurdu. Şapka bir ağacın dalına takıldı. Çocuklar oyunu durdurdu. “Yardım eder misiniz?” dedi Nermin Teyze. Elif etrafa bakındı. “Plan yapalım!” Ali cebindeki ipi çıkardı. “Uçurtma ipi! Onu dalın ucuna atarız.” Mert, “Ben tırmanmada iyiyim, ama dal ince,” dedi. Duru, “Köşeleri basamak gibi kullanabiliriz,” diye fısıldadı. Beşgen köşeleri ağacın altına gelecek biçimde yeniden çizdiler. Her köşede bir çocuk durdu. Ali ipi attı, Elif tuttu. “Bir, iki, üç, çek!” diye ritim tuttular. Mert ipi yukarı doğru kaldırdı, Duru nefes alıp “Yavaş, yavaş,” diye tempo verdi. Şapka usulca indi. Nermin Teyze sevindi. “Ne güzel bir ekipmişsiniz!” dedi. “Biraz limonata ister misiniz?” Küçük bardaklara limonata koydu. Limonatanın tadı ekşi tatlı, tıpkı oyundaki heyecan gibi.
Limonata molasından sonra yeniden oynadılar. Bu kez köşelerin adlarını koydular: kırmızı köşe “Cesaret Köşesi”, mavi “Sakinlik Köşesi”, yeşil “Düşünce Köşesi”, sarı “Neşe Köşesi”, mor “Paylaşım Köşesi” oldu. Her köşe sanki hafifçe mırıldanıyordu. Cesaret Köşesi, “Bazen denemek, başarmaktan daha cesurdur,” dedi. Sakinlik Köşesi, “Önce bir nefes,” diye fısıldadı. Düşünce Köşesi, “Plan yapmayı unutma,” diye hatırlattı. Neşe Köşesi kahkaha attı. Paylaşım Köşesi, “Sırayı ver, gülümse,” diye söyledi.
Mert, Paylaşım Köşesi’ne geldiğinde sanki ayaklarının altından minik ılık bir dalga geçti. O an Duru’ya baktı. Duru ya da Elif gelseydi, paylaşıp yer verebileceğini düşündü. Bir sonraki turda Duru ile aynı anda bir köşeye yöneldiler. Mert durdu. “Sen geç,” dedi. Duru şaşırdı. “Gerçekten mi?” “Evet,” dedi Mert, “Ben de bir tur daha ebe olabilirim.” Duru’nun gözleri parladı. “Teşekkür ederim.” O anda köşelerin renkleri daha da parladı sanki. Güneş bulutların arasından sıyrıldı.
Fakat bir süre sonra bir karışıklık oldu. Elif ile Mert aynı anda sarı köşeye koştu ve birbirlerine hafifçe çarptılar. Mert “Ben daha önce vardım!” diye bağırdı. Elif kaşlarını çattı. “Hayır, ben.” Sesler yükselmeye başlayınca, rüzgâr “huu” diye esip sarı köşenin rengini biraz soluklaştırdı. Duru araya girdi. “Bir kural ekleyelim,” dedi. “Eğer iki kişi aynı anda köşeye gelirse taş kağıt makas yapalım. Kalan kişi de Bekleme Bulutu’na geçer.” Ali “Bekleme Bulutu da ne?” dedi. Duru gülümsedi. “Yeni bir köşe değil, yumuşacık bir alan herkesin nefes alıp oyunu izlemesi için. Sırayla oraya da geçeriz.” Elif ve Mert taş kağıt makas yaptı. Elif kazandı, Mert güldü. “Tamam, Bekleme Bulutu’na gidiyorum.” Bekleme Bulutu diye kenara minik bir bulut resmi çizdiler. Mert oraya adım atınca Sakinlik Köşesi’nin fısıltısı geldi kulağına: “Bir nefes al, sonra yine koş.”
Oyun büyüdükçe büyüdü. Mahalleden iki çocuk daha geldi: Zeynep ve Kerem. “Biz de oynayabilir miyiz?” dediler. “Elbette,” dedi Elif. Ali tebeşirle altıgen çizdi. “Altıgenin altı köşesi olur,” diye açıkladı. “Şimdi daha çok yer var.” Zeynep Neşe Köşesi’ne koşup kahkaha attı, Kerem Düşünce Köşesi’nde kalıp köşelerin durumunu izledi. “Şimdi!” diye bağırdığında herkes doğru anda hareket etti. Parkın kuşları bile sanki oyunu anladı “cik cik” diye şarkı söyleyerek havada küçük dönüşler yaptılar.
Bir ara küçük bir serçe çalıya düşmüş gibi cıvıldadı. Kerem hemen durup “Dikkat!” diye seslendi. Herkes oyunu durdurdu ve serçeye baktı. Kanadı sıkışmıştı. Elif ellerini yumuşacık yaptı, Mert dalı dikkatlice kaldırdı, Duru kuşu sakinleştirmek için fısıldadı: “Korkma minik.” Zeynep eline su damlattı. Serçe kanadını kurtarıp “civ civ!” dedi ve gökyüzüne uçtu. Çocuklar derin bir nefes aldı. “Kural ekleyelim,” dedi Ali. “Birisi düşünce ya da bir canlı yardıma ihtiyaç duyunca oyun durur.” Herkes başıyla onayladı.
Güneş batıya eğilirken, köşelerin renkleri uzun gölgeler yaptı. Koşuşturan ayak sesleri, kahkahalar ve “Bir, iki, üç, değiş!” sesi parkın içinde çınladı. Bu sırada Mert Elif’e döndü. “Az önce ben de biraz haksızlık ettim,” dedi. “Özür dilerim.” Elif gülümsedi. “Önemli değil. Hepimiz öğreniyoruz.” Duru, “Ben de artık daha cesur hissediyorum,” dedi, mor tokanı düzeltip. Ali tebeşirini havaya kaldırdı. “O zaman bir yazı yazalım.” Köşelerin yanına birlikte büyük harflerle şunu yazdılar: “Köşelerimizi paylaşır, düşeni kaldırır, gülüşleri çoğaltırız.”
Parkın kedisi Pıtırtı yanlarından geçip kuyruğunu çocukların bacaklarına sürttü. “Mırrr,” diye memnun bir ses çıkardı. Sanki kediler bile yeni kuralları beğenmişti. Nermin Teyze uzaktan el salladı. “Siz gerçekten çok güzel bir takımsınız,” dedi. “Dostluk, oyunu her zaman daha güzel yapar.”
Gün biterken, altıgenin köşeleri bir anlığına gökyüzündeki yıldızlar gibi parladı. Elif başını kaldırıp gülümsedi. “Biliyor musunuz,” dedi, “Köşe kapmaca sadece hızlı koşmak değil, birlikte düşünmekmiş.” Mert başını salladı. “Ve paylaşmak.” Duru ekledi: “Ve cesur olmak.” Ali gülerek devam etti: “Ve plan yapmak.” Zeynep kahkaha attı: “Ve gülmek!” Kerem de “Ve durmasını bilmek,” dedi.
Son bir tur oynadılar. Rüzgâr şarkı söyler gibi esti. Köşeler hafifçe kıkırdadı, sanki “Aferin!” der gibi. Çocuklar, köşeler, kuşlar, ağaçlar, hatta tebeşir izleri bile arkadaş olmuş gibiydi. Güneş de yumuşacık bir battaniye gibi parkın üstüne serildi. Herkes mutlu, huzurlu ve birbirine biraz daha yakın hissediyordu.
O akşam, evlerine dönerken ayakkabılarının altında tebeşirin tozu, kalplerinin içinde de dostluğun ışıltısı vardı. Dört Yaprak Parkı ertesi gün yine çocukları bekleyecekti. Onlar da biliyordu ki, köşe kapmaca yalnızca bir oyun değil, aynı zamanda birlikte gülmeyi, birlikte düşünmeyi ve birbirine iyi gelmeyi öğreten sihirli bir köprüydü. Ve bu köprünün en sağlam direği, dostluktu. Her biri gülümseyerek “Yarın yine burada!” dedi. Ve hepsi, içlerinde ılık bir mutlulukla, güzel bir geceye doğru yürüdü.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!