
Bir varmış, bir yokmuş evvel zaman içinde, uzak diyarların birinde, insanların, hayvanların ve doğanın uyum içinde yaşadığı büyük, renkli bir krallık varmış. Bu krallıkta, her sabah güneşin altın ışıklarıyla uyanan, kuşların neşeyle şarkı söylediği, çiçeklerin rengarenk açtığı bir sarayda, Prens Cem adında narin kalpli ve meraklı bir genç yaşarmış. Prens Cem, zenginlik içinde büyümüş olsa da, kalbi her zaman alçakgönüllülük, empati ve öğrenme arzusu taşırmış. O, halkının dertlerini, acılarını dinler, ihtiyaç sahiplerine yardım eli uzatırmış. Fakat ne yazık ki, sarayın ihtişamı içinde yetişen genç prens, bazen kendi dünyasından öteye bakmayı unuturdu.

Bir gün, Prens Cem, gizlice saraydan ayrılarak halkın yaşadığı yoksul mahalleleri görmek için şehre doğru yola çıkmış. O sırada, şehrin dar sokaklarında, eski giysiler içinde, tozlu bir köşede oturan, yorgun yüzlü bir dilenci dikkatini çekmiş. Dilencinin adı Hasan’mış. Hasan, eskiden mutlu bir aileye sahipken, zamanın acımasız yüzüyle tanışmış, sevdiklerini kaybetmiş ve artık sokaklarda yaşam mücadelesi verirmiş. Prens Cem, o an kalbinin derinliklerinden gelen bir hisle, “Her insanın içinde bir umut ışığı vardır,” diye düşünmüş. Kendi zenginliğini, lüks yaşamını bir kenara bırakıp, Hasan’ın yanına yaklaşmış.

Nazikçe, “Merhaba, ben Prens Cem. Sana nasıl yardımcı olabilirim?” demiş. Hasan önce şaşkınlıkla bakmış çünkü hayatın zorlukları arasında unutulmuş bir insanın, saraydan gelen bir prensin samimiyetine inanması ona güç vermiş. “Ben… ben iyiyim,” demeye çalışmış, ama Prens Cem, “Bazen yardıma ihtiyacımız olur, ben buradayım,” diyerek ısrar etmiş. O günden sonra, Prens Cem, Hasan’la sık sık görüşmeye başlamış. Hasan, genç prensin yanında kendini yalnız hissetmemiş, onunla dertlerini paylaşmış Prens Cem de Hasan’ın yaşam mücadelesini, acılarını, umutlarını dinleyip, ondan çok şey öğrenmiş.

Günler ilerledikçe, Prens Cem’in hayatı yavaş yavaş değişmeye başlamış. Sarayda lüks içinde büyüyen genç prens, artık şehrin dar sokaklarında yaşayan, yoksul insanların gerçek yaşam koşullarını görmüştü. Hasan’ın anlattığı hikayeler, onun kalbinde derin izler bırakmış “Gerçek zenginlik, cebe değil, kalpte saklıdır,” diyerek düşündüğü günler artmış. Hasan’ın yanında geçirdiği her an, Prens Cem’e empati, alçakgönüllülük ve yardımseverlik duygusunu aşılamış. Artık prens, sadece sarayda değil, sokaklarda da insanlarla, onların yaşamlarıyla ilgilenmek istiyordu.

Bir gün, Prens Cem, Hasan ile birlikte şehir meydanında yürürken, yoksul mahallede yaşayan birçok insanın ihtiyaç içinde olduğunu fark etmiş. Bir grup çocuk, yeterince yiyecek bulamadıkları için ağlıyormuş, yaşlılar ise evlerini tamir edemedikleri için üzgün görünüyormuş. Prens Cem, “Herkesin içinde bir umut ışığı var. Biz, birlikte hareket edersek, bu umudu yeniden yeşertebiliriz,” diye düşünmüş. O andan itibaren, genç prens, Hasan’ın da desteğiyle, halkın ihtiyaçlarını karşılamak için gizlice çalışmaya başlamış. Saraydan topladığı yiyecekleri, suyu ve giysileri, yardım kuruluşlarına ulaştırmış yoksul ailelere destek olmuş, çocukların okula gitmeleri için kitaplar sağlamış.

Hasan, Prens Cem’in bu değişimine çok sevinmiş. “Sen, gerçek anlamda insanlığa dokunan bir kalbe sahipsin,” demiş Hasan, gözlerinde minnet ve sevinçle. Prens Cem ise, “Benim için en büyük zenginlik, yardım ettiğim insanların yüzündeki gülümseme,” diye cevap vermiş. Günler, haftalar geçtikçe, krallığın dört bir yanında, genç prensin ve Hasan’ın hikayesi dilden dile dolaşmaya başlamış. İnsanlar, Prens Cem’in saraydan gelen soğuk bir prens olmadığını, aksine yoksulun yanında duran, onlara umut ve mutluluk aşılayan biri olduğunu görmüşler.

Bir gün, şehir meydanında büyük bir şenlik düzenlenmiş. Şenlik, sadece eğlence için değil, aynı zamanda toplumun birbirine destek olması ve dayanışmayı kutlaması için organize edilmişti. Prens Cem, Hasan ve yardım ettikleri birçok insan, bu şenlikte bir araya gelmiş. Çocuklar, sevinçle koşuştururken, yaşlılar birbirlerine hikayeler anlatıyor, herkes birbirine sarılarak, “Gerçek zenginlik kalpte yatar” sözünü tekrarlıyordu. Şenlik alanında, Prens Cem’in öncülüğünde, küçük bir “Dayanışma Ağacı” dikilmiş bu ağaç, her bir iyilik ve yardımın simgesi haline gelmiş. Herkes, bu ağacın altına gelip, birbirlerine destek olduğunu ve sevginin ne kadar değerli olduğunu anlatmış.

Zamanla, Prens Cem’in hayatındaki bu değişim, krallığın diğer bölümlerine de yansımış. Saraydaki soğuk, mesafeli yaşam yerini, insanların dertlerine ortak olan, yardımsever ve sevgi dolu bir yönetim anlayışına dönüştürmüş. Prens Cem, artık yalnızca zenginlikleriyle değil, kalbindeki gerçek insan sevgisiyle de anılır olmuş. Hasan da, artık dilencilikten çıkıp, çalışkan, saygıdeğer bir vatandaş haline gelmiş Prens Cem’in ve toplumun desteğiyle, hayatında yeni bir sayfa açmış.

Masalın sonunda, Prens Cem ve Hasan, krallığın her köşesinde umut ve mutluluğun simgesi haline gelmiş. İnsanlar, “Her zaman yardım eli uzat, çünkü iyilik yaparsan, iyilik bulursun” diyerek birbirlerine destek olmuş. Genç prens, “Gerçek zenginlik, kalpte saklıdır ve paylaşmak, dünyayı güzelleştirir” sözünü tüm krallığa yaymış. Böylece, zorluklar karşısında asla umudunu yitirmeyen, kalbindeki iyiliği ve merhameti hiç sönmeyen bir toplum inşa edilmiş. İnsanlar, her sabah güne, birbirlerine yardım ederek ve gülümseyerek başlamışlar. Krallık, artık zenginlikten ziyade, kalpte taşıdıkları değerlerle, sevgi ve yardımseverlikle dolu bir yer haline gelmiş.

Ve masal burada mutlu sonla bitmiş çünkü Prens Cem ve Hasan’ın hikayesi, yoksulun yanında duran, empatiyle, alçakgönüllülükle ve yardımlaşma ruhuyla hareket eden insanların, gerçek anlamda ne kadar zengin olduğunu göstermiş. Herkes, “Gerçek zenginlik, paylaşmak ve birlikte yaşamaktır” diyerek, kalplerindeki sevgi ve umudu sonsuza dek korumuş. Böylece, krallık ve çevresi, her zaman iyiliğin, yardımseverliğin ve dostluğun gücüyle aydınlanan, mutluluğun ve umudun simgesi olarak yaşamaya devam etmiş.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!