
Bir varmış, bir yokmuş. Uzak diyarlarda, gökyüzüne doğru tek tek uzanan rengârenk çiçeklerin yer aldığı küçük bir bahçe varmış. Bu bahçenin adı “Gülen Çiçekler Bahçesi”ymiş. Bahçede pembe laleler, sarı papatyalar, mor menekşeler ve turuncu gelincikler bir grup halinde gülümsüyor, rüzgârın nazikçe dokunuşuyla dans ediyormuş. Çiçeklerin her biri, günün ilk ışıklarıyla beraber uyanır, sabahın serin damlalarını gövdesinde tutar ve gökyüzüne doğru umutla bakarmış. İşte bu bahçede, iyilik ve sevginin gücü öyle büyülüymüş ki, bahçeyi ziyaret eden herkesin kalbi hafifler, yüzüne kocaman bir gülümseme konarmış.
Bir gün, Minik Naz adında meraklı bir kız bahçeye gelmiş. Naz, kahverengi dalgalı saçlarını arkada iki topuz halinde toplamış, kocaman gülen gözleriyle çiçeklerin arasından geçerken onlarca soruyu peş peşe soruyormuş. “Neden senin yaprakların böyle parlak?” diye sormuş pembe laleye. Lale, gülümseyerek cevaplamış: “Çünkü her sabah bahçedeki herkes beni sevgiyle selamlıyor.” Naz devam etmiş: “Sarı papatyalar neden böyle neşeli?” Papatya başını sallamış: “Çünkü iyilikle sulanıyoruz, kötü söz duymuyoruz.” Naz merakla menekşelere bakmış: “Ya sen? Neden gölgede kaldığın hâlde hâlâ canlı ve renkli görünüyorsun?” Mor menekşe tatlı tatlı anlatmış: “Çünkü buradaki insanlar bizimle konuşuyor, hikâyeler anlatıyor, şarkı söylüyor. Bu sayede köklerimizin altında sihirli bir sevgi çiçeği açıyor.” Naz, duyduklarına hayran kalmış.

Bu bahçe öylesine sihirliymiş ki, her iyilik ve sevgi sözcüğü topraktan filizlenen bir enerjiye dönüşüyormuş. Bahçe perileri, gizlice toprağın derinliklerinde gezinip bu küçük enerjileri topluyormuş. Onlar topladıkları enerjiyi minik renk tozlarına çevirir, geceleyin çiçeklerin etrafında dans ederek yapraklarına serpiştirirmiş. Ertesi sabah, çiçeklerin renkleri daha da canlı, kokuları daha da ferah olurmuş. Naz, bu hikâyeleri bir çiçek perisinden duymuş perinin adı Minik Işık’mış.
Naz, o günden sonra her sabah bahçeye gitmeye karar vermiş. Elinde kâğıtla kalemle uğrayıp her çiçeğe birer şarkı yazmış, minik not kağıtlarına “Seni seviyorum, canım dostum çiçeğim!” diye yazıyormuş. Sonra bir gün getirdiği mavi sulama kabıyla tek tek tüm çiçekleri sulamış. Naz’ın suladığı su, bahçede hiç duymadığı bir melodiyi beraberinde getirmiş. Suyun damlaları çiçeklerin yapraklarını okşarken, sanki onlara tatlı bir şarkı söylüyormuş. O şarkı bahçede yankılandıkça tüm çiçekler pırıl pırıl parlamış.

Bahçenin ortasındaki büyük ağaç kovuğunda yaşayan Bay Kelebek, uzaktan Naz’ın bu şirin oyununu izliyormuş. Kanatlarını nazikçe çırparak bahçeye konan Bay Kelebek, “Naz, senin sevgin buradaki çiçeklerin en büyük sırdaşı oldu” demiş. Naz şaşkın şaşkın bakmış: “Ben sadece çiçekleri seviyorum ve onlara güzel sözler söylüyorum. Bunun mucizesi ne olabilir ki?” Bay Kelebek gülümseyerek anlatmış: “İyilik ve sevgi, tıpkı su gibi büyümenin en temel gerekliliğidir. Suyun yükselip köklere ulaşması ne kadar önemliyse, sevgi de köklerimizdeki mutluluk çiçeğini açtırır. Onlar mutlu olduğunda çiçekler de en güzel renklerine bürünür, canlı canlı parlar.”
Naz her gün yeni bir şey öğreniyormuş. Bir gün rüzgârın esintisiyle yaprakların fısıldadığını duymuş. Yapraklar demiş ki: “Naz, bize nazikçe dokunup ‘Günaydın!’ dediğin her an, güneş bir damla ekstra ışığını bize gönderiyor.” Başka bir gün kökler bir siren sesiyle konuşmuş: “Senin hoş kokulu sözlerinle canlanan toprağın minerallerini daha kolay emiyoruz, güçlü ve sağlıklı büyüyoruz.” Naz, bunları duydukça daha heyecanlanıyormuş.

Bir sabah, bahçeye dev bir bulut kümesi gelmiş ve gökyüzünü kapatmış. Çiçekler korkuyla birbirine sokulmuş. Çünkü yağmur yerine dolu yağma ihtimali varmış. Dolu taneleri sert olduğu için çiçekleri buruşturacak, kıracakmış. Naz, hemen bahçeye koşmuş. Elinde büyük bir renkli şemsiye varmış. Şemsiye, gökkuşağının tüm renklerini taşıyormuş. Naz, çiçeklerin üzerine şemsiyeyi açmış ve onların üzerine yürüyen bulutları konuşmadan durdurmaya karar vermiş.
Naz, koca şemsiyenin altından bulutlara seslenmiş: “Sevgili bulut dostlarım, burası Gülen Çiçekler Bahçesi. Çiçeklerimiz sevginin, iyiliğin ve dostluğun eserleri. Onları korumanızı rica ediyorum.” Bulutlar kıkırdamış: “Çocuk, biz seni gördüğümüz için şaşkınız. Normalde yağmur ya da dolu atmak isterdik. Ama sen sevgini paylaşıyorsun, çiçekleri koruyorsun. Biz de seni üzmek istemeyiz.” Böylece bulutlar, dolu tanelerini bırakıp yerine yumuşacık serin yağmur damlalarını indirmiş. Bahçeyi kaplayan damlalar, tıpkı nazik bir ninni gibi çiçekleri okşamış.

Yağmur damlalarıyla yıkanan çiçekler, gökyüzünün yeni yansımasını yapraklarında taşırmış. Bahçede minik göletler oluşmuş göletlerde suyun içinde çiçek yaprağı şeklinde minik nilüferler açmış. Nilüferlerin üzerinde minicik su perileri dolaşmış. Her biri, bu harika değişimin gizli tanığıymış. Naz, onlara el sallamış, su perileri kocaman minik elleriyle selam vermiş.

O günden sonra Gülen Çiçekler Bahçesi’nde düzenlenen “Sevgi Şenliği” başlamış. Şenlikte tüm bahçeyi ziyarete gelenler, Naz’ın hikâyesini dinleyerek çiçeklere sevgi dolu sözler söylüyormuş. Hikâyeyi duyan herkes, elindeki bir küçük dalı ve bir parça sevgi sözcüğünü bahçeye bırakıyormuş. Zamanla bahçenin her köşesi minik sevgi fışkıran çiçeklerle dolmuş. Çiçekler kocaman bir gülücüğün izdüşümü gibi yayılıyormuş.

Bu güzel bahçede yaşayan en yaşlı menekşe, gümüş rengi tohumlarını toprağa bırakarak şöyle demiş: “Biz tohumlar sevgiyle, ilgiyle ve iyilikle ekilen en değerli hazinelerdir. Yarından bir gün tıpkı bugün gibi sevgiyle yetiştirilirsek, yeni bahçeler doğacak, dünya daha renkli ve mutlu olacak.” Minik periler, bu tohumları özenle toplayıp dünyanın dört bir yanına dağıtmaya karar vermiş. Böylece sevginin sihirli tohumları yeryüzüne yayılacakmış.

Günlerden bir gün, Naz bahçeye geldiğinde yerde minik bir fısıltı duymuş. Tohumlardan biri ona sesleniyormuş: “Naz, senin sayende burası büyülü bir yere dönüştü. Artık iyilikle büyüyen her çiçek, başka bahçelere de umut olmaya gidecek.” Naz, minik tohumları avuçlarının içine yerleştirip gülümsemiş. O an kalbinde bir sıcaklık yayılmış çünkü iyilik ve sevgiyle ektiği tohumların dünyanın dört bir yanına umut götüreceğini biliyormuş.

Gülen Çiçekler Bahçesi, o günden sonra sadece bir bahçe olmaktan çıkıp, iyiliğin, sevginin, dostluğun sembolü olmuş. Bahçeyi ziyaret eden herkes çiçeklerle konuşur, onlara şarkılar söyler, sevgi sözleri fısıldar olmuş. Ve her bir çiçek, minik bir mucizeye dönüşerek renklerini ve kokularını yaymış. Böylece iyilik ve sevginin tohumları yeryüzünün dört bir yanına dağılmış.

İşte böylece, bir çocuğun sevgi dolu yüreği sayesinde, çiçekler hem sararmamış hem solmamış hem de mutlu birer gülücüğü andırmış. Çünkü iyilik, sevgi ve ilgiyle büyüyen her şey, dünya üzerinde en parlak çiçeklere dönüşürmüş. Onları sevdikçe büyütür, korur, merakla sorular sorarak dinlersek dünya her zaman rengârenk ve neşeyle dolu kalırmış. Ve hepsi sonsuza dek mutlu sonla yaşamışlar.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!