
Denizin mavisiyle tepelerin yeşili arasındaki Sarıdere Köyü’nde, limon çiçeklerinin kokusu rüzgârla birlikte sokaklara karışırdı. O köyde, sarı bir kurdele gibi güneşte parlayan saçlarıyla, gülünce yanağında minik bir ay doğan bir kız yaşardı. Herkes ona Limon Kız derdi. Asıl adı Limonya’ydı ama köyde kimse “Limonya” demeyi pek sevmezdi “Limon Kız” demek daha tatlı, biraz da ekşiydi. Limon Kız, evlerinin önündeki eski limon ağacını çok severdi. Dallarına sarılır, kabuğunu okşar, “Merhaba, koca yürekli ağaç” diye fısıldardı. Ne zaman kulağını gövdesine dayasa, sanki ağaç ona çok uzaklardan gelen masallar anlatırdı.
Her sabah gün doğarken Limon Kız, babasıyla birlikte limonata hazırlardı. Limonları özenle yıkar, annesinin verdiği tahta kaşıkla suyunu karıştırır, biraz bal eklerdi. “Limonata yapmanın sırrı,” derdi annesi, “bir damla sabır ve bir tutam gülüştür.” Limon Kız, karıştırırken içinden sayardı: “Bir, iki, üç… sabır.” Sonra babasıyla birlikte köy meydanına götürürler, küçük bardaklarda komşulara ikram ederlerdi. Bakkal amca “İçince içim açılıyor,” der, terzi teyze “Ekşisi ayıltıyor, tatlısı kucaklıyor,” diye gülümserdi.
O yıl baharda limon ağaçları her zamankinden daha çok çiçek açmıştı. Beyaz minik çiçekler kelebek gibi dallara konmuş, etrafı tatlı bir koku sarmıştı. Limon Kız, tek tek çiçeklere “Hoş geldin” demiş, arılara da “Yollar açık, buyurun,” diye seslenmişti. Ama günler geçti, arılar gelmedi. Rüzgâr fısıldar gibi geçti, dal uçları titredi, sonra çiçekler birer birer dökülmeye başladı. Dökülen her çiçeği avuçlayıp “Ah,” dedi Limon Kız, “limonların düşleri yere saçılıyor.”

Köylüler endişelendi. “Bu yıl Sarı Işık Şenliği’ni nasıl yapacağız?” diye söylendi manav. “Limon reçeli olmadan masa eksik kalır,” diye iç çekti komşu Nine. Limon Kız’ın yüreği bir ekşidi, bir tatlılaştı. Akşam olunca evlerinin önündeki limon ağacının altına oturdu, gövdesine yanağını koydu. “Hey, koca yürekli ağaç,” dedi, “ne oldu? Arılar neden gelmiyor?” Ağaç, yapraklarını hafifçe hışırdattı. Limon Kız, kulağındaki o ince sesi duydu: “Susadık biraz. Renklerimiz soldu, yollar kapandı. Kokularımız uyuyor.”
“Yollar kapandı mı?” diye şaşırdı Limon Kız. “Kokular uyuyor mu?” O sırada bahçenin köşesinden yavaş yavaş Tıkır çıktı. Tıkır, kabuğu güneşte parlayan, ağır ağır ama emin adımlarla yürüyen bir kaplumbağaydı. “Acele etmeden de varılır,” dedi Tıkır, her zamanki gibi. Daldan dala konan minik serçe Çıt Çıt da “Küçük kanatlar da gökyüzü taşır,” diye ötüştü. “Bence Limon Ninesi’ne soralım,” dedi Limon Kız. Limon Ninesi, köyün en yaşlısı Gülfer Nine’ydi, herkes ona limon çiçeği gibi zarif olduğu için böyle derdi.
Ertesi sabah Limon Kız, Tıkır ve Çıt Çıt ile birlikte Gülfer Nine’nin bahçesine gitti. Bahçe, adaçayı, nane, ıtır ve kadife çiçekleriyle doluydu. Gülfer Nine, minik taşlara güneş çiziyor, bir yandan da ballı ıhlamur karıştırıyordu. “Hoş geldiniz,” dedi, “misafirlerim limon kokuyor.” Limon Kız her şeyi anlattı: Döken çiçekleri, gelmeyen arıları, uyuyan kokuları. Gülfer Nine gözlerini kısıp Limon Kız’ı seyretti. “Çiçeklerin dili sessizdir ama yüreğe konuşur,” dedi. “Arılar, kokunun ve rengin izini sürer. Renkleri uyandırmalı, kokulara gülüş katmalı ve toprağa sabır vermeliyiz. Üç şeyi toplayacaksın: Güneşten bir ışıltı, sudan bir damla sabır ve kalplerden bir kahkaha.”

“Güneşten ışıltı nasıl tutulur?” diye merak etti Limon Kız. Nine gülümsedi, ona küçük, temiz bir kavanoz, bir tahta kaşık ve sarı bir kurdele verdi. “Güneşten ışıltıyı şafakta, sessizce toplarsın. Sabır damlasını bir tohumdan alırsın. Kahkahayı ise paylaşınca yakalarsın.” Limon Kız hem heyecanlandı, hem de biraz korktu. Ama Tıkır, “Acele etmeden de…” diye başladı. “...varılır,” diye tamamladı Limon Kız gülerek. Çıt Çıt, “Küçük kanatlar da gökyüzü taşır,” dedi bir kez daha.
Ertesi sabah gün doğmadan Limon Kız odasından sessizce çıktı. Kavanozunu ve tahta kaşığını aldı, Tepetaklak Tepesi’nin yamacına kadar yürüdü. Gökyüzü hâlâ mavimsi griydi, rüzgâr serin, otların üzerinde şeffaf boncuklar gibi çiy damlaları vardı. Limon Kız, “Şimdi susmalıyım,” diye düşündü. Kalbini de susturdu, sadece kuşların minicik sabah ötüşünü dinledi. Birden güneş, tepelerin ardından altın bir çizgi gibi göründü. O an, otların ucundaki bir çiy damlası ışıkla parladı. Limon Kız tahta kaşığı uzattı, parıldayan damlayı kavanoza hoplattı. Kavanozun içi sanki minik bir gün parçası gibi ısındı. “Güneşten ışıltıyı yakaladım!” dedi fısıltıyla.

Şimdi sırada sabır damlası vardı. Gülfer Nine’nin verdiği küçük bir saksıyı alıp evlerine getirdi. Babanın limon sıktığı tezgâhın kenarında bir limon çekirdeği buldu. “Sen bir tohum musun?” dedi çekirdeğe. “Seni uyandırmak istiyorum.” Saksıya toprağı yerleştirdi, parmağıyla küçük bir çukur açtı, çekirdeği içine koydu, üstünü kapattı. Sonra biraz su döküp saksıyı güneş gören pencerenin önüne koydu. “Bir, iki, üç… sabır,” dedi her su verdiğinde. İlk gün toprağın yüzünde bir şey yoktu. İkinci gün de. Üçüncü gün, Limon Kız’ın içi sabırsızlıkla kıpır kıpır oldu. “Acaba büyüyor mu?” diye toprağı eşeleyesim var, diye düşündü ama annesinin sözünü hatırladı: “Tohumun sırrına karışma. Sabır, sihrin kardeşidir.” Limon Kız eşelemedi. Ona şarkılar söyledi. “Uyan, uyan, minik limon, toprağın altından gün doğsun,” diye. Dördüncü gün, toprağın yüzü hafifçe kabardı. Beşinci gün, ince bir yeşillik, kirpikleri yeni uyanmış bir göz gibi ortaya çıktı. Limon Kız sevinçle elini çırptı. Yaprağın ucunda minik bir su damlası titriyordu. “Sabır damlası!” diye fısıldadı. Damlacığı nazikçe kavanoza ekledi.
Geriye kahkaha kalmıştı. Limon Kız, köyün pazarına gitti. Bu aralar herkesin yüzü asıktı. Manav, elmaların saplarına bakıp duruyor, fırıncı hamur yoğururken derin iç çekiyor, çoban koyunlara sessizce bakıyordu. Limon Kız pazaryerinin ortasına gelip “Mimik oyunu!” diye bağırdı. “Ben şimdi en ekşi limon yüzümü yapacağım, hepiniz de yapacaksınız.” Gözlerini kısıp dudaklarını büzdü, sanki dünyanın en ekşi limonunu tatmış gibi oldu. Önce bir sessizlik oldu, sonra fırıncı aynısını yaptı, manavın gözleri kısılıp yanakları düğümlendi, çoban dudaklarını büzünce koyun da “Mee?” diye komik bir ses çıkardı. Bir gülüş, sonra bir daha, ardından koca bir kahkaha dalgası yayıldı. Limon Kız, sarı kurdelesini havada gezdirerek kahkahanın en tatlı titreşimini kurdelenin ucuna doladı, kavanozun kapağını azıcık açıp içeri bir parça kahkaha sesi bıraktı. Kavanozu kapattığında içi sanki çan çalınmış gibi pıt pıt etti.

Limon Kız, Tıkır ve Çıt Çıt’la birlikte limon bahçesine koştu. Ağaçlar sessizce bekliyordu. Limon Kız kavanozu açtı. Güneşten ışıltı havaya karışınca yaprakların üstü altın tozuna bulanmış gibi oldu. Sabır damlasını ağacın köklerine damlattı. “İç, güzel ağaç, nefesin genişlesin,” dedi. Kurdeleyi dalların arasına bağladığında rüzgâr kurdeleyi oynattı, sanki kahkaha yelpazesi sallanmış gibi sıcak bir neşe bahçenin içine yayıldı. Çıt Çıt, “Renkler uyandı!” diye öttü. Limon Kız, bahçenin kenarına kadife çiçeği, biberiye ve lavanta da dikti. “Arılar çiçek kokusunu sever,” dedi Gülfer Nine hep. Tıkır’la birlikte bahçenin yanındaki dereye yürüdüler. Birikmiş birkaç plastik şişe ve dallar suyun önünü kesmişti. Limon Kız, “Yollar kapandı,” sözünü hatırladı. Yıkayıp ayıkladılar, su şırıl şırıl akmaya başladı. “Acele etmeden de varılır,” dedi Tıkır, ama Limon Kız hızla gülümsedi. “Doğru, temizleyince su da sevinir.”
Akşamüstü gökyüzü ağır bir bulutla kaplandı. Bulut öyle bir somurtuyordu ki sanki yüzünde çizgiler vardı. “Ben Ekşi Bulut’um,” dedi homurdanarak. “Kimse bana teşekkür etmedi. Herkes güneşi seviyor, beni görünce kaçıyor. Ben de bahanesini buldum: Kokuları çaldım, sakladım görün bakalım, arılar nasıl yol bulacak?” Limon Kız gökyüzüne baktı. “Ekşi Bulut,” dedi yumuşakça, “sen üzgün müsün?” Bulut şaşırdı. “Üzgünüm elbet, kim üzüldüğümü soruyor?” Limon Kız koşup bir bardak limonata getirdi. Limonataya bir damla bal kattı, tahta kaşıkla karıştırırken “Bir, iki, üç… sabır,” dedi yine. Sonra bardağı havaya kaldırdı. “Bu limonata sana. Ekşiyle tatlı birlikte olunca nasıl güzel olduğunu unuttun mu?” Bulut kıkırdadı. “Biz bulutlar limonata içmeyiz ki!” Limon Kız gülümsedi. “Peki limonata içmesen de bir şey içebilirsin: Teşekkür. Biz sana teşekkür ediyoruz, Ekşi Bulut. Toprağa su günlerce taşımadan ağaçlar nasıl yaşayacak? Çiçekler nasıl uyanacak? Sen gelmeyince hepsi susuz kalıyor.”

Bulut bir süre düşündü. Yüzündeki somurtma yumuşadı, gri rengi biraz açıldı. “Gerçekten teşekkür mü ediyorsunuz?” Limon Kız, Tıkır ve Çıt Çıt hep birlikte “Teşekkür ederiz!” diye seslendi. O gecenin karanlığında Ekşi Bulut yumuşacık, sessiz bir yağmur döktü. Yapraklar hışırdadı, toprak mis gibi koktu. Limon ağacı kocaman bir nefes aldı. “Oh!” dedi Limon Kız, “yağmurun şarkısı.”
Ertesi sabah güneş, limon çiçeklerinin üzerindeki yağmur damlalarını parlatıyordu. Limon Kız bahçeye koştu. Çıt Çıt, havada sevinçle dönüp durdu. “Arı!” diye cıvıldadı. Gerçekten de bir arı, sonra bir tane daha, sonra bir sürü arı, vızıldayarak geldi. Onları limon çiçeklerinin üstünde dans ederken görmek Limon Kız’ı çok sevindirdi. “Hoş geldiniz,” dedi arılara. “Yolunuzu buldunuz mu?” Pıtırcık adlı küçük bir arı Limon Kız’ın parmağına kondu. “Renkli kurdeleleri gördük, lavantaların kokusunu aldık, suyun şırıltısını dinledik. Bir de ilginç bir kahkaha esintisi vardı. ‘Burada neşe var’ dedik, geldik.” Limon Kız neşeyle zıpladı. “Bu bahçe sizin de bahçeniz,” dedi.

Günler geçtikçe öküzgözü kadar küçük olan limonlar mercimek gibi büyümeye başladı. Limon Kız her sabah “Bir, iki, üç… sabır,” diyerek ağacın yanında duruyor, toprağı kontrol ediyor, yeni diktiği çiçekleri suluyor, dereyi temiz tutuyordu. Tıkır, “Acele etmeden de varılır,” diye mırıldanıyor, Çıt Çıt, “Küçük kanatlar da gökyüzü taşır,” diye hatırlatıyordu. Köylüler de yardıma geldi. Fırıncı su testilerini taşıdı, manav boş sandıkları toplayıp dere kenarından çöpleri aldırdı, terzi teyze eski renkli kumaşlardan minik bayraklar dikip bahçeye astı. Hep birlikte çalışınca bahçe gülmeye başladı.
Sarı Işık Şenliği geldiğinde köy meydanı mis gibi limon, bal ve taze kekik kokuyordu. Meydanda büyük bir masa kuruldu. Limon reçelleri parıldıyor, bakırlı sürahilerde limonata soğuyordu. Çocuklar bir oyun oynadılar: “Ekşi yüz, tatlı söz.” Ekşi bir yüz yaparken birine tatlı bir söz söylemek gerekiyordu. “Senin saçların güneş gibi,” dedi biri. “Senin kahkahan bulutları bile güldürür,” dedi bir başkası. Gülüşler, teşekkürler, minik öpücükler havaya karıştı. Limon Kız, limon ağacının yanında durdu, ellerini gövdeye koydu. “Bak,” dedi ağaç ona, “meyvelerim sararıyor. Senin sabrınla, herkesin yardımıyla içimizdeki güneşi ortaya çıkardınız.”

Şenlikte Gülfer Nine söz aldı. “Bu yıl bir şey öğrendik,” dedi. “Limon ekşi diye yüzümüzü buruşturuyoruz ama ekşi, tatlının yol arkadaşıdır. Arılarla kokumuz buluşmadan limon olmuyor. Su gelmeden ağaç gülmüyor. Sabır katmadan iş tatlanmıyor. Limon Kız bize bunu hatırlattı.” Köylüler Limon Kız’ı alkışladı. Limon Kız, utanarak elini salladı. “Ben tek başıma yapmadım,” dedi. “Tıkır var, Çıt Çıt var, Gülfer Nine var, Ekşi Bulut var, arılar var, dere var… Hep beraber yaptık.”
Şenliğin sonunda herkes evine birer “Teşekkür Paketi” götürdü. Paketlerin içinde üç küçük şey vardı: Güneş şeklinde boyanmış bir taş, minik bir su şişesi ve bir kurdele. Gülfer Nine, “Taşı her sabah güneşe tut, ışıltıyı hatırla,” dedi. “Su şişesinden bir damla bitkine ver, sabrı hatırla. Kurdelenle biriyle oyun oyna, kahkahayı hatırla.” Limon Kız da kendi paketini alıp limon ağacının dalına astı. “Sana her gün teşekkür etmeyi unutmayayım,” dedi.

Günler ayları kovaladı. Limon Kız’ın saksısındaki minik limon fidanı da büyüdü. Onunla konuştu, şarkı söyledi, ona arkadaş bulsun diye saksının yanına kadife çiçeği ekti. Arılar uğradıkça fidan yapraklarını usulca titretti. Tıkır, fidanın dibine gelip “Acele etmeden de varılır,” demeyi unutmadı. Çıt Çıt, dalların arasında oyunlar oynadı. Bir akşamüstü Limon Kız, fidanın en ucunda beliren ufacık çiçeği gördü. “Merhaba, yeni umut,” dedi.
Sonbahar geldiğinde limonlar sarı güneş topları gibi dalları süsledi. Limon Kız, birini koparıp burnuna götürdü. Kokusu onu baharın ilk sabahına, dünkü yağmura ve pazar yerindeki kahkahalara götürdü. Bir dilim kestiler, tadına baktılar. “Ekşi,” dedi babası, yüzünü hafif büzerek. “Ama güzel,” dedi annesi, gülümseyerek. Limon Kız ağzındaki ekşinin haylazlığını hissedip “Ekşiyle tatlı yan yana durunca lezzet olur,” diye mırıldandı. O gece, Ekşi Bulut bir an göründü, sonra usulca gitti. “Beni unutmadınız,” der gibi.

Sarıdere Köyü’nde o günden sonra her işte üç şey arandı: Bir ışıltı, bir sabır damlası, bir kahkaha. Dere kenarına çöp atılmadı, bahçelerin kenarına çiçekler dikildi, arılar ve kelebekler dost sayıldı. Çocuklar, limonata karıştırırken “Bir, iki, üç… sabır,” demeyi adet edindiler. Limon Kız, limon ağacının altında oturup yeni masallar dinledi. Ağaç bazen ona kocaman denizlerden söz etti, bazen toprağın içindeki karıncalardan. Limon Kız her seferinde “Teşekkür ederim,” dedi. Çünkü bilirdi ki teşekkür, bulutun yüzünü açar, suyun yolunu açar, kalbin kapısını açar.
Ve böylece Limon Kız’ın hikâyesi, ekşinin de tatlının da aynı sofrada gülümseyebildiğini, küçük kanatların da büyük gökleri taşıyabildiğini, acele etmeden de varılabildiğini anlatan bir masala dönüştü. Masal, limon çiçeklerinin kokusuyla bitmedi elbet her yeni bahar, yeni bir ışıltı, yeni bir sabır damlası ve yeni bir kahkahayla yeniden başladı. Çünkü Limon Kız ve dostları, mutlu sonların aslında güzel başlangıçlar olduğunu çoktan öğrenmişti.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!