Işıkova diye ışıl ışıl bir ülke varmış. Bu ülkede yağmur damlaları bile renkli yağar, kuşlar sabahları iki dilde ötermiş: cıv cıv ve cüv cüv. Işıkova’nın kralı Kral Baran ise her gün farklı bir kıyafet giymeyi çok severmiş. Dolabında gümüş düğmeli ceketler, bulut gibi yumuşak pelerinler, limon sarısı pantolonlar, hatta denizin kokusunu taşıyan mavi gömlekler varmış. Kral Baran kötü biri değilmiş kalbi yumuşak, yüzü gülermiş. Ama bir şeyi çok merak edermiş: “Acaba dünyanın en güzel kıyafetini giyebilir miyim?” Hep yeni bir şey ararmış.
Bir gün saray meydanına büyük bir duyuru astırmış: “Gül Rüzgârı Bayramı’nda Işık Alayı yapılacaktır. Kral en güzel kıyafetiyle geçecek!” İnsanlar sevinmiş, sokaklara çiçekli flamalar asmışlar, fırınlar tarçınlı çörek pişirmiş. Herkes kralın ne giyeceğini konuşuyormuş. “Belki yıldız tozundan bir ceket!” demiş biri. “Belki de yapraklardan bir şapka!” demiş diğeri.
Tam o gün, şehre iki garip yolcu gelmiş. Adları Kıvıl ve Kıvır’mış. Üzerlerinde parça parça kumaşlar, boyunlarında ziller varmış. “Biz ışık terzileriyiz,” demişler. “Sadece yürekle görülen bir kumaş dokuruz. Bu kumaş çok utangaçtır bir insan rol yaparsa, kalbini dinlemezse, kumaş hemen saklanır. Ama dürüstçe bakarsa, desenler dans eder!” Saray halkı kulak kesilmiş. Kral Baran’ın gözleri parlamış. “Yürekle görülen bir kumaş! Bu en güzel giysi olmalı!” diye haykırmış. Hemen onlara bir oda, bir tezgâh, ipek iplikler ve altın düğmeler vermişler.
Kıvıl ve Kıvır akşama kadar tezgâhın başında “pıt pıt, tık tık” diye çalışmış gibi yapmışlar. Ellerini havaya kaldırıp görünmez iplikleri çözmüş gibi davranmışlar, boş mekikleri gezdirmişler. Arada “Aman, şu gökkuşağı şeritlerine dikkat!” diye fısıldaşmışlar. Orada duran bekçiler birbirlerine bakmış, “Ben görüyorum galiba,” demiş biri yutkunarak. “Evet evet, çok belli, yıldız benekli,” demiş diğeri. Çünkü kimse “Ben göremiyorum,” demeye cesaret edememiş. Ya kalbini dinlemediğini sanırlarsa?
Ertesi gün kralın başdanışmanı, sonra başaşçı, sonra da kitapçı gidip bakmış. Hepsi aynı şey olmuş: Kıvıl ve Kıvır boş havayı katlayıp ipek gibi göstermiş, “Bakın, şurada ay çöreği deseni, burada deniz fısıltısı çizgisi,” demişler. Göremeyenler kafalarını sallayıp utanmış, “Ne kadar zarif!” diye sözler uydurmuşlar. Bu sözler hızlıca saraya yayılmış. “Kralım, kumaş öyle güzel ki, bakan bir daha bakıyor!” demiş başdanışman. Kral Baran’ın kalbi güp güp atmış. “Demek en güzel giysi. Ama ya ben göremezsem? Ya kalbimi dinlemiyorum sanırlarsa?” diye fısıldamış kendi kendine. Yine de gururu ağır basmış. “Ertesi sabah ben de bakacağım,” demiş.
Ertesi sabah Kıvıl ve Kıvır, kral gelmeden önce tezgâhın etrafına renkli tüyler, çiçek yaprakları serpiştirmiş. Kral içeri girince, iki terzi ellerini cama sürer gibi havada gezdirmiş. “Gördünüz mü, Kralım?” demiş Kıvıl. “İşte dostluk çizgileri.” “Ve burada cesaret noktaları!” diye eklemiş Kıvır. Kral Baran bakmış bakmış ama hiçbir şey görememiş. İçindeki küçük ses “Burada bir şey yok,” demiş. Ama dışındaki büyük ses “Sakın belli etme!” diye bağırmış. Kral gülümsemiş. “Harika. Tam Gül Rüzgârı Bayramı’na uygun olacak,” demiş. “Yarın alayda bunu giyeceğim.”
Kralın haberi şehre yayılmış. Herkes daha da heyecanlanmış. Bu sırada şehirde Mavi adında meraklı bir çocuk varmış. Saçında mavi bir kurdele taşır, cebinde boncuklar, taşlar, minik bir düdük gezdirirmiş. Mavi, annesiyle birlikte masal anlatır, eskimiş elbiselerden bebek kıyafetleri diker, renklerle oyunlar yaparmış. En iyi arkadaşı, sarı gagalı minik bir serçe olan CikCik’miş. “Mavi,” demiş CikCik, “İşin içinde bir tuhaflık var. Herkes aynı şeyi söylüyor ama gözleri şaşkınca bakıyor.” Mavi başını eğip düşünmüş. “Yarın alaya gidelim, gözlerimizi ve kalbimizi açık tutalım,” demiş.
Gül Rüzgârı Bayramı gelmiş. Sokaklar çiçek kokmuş, gökyüzünde beyaz bulutlar yelken açmış. Davullar “dum dum” vurmuş, flütler “li li li” diye ötüşmüş. Kral Baran, Kıvıl ve Kıvır’ın odasında “giyinmiş.” Terziler görünmez ceketi krala usulca giydirir gibi yapmışlar. “Aman kralım, çok hassas. Yalnız kalbinizle tutun, yoksa ürküp kaçar,” demişler. Kral başını sallamış ve yürümüş.
Meydanda büyük bir sessizlik olmuş. Herkes gözlerini kocaman açmış. Kral ağır ağır, gururla yürümüş. Rüzgâr kralın saçlarını okşamış, güneş yanaklarını ısıtmış. Ama giysi? Mavi gözlerini kırpıştırmış. “CikCik, ben bir şey görmüyorum,” demiş fısıltıyla. CikCik de “Cik!” demiş, “Ben de.” Mavi derin bir nefes almış. İçindeki küçük ses, “Dürüst ol,” demiş. Mavi elini kaldırmış ve sesini küçük bir çan gibi duyulur kılmış: “Kralım, kıyafetiniz çok ürkek galiba. Ben onu göremiyorum.”
Meydan bir an daha susmuş, sonra bu söz rüzgâr gibi yayılmış. “Göremiyor mu?” “Ben de göremiyorum.” “Belki gerçekten yok?” Fısıltılar dalga dalga büyümüş. Bazıları gülmeye başlamış, bazıları utançla yere bakmış. Kral Baran adımlarını yavaşlatmış. Kalbi “güp güp” değil, “yamuk yumuk” atmış. İçindeki küçük ses yeniden konuşmuş: “Gerçek çiçek gibidir. Su istiyorsa, su ver.” Kral durup derin bir nefes almış. Gözleri Mavi’yi bulmuş. Kocaman kalabalıkta bir çocuk, saçında mavi kurdeleyle dimdik duruyormuş. Kral Baran dudaklarını ısırmış ve gülümsemiş. “Doğru söylüyor,” demiş yüksek sesle. “Ben de göremiyorum. Sanırım giydiklerim sadece rüzgâr.”
Bir an herkes şaşırmış. Sonra büyük bir oh çekilmiş. Gülüşler, alkışlar, hatta birkaç memnunluk bağırtısı yükselmiş. Kral, yanında yürüyen askerlerin bayrağını alıp omuzlarına sarmış. “Beni bağışlayın,” demiş halka doğru. “Ben de görünmez bir şeyi görmek isterken, görünür bir şeyi unuttum: İçimizdeki sesi. Bunu bana hatırlatan küçük dostum Mavi’ye teşekkür ederim.” Mavi’nin yanakları pembeleşmiş, ama gözleri sevinçle parlamış. CikCik başının üzerinde küçük bir daire çizmiş.
O sırada iki ışık terzisi sinsice arka sokaklara kaçmaya çalışıyormuş. Ama sarayın meraklı kedisi Pıtırcık, yere düşen bir parıltıya atlayınca, Kıvıl ve Kıvır’ın boş kumaş torbaları “fışt” diye açılmış. İçinden sadece dikenli kaktüs iğneleri ve boş makaralar dökülmüş. Halk “Aaaa!” diye ünlemiş. Kıvıl ve Kıvır utanmış. Kral, askerlerine “Onları zindana atın,” demek yerine derin bir nefes almış. “Işıkova’da kimseyi kırmak istemem,” demiş. “Ama yalan söylemenin bedeli vardır. Önce herkesten özür dileyecek ve sonra çalışıp gerçekten iyi bir şey yapacaksınız. Şehrin çocuklarına düğüm atmayı, sökük dikmeyi, eskiyi yenilemeye nasıl niyet edileceğini öğreteceksiniz.” Kıvıl ve Kıvır başlarını eğip “Özür dileriz,” demişler. Çünkü içleri bir anlığına gerçekten pişman olmuş.
Kral Baran, Mavi’yi saraya davet etmiş. “Bana kalbini nasıl dinlediğini anlat,” demiş. Mavi, “Annem bana der ki, büyük bir soruda önce üç nefes al, sonra bir soru sor: ‘Gerçekten ne görüyorum?’ Ben de baktım ve göremediğimi söyledim,” demiş. Kral gülümsemiş. “Harika bir kural bu. Üç nefes kuralı,” demiş. O günden sonra Işıkova’da bir alışkanlık başlamış: Birisi bir şey söylediğinde, herkes önce üç nefes alır, sonra “Sen ne düşünüyorsun?” diye sorarmış.
Kral Baran, Gül Rüzgârı Bayramı’nı yarıda kesmemiş. “Bayram, herkesin içindeki ışığı kutlamak için var,” demiş. “Şimdi ben de içimdeki ışığı giyiyorum.” Bayrak pelerinle dans etmiş, çocuklar gülmüş, büyüklere cesaret bulaşmış. Ertesi gün Kral, sarayın en büyük salonunu bir atölyeye çevirmiş. Adını Düşten Dokuma Atölyesi koymuş. Herkese kapı açıkmış: teyzeler, amcalar, çocuklar, dedeler… Eski elbiseler getirmişler birinin kolundan çanta, birinin eteğinden yastık yapılmış. Boya kazanlarına böğürtlen, nar kabuğu, ceviz kabuğu atılmış. Kumaşlar vişne kırmızısı, orman yeşili, gece laciverdi olmuş. Kıvıl ve Kıvır çocuklara düğümlerin adlarını öğretmiş: “Arı düğümü, papatya düğümü, sabır düğümü.” Mavi, küçük elleriyle minik bir pelerin dikmiş. Pelerinin köşelerine iki küçük cep yapmış: biri boncuklar için, biri CikCik’in bulduğu tüyler için. Pelerinin ortasına annesiyle birlikte bir motif işlemiş: iç içe geçen üç kalp. Altına da minik harflerle “Üç nefes” yazmışlar.
Kral Baran pelerini görünce gözleri dolmuş. “Bu, şimdiye dek gördüğüm en güzel kıyafet,” demiş. “Çünkü sadece göze değil, kalbe de iyi geliyor.” Pelerini giyip şehirde dolaşmış. “Ben bugün bir şey öğrendim,” demiş karşılaştığı herkese. “Gerçeği duymak bazen utanılası gibi gelir. Ama gerçeği söyleyen bir çocuk, aslında ülkenin en parlak aynasıdır.” İnsanlar gülümsemiş, çocuklar birbirlerinin elini tutmuş.
Günler geçmiş, Işıkova’da bir masal daha anlatılır olmuş: “Kralın yeni kıyafeti” denince herkes artık pırıltılı bir kumaşı değil, dürüstlüğü, merakı ve cesareti hatırlarmış. Kral Baran her sabah dolabına bakar, önce kendi kalbine danışırmış: “Bugün ne giyeyim?” Kalbi bazen “Sade bir gömlek,” dermiş, bazen “Mavi pelerin.” Ama her günün sonunda, en çok giydiği şeyin içindeki nezaket olduğunu bilirmiş.
Mavi, CikCik’le birlikte sokaklarda gezerken yeni bir oyun bulmuş: “Gör, sor, söyle.” Gördüğünü görmek, anlamadığını sormak, bildiğini söylemek. Bu oyunu oynadıkça etraftaki renkler daha da parlak görünür olmuş. Fırıncı teyze yeni çöreklerini çocuklarla ücretsiz paylaşmış, kitapçı amca meraklılara hikâyeler hediye etmiş. Kıvıl ve Kıvır da kendilerine söz vermiş: “Bir daha görünmezi satmak yok. Görüneni güzelleştireceğiz.”
Ve Gül Rüzgârı Bayramı tekrar geldiğinde, Kral Baran sahneye Mavi’nin yaptığı pelerinle çıkmış. “Işık Alayı” bu kez farklıymış. En önde kral değil, çocuklar yürümüş. Ellerinde boya lekeli bezler, ceplerinde boncuklar, gözlerinde ışıkla. Kral, arkada hepsine eşlik etmiş, pelerininin cebi şıngır mıngır doluymuş: Mavi’nin bıraktığı üç boncuk, üç nefes için.
O günden sonra Işıkova’da ne zaman biri “En güzel kıyafet nedir?” diye sorsa, herkes gülümseyip şu cevabı verirmiş: “İçtenlikten dokunan, cesaretle giyilen, sevgiyle süslenen.” Ve rüzgâr şehirden geçerken çiçeklere fısıldarmış: “Gerçek, çiçek gibi suyu da cesaret.” Çiçekler başını sallarmış, çocuklar kahkahalarla koşarmış. Kral Baran mı? O, her akşam sarayın balkonuna çıkar, Mavi’ye el sallar, “Teşekkürler,” dermiş. Mavi de karşı balkondan el sallar, CikCik omzunda “cik!” diye ötermiş. Böylece Işıkova’da herkes biraz daha cesur, biraz daha mutlu, biraz daha renkli yaşayıp gitmiş. Çünkü artık bilirlerdi: En parıltılı giysi, her gün herkese yakışan, içimizdeki iyilikti.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!