
Bir zamanlar, gölü ay gibi parlayan küçük bir kasabada, Gümüşpınar’da yaşayan meraklı bir kız vardı. Adı Mira’ydı. Saçları rüzgârda uçuşan bulutlar gibi hafif, gözleri sabah damlası gibi parlaktı. Mira, her sabah horoz öterken uyanır, kapının önüne oturup dünyayı dinlerdi. Kuşların şarkılarını, rüzgârın gizli fısıltılarını ve gölün kıyısında yürürken taşların altında saklanan minik böceklerin ayak seslerini duymaya çalışırdı. Narin Nine’si ona hep şöyle derdi: “Her şeyin bir kalbi vardır, kızım. Duyan, anlayan, sevilen bir kalbi. Sen önce dinlemeyi öğren, sonra anlarsın.”
Bir gün, Mira göl kıyısında yürürken dalgaların getirdiği küçük bir cam şişe buldu. Şişenin içinde bir tohum ve deniz kabuğundan yapılmış bir parça vardı. Kabuğun üzerine incecik yazıyla şu cümle kazınmıştı: “Beni sevgiyle sula, doğru sözle ısıt, sabırla bekle.” Mira’nın kalbi bir kuş gibi pır pır etti. Hemen şişeyi açtı, tohumu avucuna alıp kokladı. Tohumun sıcaklığını hissedince gülümsedi. “Seni evime götüreyim,” dedi.
Eve varınca, Narin Nine kapıda onu karşıladı. “Elindeki de ne?” diye sordu. Mira heyecanla anlattı. Nine, gözlerini kısarak tohumu inceledi. “Her tohum bir sır taşır,” dedi. “Ama bu farklı. Bak, üzerinde üç sır var: sevgi, doğruluk ve sabır.” Mira, evin arkasındaki küçük bahçede yumuşak bir yer açtı, tohumu toprağa koydu, üzerini kapattı. Minik bir testiden su döktü. “Hoş geldin,” dedi. “Adın ne olsun?” Sonra kendi kendine güldü. “Senin adın Filiz olsun. Çünkü filizlenmeni bekleyeceğim.”

Ertesi sabah, güneş ilk gülüşünü bahçeye serince, Mira toprağın azıcık kabardığını gördü. Sevinçle “Nerdesin Filiz?” diye fısıldadı. O anda çok ince bir ses, sanki rüzgâr yaprağı okşuyormuş gibi kulağına geldi: “Buradayım.” Mira şaşırdı. Etrafına baktı, kimse yoktu. “Konuşuyor musun sen?” diye sordu. Toprak hafifçe kıpırdadı ve yeşil bir çizgi yukarıya doğru uzandı. “Ben her şeyi duyanların sesi olurum,” dedi minik filiz. “Beni sevgiyle suladın. Şimdi doğrulukla ısıt.”
Mira, gün boyu bahçede kaldı. Filizle konuştu, ona neler gördüğünü anlattı. Tavukların birbirine nasıl yol verdiğini, kedinin sabah güneşinde nasıl gerindiğini… Akşam olunca Narin Nine geldi. “Bu kadar beklemek zor,” dedi Mira, “hemen büyüsün istiyorum.” Nine gülümsedi. “Bazı şeyler sabır ister. Sabır, zamanı güzel yapar. Acele, zamanı yorar.”
Ertesi gün kasabada renkler günü vardı. Herkes göl kıyısına renkli uçurtmalar, kurdeleler ve fenerler asacaktı. Mira sabah erkenden kalkıp bahçeye koştu. Filiz biraz daha uzamış, minik bir yaprak açmıştı. “Bugün Renkler Günü!” diye fısıldadı. “Gel göle gidelim.” Filiz utangaçça kıpırdadı. “Ben yerimden kımıldayamam,” dedi. “Ama sen götürdüğün her doğru sözle beni burada büyütürsün.” Mira kıkırdadı ve koşarak ev içindeki işlere bakmaya başladı. O sırada Narin Nine seslendi: “Mira, tavukları yemle, su testisini doldur, sonra istersen göle gidebilirsin.” Mira pencereden bahçeye baktı, göl kıyısındaki renkli bayrakları düşünüp aceleyle, “Tamam Nine!” dedi. Ama dışarıdan Kerem’in “Mira, uçurtmamı denemek ister misin?” diye bağıran sesi gelince, tavuğu yemlemeyi unuttu, su testisini doldurmayı erteledi ve koşarak çıktı.

Göl kıyısında rüzgâr uçurtmaları göğe taşıyordu. Mira oynamaya dalıp gitti. Bir ara içi sızladı. “Tavuklar aç kalmasın,” diye düşündü. Ama sonra bir martı kanadını suya değdirince o sızı bir anlığa kayboldu. Akşamüstü eve döndüğünde bahçedeki Filiz solmuş gibiydi. Yaprakları aşağı sarkıyordu. Mira’nın içi burkuldu. “Ne oldu sana?” diye sordu. Filiz incecik bir sesle “Doğrulukla ısıt beni demedim mi?” dedi. “Nine’nin dediğini yapmadın. Söylediğin söz, yere düşen bir gölge gibi kaldı.”
Mira’nın yanakları pembeleşti. “Haklısın,” dedi, “özür dilerim.” Hemen tavuklara yem verdi, su testisini doldurdu, Narin Nine’ye yardım etti. Sonra Filiz’in toprağını hafifçe havalandırıp suyunu verdi. “Sözümü tutmadım. Bu beni üzdü,” dedi. Filiz kıpırdadı. “Üzülmek yanlış yaptığını anlamandır. Ama doğru olanı yapmak, üzüntüyü iyiliğe çevirir.” Mira içindeki düğümün çözüldüğünü hissetti. O gece, yıldızlar göz kırparken Filiz biraz daha dik durdu.
Ertesi gün gölde aniden rüzgâr şiddetlendi. Kasabanın eski tahta köprüsünün bir kısmı kırıldı. İnsanlar karşıya geçemiyor, gölün öbür yakasındaki küçük koyda mahsur kalan tekneye ulaşamıyordu. Herkes konuştu, panikledi. Mira bir köşede düşündü. “Narin Nine, biz köprüyü birlikte onarabilir miyiz?” diye sordu. Nine başını salladı. “Bir elin nesi var, iki elin sesi var. Komşulara haber ver, birlikte iş olur.”

Mira koştu, kapı kapı dolaştı, “Birleşelim!” dedi. Kimi ip getirdi, kimi sağlam tahta. Kimi çivileri saydı, kimi ellerini uzattı. Kerem’in kırılan uçurtmasının sağlam kumaşını su sıçramasın diye kenara germeyi önerdi. Küçükler su taşıdı, büyükler çekiç vurdu. Herkes elinden geleni yaptı. Köprü yeniden konuşmaya başladı: Tak tuk tek, ritim tuttu. Güneş tepeye çıkarken köprüye yeni bir kalp takılmış gibiydi. Tekne de artık güvenle yanaştı. O gün köprüden ilk geçen Mira oldu. “Birlikte olunca büyürüz,” dedi. Akşam bahçeye döndüğünde Filiz’i görünce şaşırdı: Yaprakları çoğalmış, gövdesi kalınlaşmış, ucunda boncuk gibi küçük tomurcuklar belirmişti. “Paylaşan eller, beni büyütür,” dedi Filiz, sesi şimdi biraz daha netti.
Bir süre sonra kasabada bir haber dolaştı: Gece yapılacak fener yürüyişinde, kasabanın büyük cam feneri yakılacaktı. Bu fener çok eskiydi ve gölün yüzüne düşen ışığıyla balıkları karaya çok yakın getirir, çocuklara pırıltılı bir dans gösterisi sunardı. Fener, dokunulduğunda şarkı söyler gibi mırıldanırdı. Mira, Kerem ve birkaç çocuk, feneri gezerken onun yanında sekerek gülüp oynadılar. Mira, parmak uçlarında feneri yakından görmek istedi. Tam o sırada ayağı kaydı, fenerin yan camına hafifçe dokundu ve ince cam çatladı. Çocuklar dondu kaldı. “Ne oldu?” dedi Kerem. Mira’nın yüzü bembeyaz oldu. “Bir şey… yok,” diye fısıldadı. Kalbi gümbür gümbür atıyordu. İçindeki ses “Doğrulukla ısıt beni,” diyen Filiz’i hatırlattı. Ama korkusu daha büyüktü. “Biri görmeden gidelim,” dedi ve oradan uzaklaştı.

Eve döndüğünde bahçeye koştu. Filiz’i görünce soluğu kesildi. Filiz’in yaprakları kederliydi, tomurcukları sanki üşümüş gibi kapanmıştı. “Ne yaptın?” dedi Filiz, sesi üşür gibi titreyerek. Mira gözlerini yere indirdi. “Feneri yanlışlıkla çatlattım ve söylemedim,” dedi. Filiz susunca kalbindeki ağırlık daha arttı. “Bazen korkmak normaldir,” dedi bir süre sonra Filiz. “Ama korkunun üstüne örtü serersen, sabah olduğunda bile karanlık kalır. Doğru söz güneştir.”
Mira ağlamaklı oldu. Narin Nine’nin yanına gitti. “Nine,” dedi, “yüreğimde taş var.” Nine onu yanına oturttu, saçlarını okşadı. Mira her şeyi anlattı. Nine derin bir nefes aldı. “Kızım,” dedi yumuşak bir sesle, “yanlış yapmak insan işidir. Doğruyu söylemek cesaret ister. Cesaret, korkunun yok olması değil, doğru olanı korkuya rağmen yapmaktır.” Mira gözyaşlarını sildi. “Hemen gidip söyleyeceğim,” dedi.

Kasaba meydanında büyükler fenerleri hazırlıyordu. Mira, kalabalığın arasına girip başını kaldırdı. “Feneri ben çatlattım,” diye seslendi, sesi küçük ama kararlıydı. Herkes ona baktı. “Oynamak istedim. Dikkatsiz davrandım. Özür dilerim. Onarmak için çalışmak isterim.” Bir an sessizlik oldu. Sonra kalabalığın içinden bir marangoz amca gülümsedi. “Dürüstlük güzel,” dedi. “Cam çatlar, kalp değil. Onarmayı birlikte öğrenirsin.” Kasabanın camcısı, “Yedek camım var,” diye seslendi. Kadınlar temiz bez getirdi, çocuklar yardımcı oldu. Mira, çivileri saydı, camcıya tuttu, ilk kez bir camın kenarını yumuşacık hamurla nasıl sabitleyeceğini öğrendi. Akşamüstü fener yeni gibi parlıyordu. Mira’nın içindeki taş bir kuş olup uçtu.
O gece, Fener Yürüyüşü başlarken, gölün yüzü ışıkla örtüldü. Cam fener mırıldandı, sanki teşekkür ediyordu. Tam o sırada, göl kenarından hüzünlü bir meleme duyuldu. Küçük bir kuzu korkmuş, sazların arasına saklanmıştı. Fenerlerin ışığı yolu gösteriyor, ama sazlık karanlıktı. Mira, Filiz’in bahçede o akşam normalden daha çok parladığını düşündü. Koşarak eve gitti, Narin Nine de arkasından geldi. Bahçeye vardıklarında, Filiz’in tomurcuklarından biri yavaşça açıldı. İçinden minicik bir ışık topu çıktı, kibar bir böcek gibi havalandı, göle doğru süzüldü. Mira şaşkınlıkla nefesini tuttu. “Bu da ne?” diye fısıldadı. Filiz gülümsedi. “Doğruluk ve iyilik büyüdüğünde, yol gösteren ışık olur,” dedi. Işık tohumunun peşinden koşan Mira ve Nine, sazlığa girdiler. Küçük ışık, sanki nereye bakmaları gerektiğini biliyormuş gibi kıvrıla kıvrıla ilerledi. Az sonra Pamuk adlı kuzuya ulaştılar. Kuzu titriyordu. Mira diz çöktü, usulca ellerini uzattı. “Korkma,” dedi. “Buradayız.” Işık onların geri dönüşünde yolu aydınlattı. Meydana vardıklarında herkes alkışladı. Kuzu annesine kavuşunca hoplayıp zıpladı.

Ertesi gün, kasaba çocukları Mira’nın bahçesine geldi. “Filiz’i görmek istiyoruz,” dediler. Mira onları içeri aldı. Filiz şimdi küçük bir ağaç olmuştu. Yaprakları değişik yeşil tonlarında parlıyor, tomurcukları bal damlası gibi sarkıyordu. Her çocuk yaklaşınca, yapraklardan biri hafifçe dokunuyor, sanki kulaklarına bir sır fısıldıyordu. Kerem “Ben bazen haksız yere kızıyorum,” dedi. Elif “Ben paylaşmayı unuttuğumda başım ağrıyor,” diye gülümsedi. Mira içinden geçenleri saklamamayı, yanlış yaptığında özür dilemeyi ve doğruyu söylemenin kalbini nasıl ısıttığını anlattı.
Narin Nine küçük bir makas getirdi. “Filiz’den zarar vermeden minik bir dal alabiliriz,” dedi. “Onu köyün ortak bahçesine dikelim ki herkes büyüsünden pay alsın.” Filiz rüzgârda hafifçe eğildi, sanki izin verdi. Bir dal alındı, özenle toprağa dikildi. Çocuklar dönüşümlü olarak su taşıdı, toprak getirdi. Herkes bir gülüş, bir kelime, bir teşekkür bıraktı. Minik dal bir gün, üç gün, yedi gün derken küçük yapraklar verdi. Kasabanın orta yerinde, “Gönül Filizi” adını alan bu fidan, birlikte çalışmanın, sabrın, paylaşmanın simgesi oldu.

Aylar ilerlerken Mira’nın bahçesindeki Filiz daha da büyüdü. Sonbaharda yaprakları altın sarısına döndü, kışın kar altında uyudu, ilkbaharda bir anda çiçeklerle uyandı. Her çiçeğin içinde, farklı renklerde minik ışık tohumları vardı. Kırmızılar cesaretin, mavililer doğruluğun, yeşiller sabrın, pembe olanlar sevginin ışığını taşıyordu. Mira ve arkadaşları, birine cesaret gerekirken kırmızı ışığı, birine içini açmak zorken mavi ışığı hatırladı. Ama en çok şunu öğrendiler: En büyük ışık, insanın kendi kalbinde saklıydı.
Bir gün Mira durup Filiz’e baktı. “Seni bulduğum günkü halini hatırlıyor musun?” dedi. Filiz yapraklarını hışırdattı. “Beni sen bulmadın, biz birbirimizi bulduk,” dedi. “Ben sana doğruyu, sabrı ve sevgiyi hatırlattım. Sen bana suyu, güneşi ve dostluğu verdin. İkimiz birlikte büyüdük.” Mira gülümsedi. “Bazen hatalıyım, bazen korkuyorum,” dedi. “Ama artık biliyorum. Hata yaptığımda özür dileyebilirim. Korktuğumda söyleyebilirim. Yalnız kaldığımda yardım isteyebilirim. Paylaştığımda çoğalırım.” Filiz’in tomurcuklarından birinden düşen bir ışık, toprağa değdi. Orada minik bir çiçek belirdi.

Yıllar boyu, Gümüşpınar’da Renkler Günü daha bir coşkulu kutlandı. Köprü, her geçenden alkış görür gibi gıcırdadı fener, dilden dile dolaşan şarkılar söyledi. Çocuklar büyüdü, ama büyürken de kalplerini küçük tutmayı, yani merak etmeyi, sormayı, dinlemeyi unutmadılar. Her sorun geldiğinde, birlikte düşünüp birlikte çözmeyi seçtiler. Her doğru söz, kasabanın üstüne yeni bir yıldız gibi kondu. Her özür, kalplerin tozunu aldı. Her teşekkür, günleri aydınlattı.
Mira, gölün kenarında oturmaya devam etti. Dalgalarla konuştu, rüzgârla sır paylaştı. Ne zaman aklı karışsa, Filiz’in yanına gidip yapraklarını dinledi. “Bazı dersler defterde değil, kalpte yazılı,” dedi Nine’si bir akşamüstü. “Ve sen o dersi okudun: İyi olmak şaşaalı bir iş değil küçük, sessiz ve her gün yeniden seçilen bir yol. Birine el uzatmak, sözünde durmak, doğruyu söylemek, sabretmek… Bunlar, bir kasabayı, bir aileyi, bir hayatı güzel eder.”

O gün güneş batarken göl turuncuya büründü. Mira, Narin Nine’nin elini tuttu. “Teşekkür ederim,” dedi. “Bana dinlemeyi öğrettin.” Nine güldü. “Asıl sen öğrettin,” dedi, “çünkü en iyi öğretmen, doğruyu yapmaya çalışan bir çocuktur.” Gölün üstünde bir martı döndü, fenerler yandı, köprü usul usul şarkı söyledi. Filiz’in ışıkları yıldızlara karıştı. Gümüşpınar, o gece biraz daha büyüdü, ama kalbi hep aynı kaldı: sevgiyle atan, doğrulukla ısınan, sabırla parlayan bir kalp.
Ve işte böyle, küçük bir tohumla başlayan hikâye, koca bir kalpte mutlu sonla bitti. Mira, her sabah yeni bir güne aynı sözle uyanır oldu: “Bugün de seveceğim, doğruyu söyleyeceğim, sabırla bekleyeceğim ve paylaşacağım.” Çünkü o biliyordu ki, en güzel masallar, her gün yeniden yazılır. Ve yazıldıkça, gerçek olur.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!