
Prens Aras, yemyeşil tepelerle çevrili Gümüşsu Krallığı’nın neşeli ve meraklı bir çocuğuydu. Sarayın yüksek kulelerinden gözünü uzaklara, ormanın ötesine diktiğinde kalbi heyecanla çarpar, gizemli maceralar onu çağırırdı. Bir sabah kuş cıvıltıları arasında uyandığında, penceresinden içeri süzülen ışıkta ormanın derinliklerinden gelen uğultuya kulak verdi: “Yardım edin…” diye fısıldayan rüzgâr sesi… Prens Aras, o anda duramazdı. Hemen koyu yeşil pelerinini omuzlandı, sadık atı Ayaz’ın tayını boynuna sarıldı ve sessizce saray bahçesinden çıktı. Gizlice sınır kapısını aştı, hafifçe kıvrılan patikayı izleyerek uğultunun kaynağına doğru ilerledi.

Orman gittikçe sıklaştı dalların arasından süzülen güneş ışıkları yüzünü okşuyordu. Aniden minik bir sincap belirdi. Kuyruğu kabarık, gözleri parıl parıl parlıyordu. “Merhaba Prens!” dedi sincap, daha önce hiç konuşan bir sincapla karşılaşmadığı için şaşırdı Aras. “Ormanı muhafaza eden Koca Meşe’nin kalbi kırık. Sende kurtaracak cesaret ve iyilik ruhu var mı?” Prens Aras, tereddüt etmeden başını salladı. “Elimden geleni yapacağım.” Sincap sevinçle zıpladı ve Aras’a bir meşe palamudu uzattı. “Bu anahtar, yanlış kapıların önünde açmaz. Kalbini her zaman doğru tutarsan yolunu bulacaksın.”

Biraz ilerde ırmağın kıyısına geldiğinde eski taştan yapılmış bir köprüyü gördü. Köprünün ayağında yaşlı bir tilki oturuyordu. Gözü parlak, postu gümüşe çalan tilki, “Eğer bu köprüden geçmek istiyorsan,” diye kısık bir sesle mırıldandı, “bana cesaretini gösteren bir doğru söz söyle.” Prens Aras düşündü: Yalan söylememeliydi. Ne söyleyeceğini bilemeden duraksadı, sonra cesurca şöyle dedi: “Küçük bir çocuk olabilirim ama ormanı korumak ve orada yaşayan tüm canlılara yardım etmek için buradayım.” Tilki başını salladı, “İşte bu, gerçek cesaret. Geçebilirsin,” diye yol verdi. Prens Aras, kalbindeki doğruluk ve sevgiyle köprüyü geçti.

Köprüyü aşıp ilerlediğinde serin bir derenin kenarındaki kayaların arasında parıldayan bir kristal parçası buldu. Koca Meşe’nin kalbindeki sihirli öz, bu kırık parçada tutsak kalmıştı. Tam eline uzandığı sırada su coşkuyla köpürerek yükseldi kristali almak isteyen Prens Aras’ı güçlü bir akıntı sürüklemeye başladı. Korkmadı ayağını kayaya çakılı tuttu, kollarını sıktı. Akıntı giderek güçlendi, neredeyse dengesini yitirecekken suyun içinden rengarenk pullarıyla dikkat çeken Minik Balık belirdi. “Korkma Prens! Sana yardım edeceğim,” dedi. Prens Aras şaşkın ama umutlu gözlerle balığa baktı. Balık, sıçrayarak suyun üstünde bir köprü gibi uzandı Aras, balığın kaburgalarına tutunarak kristali güvenle aldı. Kristal parçası eski haline dönen sihirle hafifçe titreşti minik ışık dalgaları yaydı. Minik Balık suya doğru kıvrıldı ve Prens Aras’ı karaya geri götürdü.

Eline sıkıca tuttuğu kristal parçasıyla ormanın kalbine doğru ilerledi. Ağaç dalları ardında eski, koca bir meşe yükseldi. Koca Meşe’nin kabuğu solmuş, yaprakları hüzünle sarkıyordu. Prens, kristali gövdesine dayadı ve yavaşça yerleştirdi. Birden meşenin kökleri kuvvetle titredi, dalları göğe uzanarak bir gülümseme çizdi. Yüz binlerce yaprak birden şakıdı, renkleri canlandı. Orman neşeyle yankılandı kuşlar melodiler söyledi, çiçekler açtı. Sincap, tilki ve Minik Balık yanı başındaydı, mutlulukla Prens’e bakıyorlardı. Koca Meşe, dalından sarkan küçük bir meşe palamudunu Prens Aras’a uzattı ve “Senin yüreğindeki cesaret ve sevgi, beni iyileştirdi,” dedi. Prens Aras, “Orman hepimizin evi,” diyerek palamudu kabul etti.

O sırada ormanın derinliklerinden minik peri ışıkları yükseldi. Her birisi çiçeklerin üzerinde zıplıyor, gümüş taneli tozlarını savuruyordu. Prens Aras’ın etrafında küçük kelebeklerin kanatları gibi titreyen ışıklar bir halkanın içinde uçuştu. Ormanı koruyan tüm canlılar ona alkış tutar gibi şakıyordu. O an, Prens Aras’ın yüreği sevinçle dolup taştı.

Gün batarken Prens Aras, Ayaz’ın yanına döndü. Orman sakinleri veda eder gibi minnetle bakıyordu. Prens Aras kutsanmış palamudu alarak yola koyuldu palamudun içindeki sihir, Gümüşsu Krallığı’na bolluk, bereket ve huzur getirecekti. Ayaz’ın eyerine dikkatle yerleştirdiği palamudun ışığı, gece boyunca nazikçe parladı.

Sarayın büyük kapılarını açtığında herkes şaşkınlık ve mutluluk içinde karşıladı onu. Prens Aras, macerasını ve öğrendiği dersleri paylaştı: Doğruluk, cesaret ve yardıma ihtiyaç duyanlara el uzatmanın gücü… Kral ve Kraliçe gururla oğullarını dinlediler. Ertesi sabah saray bahçesine ektikleri kutsanmış palamudun filiz verdiğini gördüler etrafında rengarenk çiçekler açmış, kelebekler süzülüyordu.

Gümüşsu Krallığı’nın halkı, ormanı koruma kararı aldı. Çocuklar oynayacak, hayvanlar güvenle yaşayacak, ağaçlar nesiller boyu gölgesini sunacaktı. Prens Aras, orman macerasından döndükten sonra her gün dalgın dalgın pencereye bakmayı sürdürdü ama bu sefer gözlerinde minik bir gülücük, kalbinde huzur vardı. Çünkü biliyordu ki sevgi, cesaret ve dostlukla atılan her adım, dünyayı biraz daha güzel kılardı. Ve Gümüşsu Krallığı öyle bir yerdi ki, oranın çocukları da her gün yeni bir maceraya kanat çırpıyordu tıpkı Prens Aras gibi… Böylece ormanı kurtaran cesur prens, arkadaşları olan sincap, tilki ve minik balıkla dostluğunu hiç koparmadan, mutlu ve umut dolu bir geleceğe doğru yürüdü.

Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!