Defne en çok sabahları parka gitmeyi severdi. Günün ilk ışıkları çınar yapraklarının arasından süzülürken, çiçeklerin üstüne incecik bir çiy serperdi sanki. Defne, annesinin elinden tutar, küçük sulama kabını da yanına alırdı. Parkın girişindeki demir kapının yanında oturan Rıza Amca, her zamanki gibi gülümseyerek “Günaydın, küçük bahçıvan,” derdi. Defne de “Günaydın,” diye karşılık verirdi, sonra çiçeklere fısıldar gibi “Bugün nasılsınız?” diye sorardı.
O sabah bir tuhaflık vardı. Renk renk laleler hafifçe başlarını eğmiş, mor menekşeler kokularını saklamış gibiydi. Papatyaların beyazları solgun, sarı ortaları üzgün duruyordu. Oysa Rıza Amca sabah erkenden sulamıştı hepsini. Defne, sulama kabını dikkatle eğdi, toprağın üzerine nazikçe su döktü. “Neden keyfiniz yok, güzel çiçekler?” diye mırıldandı.
Tam o sırada Defne’nin omzuna kırmızı benekli bir uğur böceği kondu. Küçük böcek kanatlarını titretip fısıltıyla konuştu: “Benim adım Benek. Parkın gizlilerini duydum da geldim. Çiçeklerin suya, güneşe, toprağa olduğu kadar başka bir şeye daha ihtiyacı var bugünlerde.”
“Başka neye?” diye gözlerini kocaman açtı Defne.
“İyiliğe,” dedi Benek. “Buraya eskiden çokça iyilik gelirdi. Selamlar, paylaşımlar, nazik sözler, küçük yardım elleri… O zaman parkın kalbi ışıldardı. Son günlerde insanlar acele ediyor, selam vermeyi unutuyor, çöplerini yerlere atıyor. Çiçekler de iyilik kokusunu özlüyor.”
Defne düşünceli düşünceli menekşelere baktı. O sırada en iyi arkadaşı Ali de parka geldi. “Ne yapıyorsun?” dedi merakla.
“Çiçekler iyilik istiyormuş,” diye anlattı Defne. “Benek söyledi.”
Ali gülümsedi. “O zaman iyilik yapalım! Ama nasıl?”
Tam o sırada küçük bir çocuk, dondurmasını düşürüp ağlamaya başladı. Dizlerinin kenarı biraz çizilmişti. Defne yanına koştu, “Canın acıdı mı?” diye sordu. Ali cebinden minik bir yara bandı çıkardı annesi her ihtimale karşı vermişti. “İstersen bunu takalım,” dedi. Defne de çantasındaki elmayı ikiye böldü. “Benimle paylaşmak ister misin?” Küçük çocuk hıçkırıklarının arasından gülümsedi. “Teşekkür ederim.” Dondurma yerdeydi ama kalbi artık o kadar kırık değildi.
Birden, kırmızı lalelerin yaprakları kıpırdadı. Sanki rüzgâr yokken hafifçe sallandılar, daha canlı bir renkle parladılar. Benek neşeyle “Gördünüz mü? Paylaşınca kırmızılar uyanır,” diye fısıldadı.
Parkta yürürlerken bir plastik halka çalılıkların arasında takılı kalmış bir kelebeğin kanadına dolanmıştı. Kelebek çırpındıkça daha da sıkışıyordu. Defne ve Ali hemen bir büyüğe seslendiler: “Rıza Amca, yardım eder misiniz?” Rıza Amca eldivenlerini takıp dikkatlice plastiği kesiverdi. Kelebek özgür kalınca önce etraflarında döndü, sonra papatyalara kondu. Defne yere eğilip çimleri yoklayan çöp parçalarını topladı, Ali de çöp kutusunun kapağını kaldırıp “Buraya,” dedi. Biraz ötede iki çocuk da onları görünce ellerindeki ambalajları kutuya attılar. “Aferin,” diye mırıldandı Rıza Amca. Papatyaların beyazları bir anda daha parlak göründü, sanki güneş onları biraz daha sever gibi oldu.
“Doğaya yardım edince beyazlar gülümser,” dedi Benek. “Papatyalar teşekkür etti.”
Bir bankın altında kıvırcık tüylü, yeşil gözlü bir kedi yavrusu mırıldanıyordu. Dilini çıkarıp su arar gibi dudaklarını yaladı. Defne kendi suyundan küçük bir kapak doldurdu. “Ama kedi daha çok su ister,” dedi Ali. İkisi birlikte Rıza Amca’dan izin alıp büyükçe bir kaba su doldurdular ve gölge bir köşeye koydular. Yanına da küçük bir not bıraktılar: “Susayan dostlar için su.” Kedi önce kokladı, sonra neşeyle içti. Balkonlardan bakan birkaç komşu, “Ne güzel düşünmüşsünüz,” diye seslendi. O anda altın sarısı kadifeler, yani kadifecikler, sanki güneş parçasıymış gibi aydınlandı.
“Paylaşmak sarıyı parlatır,” diye şakadı Benek.
Parkın oyun alanında yeni bir kız çocuğu, saçlarını iki yandan toplamış, tek başına salıncağın yanında bekliyordu. Etrafına bakıyor ama kimseyle konuşmaya cesaret edemiyordu. Defne gitti, “Merhaba, ben Defne,” dedi. Ali de “Ben de Ali,” diye ekledi. “İster misin birlikte kumdan kule yapalım?” Kızın gözleri sevindi. “Benim adım Mina,” dedi utangaç bir gülümsemeyle. Üçü birlikte kumları kalıplara bastılar, küçük kulelerin arasından minik yollar yaptılar, yollara yaprak köprüler koydular. Mina’nın gülüşü oyun alanını ısıttı. Tam o sırada, mor menekşeler tatlı bir koku yaymaya başladı, sanki “Arkadaş olun,” der gibi.
“Nazik sözler moru uyandırır,” dedi Benek, kanatlarını mutlulukla çırparak.
Öğleye doğru gökyüzü biraz bulutlandı. Parkın orta yerinde, eski bir taş çeşme vardı adına “Parkın Kalbi” derlerdi. Çeşmenin musluğu uzun zamandır bozuktu, bazen sadece incecik bir damla akardı. Defne çeşmenin taşlarına parmak uçlarıyla dokundu. Soğuk ve pürüzlüydü. “Acaba Parkın Kalbi de iyilik ister mi?” diye düşündü. Tam o sırada çeşmenin üstündeki taş kabartma çok hafif parladı, bir parmak ucundan bile ince bir ışık gibi. Benek heyecanla fısıldadı: “Görüyor musunuz? İyilik birikince Parkın Kalbi hatırlar.”
Defne ve Ali parkın her köşesini dolaştı. Yerlere düşen birkaç yaprağı toprağın üstüne yaydılar “Yapraklar toprağa karışınca onu besler,” dedi Defne, öğretmeninin anlattığını hatırlayarak. “Bitkiler suyu köklerinden içer, o yüzden suyu toprağın dibine dökmeli,” diye Ali bilmiş bilmiş ekledi. Benek, “Aferin size,” dedi, “Bilerek ve özenle yapmak da bir iyiliktir.”
Ama parkın bir yerinde çiçekler hâlâ boynunu büküyordu. Güzel kokulu güllerin olduğu bölmede toprak sıkışmış, bazı dallar yamulmuştu. İnce bir patika o bölümün tam ortasından geçmiş, belli ki insanlar kestirme olsun diye çiçeklerin arasından yürümüştü. Defne içini çekti. “Ben de geçen gün acele ederken buradan geçmiş olabilirim,” dedi, biraz mahcup. Ali de başını eğdi. “Ben de…” Benek yumuşak bir sesle “Bazen hatalar olur,” dedi, “Önemli olan fark etmek, özür dilemek ve düzeltmek.”
Defne diz çöktü, güllerin yanında toprağı elleriyle yumuşattı. “Özür dilerim,” dedi. “Sizi incitmek istemedim.” Ali de küçük taşlarla patikanın kenarına minik bir sınır yaptı. Rıza Amca geldi, “Gel bak, birlikte bir uyarı levhası koyalım,” dedi. Kartona büyük harflerle yazdılar: “Lütfen çiçeklerin arasından geçmeyelim.” Levhayı güllerin yanına yerleştirdiler, patikanın üzerine de renkli taşlarla bir kalp yaptılar. O an, güller usulca doğruldu, yapraklarına küçük pembe bir pembelik yayıldı, kokuları havayı doldurdu.
Bir rüzgâr esti, ama bu rüzgâr başkaydı. Sanki parkın derinlerinden gelen bir şarkı taşıdı. Çeşme, yani Parkın Kalbi, bu kez daha belirgin parladı, musluktan bir anda ince bir su şırıltısı başladı. Su güneşte gümüş gibi parlıyor, çevresine serinlik saçıyordu. Kuşlar gelip kenarında su içti, kelebekler kanatlarını yıkıyormuş gibi suya dokundu. Çocuklar ellerini suyla ıslattılar, yüreklerine bir ferahlık doldu.
“İşte bu,” dedi Benek. “İyilikler bir araya gelince park geri gülümser. Selam vermek, paylaşmak, yardım etmek, doğayı korumak, özür dileyip onarmak… Hepsi birer çiy tanesi gibi çiçeklerin üzerine düşer.”
O günün akşamına kadar Defne, Ali ve Mina parkta küçük bir iyilik zinciri kurdular. Salıncakta sallanmayı bekleyen çocuğa sırasını verdiler. Kenarda tek başına oturan yaşlı teyzeye “Gününüz güzel geçsin,” dediler, teyze de onlara el salladı. Çöp kutusunun kapağı açılmadığında birlikte düzelttiler. Kırık bir dalı daha güvenli bir yere taşıyıp toprağa tutturdular. Her seferinde bir köşeden bir renk canlandı, bir koku yayıldı, bir yaprak sevinçle kıpırdadı.
Güneş ufka inerken, park altın rengine büründü. Defne annesinin yanına dönerken son bir kez çiçeklerin arasından yürüdü, ama bu kez taşlı yoldan. Güller nazikçe eğilir gibi oldu, papatyalar küçük güneşler gibi parladı, mor menekşeler hafif bir ninni söyledi. Benek Defne’nin omzuna kondu, “Unutma,” dedi, “İyilik bir kere yapılınca bitmez her gün bir damla, her damla bir çiçek.”
Ertesi gün, okuldan sonra Defne ve arkadaşları parka küçük fideler getirdiler. Rıza Amca’nın izniyle oyun alanının yanındaki boş köşeye lilâ rengi lavanta fidesi, limon kokulu melisa ve birkaç nane diktiler. Yanlarına da renkli boyalarla boyadıkları bir taş koydular: “İyilik Bahçesi.” Çocuklar, “Buradan geçen herkes bir iyi söz söylesin,” diye anlaştı. İlk iyi sözü Defne söyledi: “Bugün seninle olduğum için mutluyum, Park.” Ali de ekledi: “Arkadaşlarla her şey daha güzel.” Mina ise usulca, “Teşekkür ederim,” dedi, “Beni oyuna aldığınız için.”
Günler geçti, park yine cıvıl cıvıl oldu. Arılar çiçekten çiçeğe kondu, rüzgâr yaprakların arasında saklambaç oynadı, çocuklar kahkahayla koştu. Park sanki daha geniş, daha sıcak, daha canlıydı. Bazen akşamüstleri, güneş batarken, Parkın Kalbi’nin suyunda minik ışıklar dans ediyor gibi olurdu. Defne o zaman kulak verir, çiçeklerin fısıltısını duyar gibi olurdu: “Teşekkür ederiz.”
Ve her gün, bir damla iyilikle, park bir masal gibi yeniden açardı. Çünkü iyilik, tıpkı bir tohum gibiydi sevgiyle toprağa değince filizlenir, çiçeğe durur, ardından tüm kalpleri kokusuyla doldururdu. Defne, Ali ve Mina artık biliyordu: Parkın çiçekleri suyu köklerinden içer, ama kalpleri iyilikle büyür. Onlar da büyüdükçe iyiliklerini büyüttüler. Ve park, her sabah, bir gülüşle onları selamladı.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!