10 Yaş Hikayeleri7 Yaş Masalları8 Yaş Masalları9 Yaş MasallarıÇocuk Hikayeleri | Çocuk Kitapları OkuHikaye OkuHikayelerMasallarOkul Öncesi HikayelerTürkçe MasallarUyku Öncesi MasallarUzun Hikayeler

Misafir Kapadokya’da

Misafir Kapadokya'da
Misafir Kapadokya’da

Türkiye’nin MisafirperverliÄŸi

Ülkemizin önemli turizm yörelerinden birinde yaşıyorum. Çevremdeki birçok genç gibi ben de turist rehberliği yapmak ve geçimimi bu uğraştan sağlamak istiyorum. Daha ortaokul dönemlerimden beri bu hedefime ulaşmak için okulda yabancı dil derslerine özel bir ilgi duydum.

Farklı nitelikte dil kurslarına gittim ve sonunda rehberlik yapabilecek düzeyde iki dil öğrendim. Hemen bir turizm organizasyon şirketine başvurdum ve işe alındım. Daha lisede öğrenciyken hedefime ulaşmamdan dolayı çok mutluydum ve günlerim dolu dolu geçiyordu.

Zamanın nasıl geçtiÄŸini anlayamıyordum bile. DoÄŸal olarak rehberlik görevim gereÄŸi zamanımın büyük bir kısmını özellikle Avrupa’dan gelen turistlerle geçiriyorum. Onlara tarihi, turistik yerleri anlatırken özümden uzaklaÅŸtığımın ve yabancılara benzediÄŸimin farkında deÄŸildim.

Onlar gibi giyiniyor, onlar gibi konuşuyor ve onlar gibi hareket ediyordum. Sadece ben değil çevremdeki birçok genç aynı durumdaydı. Bir yabancılaşma ve yozlaşma süreci içindeydik. İlginç olan ise böyle yaparak evrensel olduğumuzu ve doğru bir iş yaptığımızı zannediyorduk.

Ailelerimizle de bazı problemler yaşıyorduk kimi zamanlar. Bu durum günün birinde yine bir yabancıyla tanışıncaya kadar devam etti. O gün evden biraz erken çıkmıştım. Ağır ve sakin adımlarla ilerliyordum. Damat İbrahim Paşa Külliyesi’nin önünden geçerken camiyi ve önündeki yazıyı inceleyen birini gördüm. Yabancı olduğu her hâlinden belliydi.

İlgili Makaleler

Alıştığım üzere yanına gittim ve onu selamladım:

– Hi, can I helpyou?

Döndü, bana baktı ve cevap verdi:

– Hayır, yardıma ihtiyacım yok, teÅŸekkür ederim. ÅžaÅŸkınlıktan bir an ne diyeceÄŸimi bilemedim, durumu toparlamaya çalıştım:

– Åžey, kusura bakmayın. Ben sizi Avrupalı bir turist sanmıştım.

– Evet, öyleyim. Ben bir Almanım.

– Ama Türkçe konuÅŸuyorsunuz, bu nasıl oluyor?

– Siz İngilizce, Almanca konuÅŸunca oluyor da Avrupalı Türkçe konuÅŸunca mı olmuyor?

 – Bilmem ki pek alışıldık bir durum deÄŸil. Türkçeyi böyle güzel konuÅŸtuÄŸunuza göre Türkiye’de yaşıyor olmalısınız.

– Hayır, Almanya’da yaşıyorum. Türkçeyi de zorunluluktan deÄŸil bilerek, isteyerek tercih ettim ve öğrendim. İyice ÅŸaşırmıştım. Bir ÅŸey söyleyemedim. Benim durumumu anlamış olmalıydık ki konuÅŸmasına devam etti:

– İstersen tanışalım. Ben Mark.

– Memnun oldum, ben de Mert.

– Ne iÅŸ yapıyorsun Mert?

– Lisede öğrenciyim. Aynı zamanda turist rehberliÄŸi yapıyorum.

 – Çok güzel. Ben de Almanya’da üniversite öğrencisiyim. İki gün önce Türkiye’ye geldim. Dünden beridir bu ÅŸehirdeyim.. Buralı mısın?

 – Evet.

 -Çok ÅŸanslısın Mert, İliniz hem doÄŸal güzellikler hem de tarihi eserler bakımından çok zengin bir yer. İnanılmaz yerler gördüm.

 – Evet, her yıl binlerce turist gelir buralara. BahsettiÄŸin doÄŸal ve tarihi zenginliklerimizi görmek isterler.

 – Mert, madem rehbersin, bana biraz yardımcı olur musun?

– Nasıl bir yardım?

– İki gün daha buradayım. Gezip görülecek çok yer var. Görmem gereken yerleri arayarak vakit kaybetmek istemiyorum. Bana rehberlik yapar mısın?

– Bilmem ki nasıl olur? Önce çalıştığım firmaya haber vermem gerekiyor. İzin verirlerse olabilir.

 – Tamam anlaÅŸtık. Ne zaman görüşebilirsin onlarla?

 -Åžimdi oraya gidiyorum. İstersen beraber gidelim.

-Olur gidelim.

Beraber yola koyulduk. Çalıştığım kuruma gelince amirimin odasına çıkıp durumu anlattım. Ertesi gün akşama kadar izin aldım. Dışarı çıktığımda Mark beni heyecanla bekliyordu. Hemen sordu:

– Ne oldu, alabildin mi izni?

 – Evet beyefendi, yarın akÅŸama kadar hizmetinizdeyim. Benim bu abartılı ve alaylı tavrımı anlamamış olacak ki garip garip yüzüme baktı. O zaman durumu kavradım. Kültürel farklılık olayları yorumlayışımızı ve espri anlayışımızı da etkiliyor. Yürümeye devam ettik. Bir ÅŸeyler düşünüyordu. Sonunda sordu:

 – Ne söyledin de amirin izin verdi?

 – Niçin ne söylediÄŸimi merak ettin?

 – Bizde olsa patron resmi izin ister ve aylığından keser.

– Daha neler canım! Ben amirime senin ülkemizde misafirimiz olduÄŸunu ve benden yardım istediÄŸini söyledim. Amirim de izin verdi. Bizim milli özelliklerimizden biri de misafirperver olmamızdır.

– Evet misafirperver olduÄŸunuzu biliyorum.

– İşte amirim de bu nedenle seni yalnız bırakmamı istemedi.

– Kendisine minnettarım. Toplum olarak hayranlık du- yulacak özellikleriniz var. Hepinizi tek tek tebrik etmek lazım.

 – TeÅŸekkür ederim, eksik olma. Evet ÅŸimdi, ne yapmak veya nereye gitmek istiyorsun?

– Öncelikle buraya geliÅŸ amacım peri bacalarını görmek.

 – Tamam, bir servise binip gidebiliriz. Servis araçlarının kalktığı yere gidip yola çıktık. Oraya vardığımızda alan çok kalabalıktı. Farklı milletlerden birçok insan çevreyi geziyordu. Hediyelik eÅŸya dükkânları, kilim tezgâhları ve çömlek yapım atölyeleri insan kaynıyordu.

Mark önce etrafı gözlemledi, sonra peri bacalarına yöneldi. Ben de onunla birlikte yürüyordum. Bu doğa harikası yerde Mark büyülenmiş gibi her yeri dikkatle inceliyordu. Açıkçası yarım saat kadar bu şekilde gezdikten sonra ben sıkılmıştım.

Biraz geriden takip ediyordum onu. Mark ise aynı dikkat ve heyecanla gözlemlerine devam ediyordu. Telefonumla meÅŸgulken birden Mark’ın bağırdığını duydum. Başına bir ÅŸey gelmiÅŸ olmalıydı. Göz açıp kapayıncaya kadar yanına gittim.

Bir peri bacasının önünde durmuş, önündeki kaya parçasına bakıyordu. Aceleyle sordum:

– Ne var, ne oldu? Niye bağırdın? Titreye titreye bana kayayı gösterdi: – Mert ÅŸuraya bak! Bu bir facia!

Korkuyla baktım, ne var diye. Ancak o kadar bakmama raÄŸmen “facia” diyebileceÄŸim hiçbir ÅŸey göremedim:

– Mark ben farklı bir ÅŸey göremiyorum. Her ÅŸey normal görünüyor. ÅžaÅŸkın ÅŸaÅŸkın bana baktı:

– Nasıl göremezsin Mert? Sıkılmıştım. Kavga ettiÄŸimizi sanan insanlar etrafımızda toplanıyorlardı. Tekrar baktım. Sonra dönüp bıkkınlıkla sordum.

Misafir Kapadokya'da
Misafir Kapadokya’da

 – Burada her ne varsa ben göremiyorum iÅŸte. Artık söyleyecek misin? Kayaya yaklaÅŸtı. Boya tabancası ile yazılmış bir ismi bana gösterdi:

 – Mert, bu yazıyı yazanlar doÄŸa tarihine ve insanlığa büyük hakarette bulunmuÅŸlar. Binlerce yıllık bir süreçte oluÅŸan böyle bir güzelliÄŸe nasıl bu ÅŸekilde kötü davranılır, anlamıyorum. Bu bir cinayet deÄŸil mi? Bu açıklamadan sonra facia olarak neyi kastettiÄŸini anlamıştım.

DoÄŸrusunu söylemek gerekirse bu türden olumsuzluklarla o kadar çok karşılaÅŸmıştık ki artık en kötüsüne bile alışmıştık; yadırgamaktan, eleÅŸtirmekten çok uzaktık. Benden bir tepki, bir cevap bekleyen Mark gözlerimin içine bakıyordu. Mecburiyetten “Evet, haklısın.” diyebildim.

Mark telefonuyla o yazının fotoğrafını çekti. Bu sırada biraz daha aşağıda yor alan, bıçak gibi bir nesneyle oyularak yapılmış kalp şeklini gördü. Onun da fotoğrafını çekti. Ne kadar üzgün olduğunu yüz ifadesi çok net anlatıyordu. Sordum:

– Ne yapacaksın o fotoÄŸrafları?

– Ne yapmam gerekiyorsa onu yapacağım. Gerekli yerlere ÅŸikâyet edeceÄŸim. Yetkililerden bu güzellikler için daha ciddi koruma tedbirleri talep edeceÄŸim. Böyle olmaz! Sonraki yarım saat Mark bir dedektif gibi her tarafı inceledi. FotoÄŸraflar çekti.

Onun yanında boş boş gezerken toplum olarak duyarsızlığımızı, tepkisizliğimizi düşündüm. Açıkçası utanmadım dersem yalan olur. Birlikte halı ve kilim tezgâhlarını gezdik. Sıra çömlek, testi atölyelerine gelince gerçekten çok eğlendik. Mark çamurlara şekil vermenin ne kadar zor bir iş olduğunu bizzat yaşayarak öğrendi. Akşama doğru artık oradan ayrılmamız gerekiyordu. Ancak Mark hemen oteline dönmek istemiyordu. Bana sordu:

– Mert, burada katılmamız gereken baÅŸka bir organizasyon veya görmemiz gereken baÅŸka bir güzellik kaldı mı? Tam “Hayır, kalmadı.” diyecektim ki balon seyahatleri aklıma geldi, Cevap verdim:

– Evet, bir güzellik daha kaldı.

– Nedir o?

– Balon seyahatleri.

 – Evet, reklam broşürlerinde görmüştüm. Ama ben ÅŸu an hiç balon göremiyorum.

 – Elbette göremezsin çünkü balon gezileri sabahın çok erken saatlerinde olur.

 – Sabahın erken saatleri mi, peki neden?

– Neden olacak, güneÅŸin doÄŸuÅŸunu izleyebilmek için. Kapadokya‘da güneÅŸin doÄŸuÅŸunu izlemek bir ayrıcalıktır.

– Ben bunu bilmiyordum.

– Hem güneÅŸin doÄŸuÅŸunu izlemek hem de peri bacalarını havadan seyretmek çok farklı bir duygudur.

– Tamam o zaman, sabah erkenden geliriz.

– AnlaÅŸtık, ÅŸimdi ne yapmak istiyorsun?

– Otele dönelim, yemekten sonra ÅŸehri gezeriz. Servise bindik, yol boyunca havadan sudan konuÅŸtuk. Otele varınca Mark izin isteyip dinlenmek için odasına çıktı. Ben de biraz dolaÅŸmak için çarşı merkezine gittim. Bir maÄŸazanın vitrinindeki gömlekleri incelerken birisi bana seslendi. Sesin geldiÄŸi tarafa bakınca çay bahçesinde babamı gördüm.

Babam yıllarca belediyede çalıştıktan sonra iki yıl önce emekli olmuştu. Yılların verdiği çalışma hayatının alışkanlıklarından kurtulması kolay olmamıştı.

Daha yeni yeni emekliliğin tadını çıkarıyor diyebilirim. Evin ihtiyaçlarını hallettikten sonra çarşıyı dolaşır, eşe dosta uğrar, akşamüzeri bu çay bahçesinde yorgunluk kahvesini içtikten sonra eve döner. Neredeyse bu düzeni hiç bozmadan hayatını sürdürüyor. Yolun karşısına geçip çay bahçesine girdim:

– Nasılsın baba? – İyiyim Mert saÄŸ ol, sen ne yapıyorsun? İşten mi geliyorsun?

– Hayır, bugün iÅŸ yerinden izin aldım.

– İzin mi aldın, neden?

– Bir misafirim var, onunla ilgileniyorum.

 – Misafirini ben tanıyor muyum?

– Hayır, tanımıyorsun. Misafirim bir Alman.

 – Ev sahipliÄŸini iyi yaptın mı misafirine?

– Sabahtan beri onunla ilgileniyorum baba.

– Çok güzel aferin, iÅŸin bittiyse eve beraber dönelim mı?

– İşim bitmedi baba. Mark ÅŸu an otelde dinleniyor. AkÅŸam tekrar görüşeceÄŸiz.

-O hâlde arkadaşını eve getir, biz de tanışalım. Avrupalı bir insanı evime götürmek düşüncesi hiç hoşuma gitmedi ama bunu belli etmedim. Eski püskü birçok eşyanın olduğu, küçük bir ev kimse için ilgi çekici olmaz herhâlde. Yine de bu konuda babamla bir tartışmaya girmemek için kabul eder gibi göründüm.

– Eve davet ederim baba, ancak gelmek istemezse bir ÅŸey yapamam.

– Sen davet et Mert, kabul edip etmemek onun bileceÄŸi iÅŸ.

– Tamambaba, anlaÅŸtık. Görüşmek üzere.

– Güle güle oÄŸlum, saÄŸlıcakla git. Oradan ayrılırken babamla birçok konuda anlaÅŸamadığımızı, babamın beni ve dünyayı anlamaktan uzak olduÄŸunu düşündüm. Hâlâ evde birçok eski geleneÄŸi, kuralı sürdürmeye çalışıyor. Bu nedenle sık sık tartışıyoruz kendisiyle. Otele döndüğümde Mark’ın bahçede beni beklediÄŸini gördüm, yanına gittim:

– İyi uyuyabildin mi?

– Evet, iyice dinlendim. Sen ne yaptın?

– İşlerim vardı, onları hallettim. Babamla sohbet ettim.

– Babanla mı sohbet ettin? Bu çok güzel!

– Bunun nesi güzel, anlayamadım. Alt tarafı sohbet iÅŸte.

– Öyle söyleme Mert, ben on sekiz yaşımdan beri ev den ayrıyım. O tarihten bu yana anneme ve babama mesafeliyim.

 – Mesafeli derken ne demek istiyorsun?

– Yani artık birbirimize karşı yabancı gibiyiz. Aramızda aileye dayanan bir baÄŸ, bir sevgi kalmadı gibi. Åžu anda görüşmek zorunda kalsak bile konuÅŸmalarımız resmî, soÄŸuk ve ciddi bir havada geçiyor.

– Bir problem mi yaÅŸadınız?

– Hayır, herhangi bir sorunumuz yok. Bizde herkes bu durumda. Yani Almanya’da olması gereken bu. Bir an aynı durumu kendi ailem için hayal etmeye çalıştım. Annemle veya babamla soÄŸuk ve mesafeli olmak? Tartıştığımız veya dargın olduÄŸumuz anlarda bile yaÅŸamadığımız ve yapamayacağımız bir durum. Hayalini bile kuramadım. Mark’ın sorusuyla kendime geldim:

 – Ne oldu empati mi yapıyorsun? – Evet, kendi ailemi düşündüm.

– Yok, bize çok uzak bu dediklerin.

Farkındayım, sizin aile yapınız ve kültürünüz çok saÄŸlam. Kolay kolay bozulmuyor. Bu yüzden sen “Babamla sohbet ettim.” deyince hem mutlu oldum hem de imrendim.

 – İyiöyleyse, babam akÅŸam eve davet etti. EÄŸer istersen bizim eve gidebiliriz.

– Rahatsız etmiÅŸ olmayayım?

– Daha neler? Biz de misafirin hiçbir ÅŸekilde ağırlığı veya rahatsızlığı söz konusu olmaz. Ama gelmek ister mi- sin, gelsen beÄŸenir misin, onu ben bilemem. Mark bir an garip garip yüzüme baktı. Åžaşırmıştı. Azarlar gibi bir havayla konuÅŸtu:

– Mert sana inanamıyorum. Nasıl olur da kendi kültürünü basit görürsün? Ne kadar zengin bir dünyanın içinde yaÅŸadığının farkında bile deÄŸilsin. Böylesi bir eleÅŸtiri karşısında ben de savunmaya geç- tim, gönlümdekileri dile getirdim:

-Öyle diyorsun ama ben de sizin dünyanıza hayranım. Hiçbir sorgulayıcı güce, düşünceye, yapıya bağlı olmadan özgürce yaşayabiliyorsunuz.

– Bir yere ait olamamanın iyi bir ÅŸey olduÄŸunu mu sanıyorsun? Yalnızlığa mahkûm oluyorsun. Yalnız yaşıyor ve yalnız ölüyorsun. Acını veya mutluluÄŸunu paylaÅŸamıyorsun. Senin özgürlük dediÄŸin bir noktaya kadar. Ondan sonrası hayatı anlamsızlaÅŸtırıyor.

Tabi sen hep bu yaşınakadar sıcak ve ilgili bir aile yapısının içinde yaşadın. Yalnızlığın, bir yere ait olamamanın ağırlığını ve boşluğunu kesinlikle anlayamazsın.

– Sen de hep bir yerlere baÄŸlı olmanın sıkıcılığını anlayamazsın. Sonunda ikimiz de sustuk. Bir süre söylediklerimizi ve iÅŸittiklerimizi düşündük. Sonra babamı arayıp yarım saate kadar geleceÄŸimizi haber verdim. Biraz sonra otelden çıktık. Hem çevreyi gözlemlemek için hem de zaman geçsin diye yürüyerek eve gitmeye karar verdik.

Caddelerden, sokaklardan geçerken tarihi kimliği olan bir yapı görürsek kısaca bilgi veriyordum. Benim alışkanlıkla üstünkörü baktığım her şeyi o bütün dikkati ve ilgisiyle inceliyordu. Böylelikle kısa sürede gidebileceğimiz eve hâlâ ulaşamamıştık. Eski bir çeşmenin başından ayrılamıyordu. En son çare olarak şöyle konuştum:

 – Mark biliyor musun? Bizim kültürümüzde davetli olduÄŸun yere sebepsiz geç kalmak ev sahibine yönelik ciddi bir aÅŸağılamadır. Benim bu sözüm üzerine telefonunu çıkarıp saate baktı. İstemeye istemeye oturduÄŸu yerden kalktı. “Kimseyi bekletmeye hakkımız yok. Haydi gidelim.” diye mırıldandı. Hızlı adımlarla yola devam ettik ve eve ulaÅŸtık. Kapıyı küçük kardeÅŸim açtı. İçeri geçtik. Bizimkilere kısaca misafirimi tanıttım:

– Baba, misafirimizin adı Mark. Kendisi Almanya’dan Babam önce alçak sesle bana sordu:

– Mert, arkadaşın dilimizi biliyor mu?

 – Evet baba, biliyor.

– Evladım hoÅŸ gelmiÅŸsin! Geç, buyur şöyle. Ben otururken onun da geçip oturacağını sanmıştım. Ancak Mark beni ve herkesi ÅŸaşırtan bir ÅŸey yaptı. YaklaÅŸtı ve önce babamın sonra annemin elini öptü. Babam ÅŸaÅŸkınlıkla konuÅŸtu:

– El öpenlerin çok olsun evladım. Mark ile yan yana oturduk. Fısıltıyla sordum:

 – Bu neydi ÅŸimdi?

– Niye, yanlış bir ÅŸey mi yaptım?

– Hayır, yanlış yok. Çok güzel yaptın. Ama neden?

– Sizdeki küçük büyüğün elini öper olayı bir saygı belirtisi. Ben de ailene saygımı göstermek istedim. Hepsi bu. Bizim konuÅŸmamız bitince babam Mark’a sorular sormaya baÅŸladı. Ailesi, iÅŸi, Türkiye’yi sevmiÅŸ mi, daha ne kadar kalacak gibi birçok konuda sorular sordu. Mark sabırla hepsini cevapladı. Bir ara Mark sordu:

– Amca ben bir soru sorabilir miyim? Hani Batı dillerinde mitos denir ya Türkçedeki karşılığını hatırlayamadım. Hemen söyledim:

– Efsaneyi mi soruyorsun?

– Evet, evet. Amca bu peri bacaları ile ilgili bir efsane var mı? Varsa bana anlatır mısın?

 – Olmaz olur mu, elbette var. Demek böyle ÅŸeylere merak duyuyorsun?

– Evet efendim, özellikle Anadolu kültürüne hayranım.

– Senin bu ilgine çok ÅŸaşırdım delikanlı. Bizim gençler bile artık böyle deÄŸerlerle ilgilenmiyorlar, bunları küçük ve basit görüyorlar. Babam bu iÄŸneli lafları söylerken bana bakıyordu. Cevap vermedim. Başımı eÄŸdim ve bekledim. Babam devam etti:

– Neyse, ÅŸimdi efsaneyi anlatalım. Bak evladım, çok eski zamanlarda Kapadokya’da, yani bu bölgede insanlar kayaların içine oydukları maÄŸaralarda yaÅŸarlarmış. Günün birinde periler padiÅŸahının yolu Kapadokya’ya düşmüş. Buraları çok beÄŸenmiÅŸ. Burada yaÅŸayan insanları sevmiÅŸ. Bu yöreye yerleÅŸmeye karar vermiÅŸ. DiÄŸer perilere de haber vermiÅŸ. Gelen periler sivri kayaların üzerine küçük odacıklar yapıp yerleÅŸmiÅŸler.

İnsanlar perileri, periler de insanları rahatsız ötmeden yaşamlarını sürdürmüşler. Bir gün periler padişahının güzeller güzeli kızı ile insanların padişahının yakışıklı oğlu birbirlerini görüp aşık olmuşlar. Ancak özellik- le insanlar bunların evlenmesine karşı çıkmışlar. Bu duruma çok üzülen peri padişahı, çok sevdiği ve birlikte yaşadığı insanlar üzülmesin diye perilerinden güvercine dönüşüp kayalardaki odacıklarında o şekilde yaşamalarını istemiş.

Padişahlarının bu isteği üzerine bütün periler güvercine dönüşmüşler. İnsanlardan uzaklaşmadan yine küçük kovuklarında güvercin olarak yaşamaya devam etmişler. İşte evladım, inanışa göre o günden beri bölgemizde periler güvercin şeklinde yaşarlar. Bu yüzden bu kayalıklara da peri bacaları denmiştir. Babam anlatımını bitirince Mark herhangi bir şey söylemedi, hiçbir tepki vermedi. Derin bir sessizlik oluştu. Bir süre sonra babam sordu:

– Evet delikanlı, efsanemiz bu. Nasıl beÄŸendin mi? Babamın sorusu üzerine Mark irkilir gibi oldu. Belli ki bir ÅŸeyler düşünüyordu, dalmıştı.

– Efendim, bir ÅŸey mi dediniz? – Efsaneyi diyorum evladım, beÄŸendin mi? – Evet efendim, çok güzel ve etkileyiciydi. Sizin anlatımınız da çok akıcıydı. Çok etkilendim.

 – BeÄŸendiÄŸine sevindim. Bu efsanelerimiz inansak da inanmasak da hayatımızın tuzu biberi gibidir.

– Anlıyorum efendim. Gerçekten efsaneleriniz de in- sanlığınız, sohbetleriniz ve sosyal iliÅŸkileriniz gibi sıcak ve samimi. Sohbet bu ÅŸekilde devam ederken babamın telefonu çaldı: – Gençler müsaadenizle. Alo, Berk sen misin? TeÅŸekkür ederim, iyiyim evladım. Sen nasılsın, iyi misin?.. Annen de iyi, merak etme. Mert mi, evet burada. Telefonuna mi ulaşılamıyor? (Babam telefonu uzaklaÅŸtırıp bana döndü Senin telefonun neden kapalı?  Abin seni aramış, ulaÅŸamayınca endiÅŸelenmiÅŸ. Hemen telefonuma baktım. Åžarjımın bittiÄŸinin farkına varmamışım. Odama ÅŸarj aleti için giderken babam abimle konuÅŸmasına devam etti:

– Herhalde ÅŸarjı bitmiÅŸ. Biliyorsun bazen unutabiliyor. Sizler ne yapıyorsunuz? Arabada mısınız? Hayırdır, nere- ye gidiyorsunuz? Buraya mı geliyorsunuz? Müjde istesene be oÄŸlum! Rahatsızlık mi, o nasıl laf öyle oÄŸlum? Burası sizin eviniz. Annen de çok sevinecek. Biz de sizi özledik. Tamam bekliyoruz. Telefon konuÅŸması bitince babam heyecanla ve mutlulukla anneme seslendi: – Hanım, müjdemi isterim. Berk geliyor, ÅŸu anda yoldalar. Bir saate kadar burada olurlar. Annem mutfaktan yanımıza geldi. O da çok mutluydu:

– Çok sevindim, OÄŸlumun nasibine bak ki ben de bu akÅŸam onun en sevdiÄŸi yemeÄŸi yaptım. Kendimi tutamadım ve sordum: – Anne, yoksa aÄŸmakla mı yaptın? – Evet oÄŸlum, biliyorum sen de çok seviyorsun. Hazır olsun, birazdan hep beraber oturur yeriz. Annem yemeklerle uÄŸraşırken babamdan izin alıp bahçeye çıktık. Mark sordu: – Bu Berk, abin mi? – Evet, abim. Üç yıldır görevi gereÄŸi bizden ayrı yaşıyor.

 – Ne iÅŸ yapıyor?

– Abim öğretmendir. Görev için baÅŸvurunca baÅŸka bir le tayini çıktı. Åžimdi ailesi ile birlikte orada yaşıyor. Ama fırsat buldukça bizi ziyarete gelir.

– Bütün bu mutluluk onun geliÅŸi için mi?

– Elbette onun için. BaÅŸka ne için olabilir ki?

– Anladım. Åžimdi kıskanmadım dersem yalan olur.

– Kıskanmak mi niçin?

– Türkiye’ye gelmeden bir hata önce yol hazırlıklarımı yaparken anneme telefon açtım.  “Anne, yakında yurt dışına çıkacağım. İzniniz olursa gelip sizi görmek istiyorum.” dedim. Annem bana “Baban bu aralar biraz rahatsız, gel- mesen daha iyi olur.” dedi. İşte bu yaÅŸadıklarım için sizleri kıskandım. Açıkçası Mark’ın anlattıklarına çok üzüldüm ama belli etmedim. SöyleyebileceÄŸim uygun bir söz aradım:

– Belki de babanı o hâlde görüp üzülmemen için öyle söylemiÅŸtir. Yüzündeki acı ifadesiyle sordu: – Bu söylediÄŸine sen inanıyor musun? Cevap veremedim. Bir süre sessiz kaldık, konuÅŸmadık. Arka bahçeden annemin tandırda uÄŸraşırken çıkardığı sesler geliyordu.

Sessizlik uzadıkça

ortalığa nefis bir yemek kokusu yayılıyordu. Koku ne kadar acıktığımızı hatırlatmış- ti sanki. Mark sordu: – Mert bu ne kadar nefis bir koku böyle! Bu yemek nasıl yapılıyor, bana anlatabilir misin?

 – Kapadokya bölgesinde kuru fasulyeye aÄŸmakla denir. Beyaz fasulye, kemikli et ve yaÄŸ karışımı bir çömleÄŸe yerleÅŸtirilir. Bu çömlek yufka ekmeÄŸinin piÅŸtiÄŸi tandıra gömülür ve burada üç veya dört saat kadar piÅŸmeye bırakılır. Bu yemeÄŸin tadına doyum olmaz. Hatta sırf bu yemeÄŸi yiyebilmek için buraya gelenler bile var. – Kokusu böyle harika ise kim bilir tadı nasıl muhteÅŸemdir? Yemek piÅŸmiÅŸ midir acaba?

Acıktık ama biraz beklememiz gerekiyor. – PiÅŸmesini mi bekliyoruz? – Hayır, abimin gelmesini bekliyoruz. – Neden, abini bekliyoruz, anlayamadım.

– Bu kültürel bir özelliktir.. Gelecek olanı bekleriz. Sonrasında da hep birlikte sofraya otururuz, kimse kimseyi bekletemez sofra başında. Bu bizim genel sofra kuralımızdır. Bu kuralın oluÅŸumu yüzyıllara dayanır. Bunları anlatırken gülümsedim. Mark hemen sordu: – Ne oldu, niçin gülümsedin? – Bu tarz kuralları biz çocukluÄŸumuzda büyüklerimizin uyarısıyla zaman içinde öğrendik. Mesela babamın sıkça kullandığı bir ifade vardır:

-Nimet yerde beklememeli. – Tam anlayamadım, nimet ne demek?

 – Sana bunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum ama en azından deneyeceÄŸim. Biz emek vererek dürüst yollarla elde ettiklerimizi kutsal sayarız. Mesela bir ekmek, bir su bizim için nimettir, kutsalımızdır. Yani ekmek sadece bir yiyecek maddesi deÄŸildir bizim için. Kendisi önemli olduÄŸu kadar elde edilme yolları da önemlidir. Bilmem anlatabildim mi?

– Evet, çok güzel anlattın. Åžimdi nimet sözcüğünün içinde barındırdığı anlamları kavrayabiliyorum.

– Biz küçükken evimizde yer sofrası kurulurdu. Önce vere sofra bezi serilir, üstüne de büyük bir sofra tepsisi konulurdu. Tam ortaya bir yemek tabağı konulur ve herkes o tabaktan yemek yerdi. Kaç kiÅŸiysek sofrada o kadar tahta kaşık olurdu. Ekmekler bir bütün olarak sofraya bırakılırdı. Herkes ihtiyacı kadar ekmeÄŸi koparır ve önüne alırdı. Sofra hazır olunca babam “Sofra hazır, herkes sofraya diye seslenirdi. Bu alışkanlığımız yer sofrasından yemek masasına geçtikten sonra da devam etti. Tabii çoÄŸu zaman ben ve küçük kardeÅŸim oyuna dalar ve sofraya geç kalırdık. Mark tam bu sırada sözümü kesti:

 – Bir dakika lütfen! Demin “Nimet yerde beklememeli.” diye bir kültürel inanıştan söz etmiÅŸtin. Åžimdi ise “Sofrayı bekletiyorduk.” diyorsun. Bu bir tezat deÄŸil mi? Bir an duraksadım, ÅŸaşırdım. Beni ne kadar dikkatli dinlediÄŸini daha iyi anlamış oldum:

– Evet beni yakaladın, teslim oluyorum. Biraz gülüştükten sonra konuÅŸmama devam ettim:

 – DediÄŸim gibi ben ve kardeÅŸim o yıllarda çok küçüktük. Arka arkaya birkaç defa sofraya geç geldik ve büyüklerimizi beklettik. Ama sonunda babam bize öyle bir ders verdi ki bir daha hiç geç kalmadık.

– Nasıl bir ders verdi?

– DediÄŸim gibi sofraya kiÅŸi sayısınca kaşık konulurdu. Bir gün yine sofraya geç geldik. Tam yemeÄŸe baÅŸlayacağız,

baktık ki sofrada iki kaşık eksik. Ben anneme sordum, kaşıklar niye eksik, diye. Bana “Kaşıklarınızı leylekler götürdü.” dedi. Ben “Leylekler bizim kaşıklarımızı ne yapsın?” diye sorunca “Sahipsiz görmüş ve almışlar herhâlde, bilmiyorum.” ÅŸeklinde cevap verdi. Hayatımda ilk kez o gün kaşıksız yemek yemek zorunda kalmıştım. Çok zor bir ÅŸeydi.

Sonraki dönemlerde defalarca kontrol ettim. Eğer geç kalırsak kaşıklar eksiliyordu. Vaktinde gelip sofraya oturmaya mecbur kalıyorduk. Biz farkında olmadan zaman içinde alışkanlığımız değişmişti. Bir daha asla sofraya gecikmedik ve kimseyi bekletmedik. Mark anlattıklarımdan etkilenmişe benziyordu. Neşeyle konuştu:

– Harika bir yöntemle öğrenmiÅŸsiniz. Bu nasıl bir eÄŸitim, nasıl bir kültür aktarımıdır böyle? Demek bu ÅŸekilde kültürel dokunuzu bozulmadan daha ilerilere taşıyabiliyorsunuz. “Daha sohbete devam edecektik ki kapının önünde duran arabanın sesini duyduk. Abimler gelmiÅŸlerdi. Onları kapıda karşıladık, hep beraber içeri geçtik.

Abimin ve yengemin babamın elini öpmeleri, yeÄŸenim Burcu’nun “Dede!” diye çığlık atıp babamın boynuna sarılması bizler için normaldi. Ama Mark’ın gözlerindeki ifadeyi görünce bu türden davranışların onlarda olmadığını ve böylesi akrabalık iliÅŸ- kilerine hasret kaldıklarını hemen anlamıştım. Abim ve eÅŸi de Mark’ı sevmiÅŸ ve benimsemiÅŸlerdi. Burcu’nun Mark’ın uzun, sarı saçları ile oynamasına çok gülmüştük.

Geç saatlere kadar bu ÅŸekilde eÄŸlendik. Artık Mark’ın otele dönmesigerekiyordu. VedalaÅŸmadan önce babama ÅŸunları söyledi:

– Beni hiç tanımamanıza raÄŸmen aranıza aldınız, bana yüreÄŸinizi ve sofranızı açtınız. Hâlbuki dinim, milletim, kül- türüm sizlerinkinden çok farklı. Sizi hiç unutmayacağım, hepinize çok teÅŸekkür ederim. Babam bir an Mark’ın gözlerinin içine baktı, sonra konusunu

– Bak evladım, bizim mayamızda insan sevgisi ve hoÅŸgörü vardır. Büyük bir deÄŸerimiz olan Hacı BektaÅŸ Hazretlerinin ÅŸu sözü bizim yol göstericimizdir: “Dili, dini, rengi ne olursa olsun; iyiler iyidir.” Sen de çok iyi bir gençsin. Kapımız her zaman sana açıktır. Bunu unutma.

– Efendim, bana çok farklı duygular yaÅŸattınız. En önemlisi de baÅŸka bir yerden gelmeme raÄŸmen kendimi buraya aitmiÅŸim gibi hissediyorum. Sizlere duyduÄŸum minneti anlatmama imkân yok. Ama sizlerden son bir küçük ricam olacak, tabi müsaadeniz olursa. – Seni dinliyorum delikanlı.

– Efendim yarın benim Türkiye’deki son günüm. AkÅŸama doÄŸru uçakla ayılacağım. EÄŸer izniniz olursa Mert bu gece otelde benim misafirim olsun. Yarınki programımız çok erken baÅŸlayacak. Sabah birlikte hareket etmiÅŸ oluruz.

– Ama evladım, biz seni evimizde ağırlamak istiyoruz.

– Belki daha sonra amca. Üstelik ülkenizde biz Almanlara yönelik bir söz grubu öğrendim. Ismarlamanın olmadığı, herkesin kendi hesabını ödediÄŸi durumlara Alman hesabi ödeme diyorsunuz.

Bunun böyle olmadığını, Almanların da cömert olabileceÄŸini göstermek istiyorum. Bu söze hepimiz bol bol güldük. Babam izin verdi. Ben de eÅŸyalarımı aldım ve Mark’ın kaldığı otele gittik. Oldukça yorulmuÅŸtuk ve ertesi gün erken kalkacaktık.

Hiç oyalanmadan uyumaya çekildik. Sabah çok erken saatlerde uyandık. Balon organizasyonunun heyecanından kahvaltıda ne yediğimizi bile anla

yamadık. Koştur koştur hazırlıklarımızı görüp alana gittik. Bizler bir grup olarak ikinci balona sırayla bindik. Ağırlıklar bırakılıp düzenek çalıştırılınca balonumuz havalandı. Yükseldikçe yükseldik. Sonra Kapadokya üzerinde süzülerek gezmeye başladık.

 Peri bacaları, NevÅŸehir, Ürgüp havadan bir baÅŸka güzel görünüyordu. Ama asıl güzellik güneÅŸin doÄŸuÅŸunu gökyüzünden seyretmek olmalı. Böyle bir heyecanı ve güzelliÄŸi anlatmaya imkân yok. Öğle saatlerinin sıcağından etkilenmemek için balonlar yere inince tekrar otele döndük. Terasta dinlendikten sonra yemek için otelin otantik restoran bölümüne geçtik, bir köşede oturduk. Garsonlar yöresel kıyafetler giymiÅŸlerdi. Bir o yana bir bu yana hareket halindeydiler. Mark bir süre onlara baktıktan sonra bana döndü ve sordu:

 – Mert, bir ÅŸey soracağım ama sana saçma gelebilir. Meraklanmıştım:

 – Hele bir sor bakalım.

– Ben buraya geldiÄŸim ilk gün yöresel kıyafetlerinizdenalmıştım. Ama giymeye hiç fırsatım olmadı. Åžimdi bu kıyafetlerigiysem ve ülkeme de bu ÅŸekilde gitsem çok mu saçma bir ÅŸey yapmış olurum, acaba?

 -Hiç öyle ÅŸey olur mu? Çok hoÅŸuna gittiyse elbette giyeceksin. Hatta ülkene dönünce bizim reklamımızı da yapmış olursun.

 – Ülkemde her ÅŸekilde sizin gönüllü ölçeniz olacağım zaten. Ben burası için kararsızım. – Neresi olursa olsun hiç fark etmez. Yöresel kıyafetlerimizi giyince yanlış veya saçma bir ÅŸey yapmış olmazsın. Rahat ol.

-O zaman müsaadenle odama çıkıp üstümü değiştirmek istiyorum.

 – Elbette, sen buyur. Ben beklerim. Yalnız kaldığımda boÅŸ boÅŸ etrafı inceledim. Bir baba ile oÄŸlu dikkatimi çekti. Baba bir ÅŸeyler yedirmeye çalışıyor, dil döküyor; beÅŸ yaÅŸlarındaki çocuk ise nazlandıkça nazlanıyordu. Bir an babam aklıma geldi. ÇocukluÄŸumda birlikte yaÅŸadıklarımız unutulacak gibi deÄŸil. Rollerimiz hiç deÄŸiÅŸmedi. Nazlanan, anlamak istemeyen, uzaklaÅŸan ben ve bütün bunlara anlayış gösteren babam. Sadece çocukluÄŸumda deÄŸil ÅŸimdilerde de aynı rolleri üstlenmiÅŸ gibiyiz.

Koşullar ve alanlar farklı bile olsa babaoğul ilişkisini zora koşan benim. Anlayışlı olan ve affeden ise babam oluyor eskisi gibi ve bu durumu ben son iki günde ev sahipliği yaptığım bir Alman turist sayesinde anlayabiliyorum. Bir an içimi, babama gitme ve sarılma hissi şart. Ona ilgisiz ve anlayışsız davrandığım anların pişmanlığını yaşıyordum. Sadece o değil. Mark sayesinde ailemin ye öz değerlerimin önemini çok iyi anlamıştım.

Bundan sonraki süreçte bırakın kendi kültürümü küçümsemeyi, onu baÅŸ tacı edeceÄŸime çoktan söz vermiÅŸtim. Mark restoranın giriÅŸinde yöresel kıyafetlerle göründüğünde bu düşüncelere dalmıştım. Önce ÅŸaşırdım. Kıyafetler onu çok deÄŸiÅŸtirmiÅŸti. İyice yaklaÅŸmıştı ki giydiklerinden dolayı Mark’ı garson zanneden bir müşteri seslendi:

– Bakar mısınız? Salata ve su alabilir miyim? Mark gözümün içine baktı. “Oyununa devam et.” anlamında bir iÅŸaret yaptım. Mark hiç bozuntuya vermeden mutfak kısmına girdi. Çıktığında elinde sipariÅŸler vardı. Müşteriye sordu:

– BaÅŸka bir arzunuz var mıydı?

– Hayır, teÅŸekkür ederim. Yerine oturduÄŸunda hiç beklemeden sordu:

– Nasıldım?

 – Senden harika bir garson olur. Bu ÅŸekilde ÅŸakalaÅŸmalar, takılmalar eÅŸliÄŸinde yemeÄŸimizi yedik. Zaman ilerledikçe konuÅŸmalar azalıyor, suskunluklar artıyordu. Ayrılığın ağırlığı üstümüze yavaÅŸ yavaÅŸ çöküyordu.

Duraksamalar, dalıp gitmeler eşliğinde son bir saati geçirdikten sonra havaalanı servisine kadar kendisine eşlik ettim. Elbette sık sık birbirimizi arayıp soracağız.

Beni ve ailemi Almanya’ya bekliyor olacak, kendisi de fırsatını bulur bulmaz yine gelecek. Bu ayrılık söylemlerinden sonra benim beklememi istemedi. Ben ısrar edince de ÅŸunları söyledi:

– Bak Mert, akÅŸamın çökmesine aÅŸağı yukarı bir saat var. Åžimdi yola çıksan ancak akÅŸam yemeÄŸine evde olursun. Bilirsin, büyükleri de nimeti de bekletmek doÄŸru olmaz. Benim böyle bir acelem ve bekleyenim yok. Haydi bakalım, görüşmek üzere! Dönüş yolundayken ona şöyle bir mesaj çektim: “GittiÄŸin yerde olmayabilir ama burada dostların var. Bizde dostları fazla bekletmek de olmaz.”

Bebek MasallarıEğitici Masallar7 Yaş Masalları

YILDIZ VERMEYİ UNUTMAYIN 🙂
0 Oy

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu