
Günlerden bir gün, Oğuz obasının etrafı taze nane kokuyor, çiğdemler sarı sarı gülümsüyordu. Gökyüzünde pamuk gibi bulutlar yavaşça dolaşırken, çocuklar geniş çadırın önünde yarım ay gibi bir halka olmuş, Dede Korkut’un kopuzundan dökülen dingin sesleri dinliyordu. Dede Korkut’un sakalı ipek gibi bembeyazdı, bakışları hem yumuşak hem de bilgeydi. Kopuzunu usulca çaldı, sonra gülümsedi. “Suyun sesi duyulmazsa, kuşun türküsü eksik kalır,” dedi. “Kilimlerimizde ‘su yolu’ diye bir motif vardır. Yolunu bulamazsa su, kilimdeki mavi çizgi de solar. Bakalım bugünün türküsünde suyun yeri nerede?” Çocuklar merakla birbirine baktı. Elif ile Arda, en önde oturan iki kardeşti yanlarında kıpır kıpır bir tay vardı, adına Kıpır demişlerdi.
O sırada obanın kenarındaki küçük değirmenin pervanesi durdu. Normalde şırıl şırıl akan dere değirmenin taşını döndürür, bu ses obaya yaz akşamlarının serinliğini taşırdı. Ama o gün su sesi sanki çekingen bir çocuk gibi, saklanmıştı. Arda kulak kesildi. “Dede, değirmen durdu!” Elif ayağa fırladı. “Bahçedeki sular da azaldı, çiçekler susamış.” Dede Korkut kopuzunu dizine dayadı. “Demek ki su yolunu şaşırdı ya da önüne bir engel çıktı. Suyun yolunu bulana toyda en tatlı dut pekmezini ben ısmarlarım,” dedi. Sonra Elif ile Arda’nın bileklerine ince deri birer bağ bağladı her bağda dört düğüm vardı. “Dört düğüm, dört öğüt,” dedi. “Bir: Dikkatle bak. İki: Güzelce dinle. Üç: Akılla dene. Dört: Paylaşmayı ve yardımı unutma. Ve en önemlisi, kendini ve doğayı koru.”

Elif ile Arda, arkadaşları Aybike ve Mete’yle hemen hazırlanıp yola koyuldu. Kıpır, pırıl pırıl gözleriyle önlerine atlayıp zıplıyordu. Yanlarında küçük bir mataraları, bir çakıları ve bir parça çörek vardı. Elif, “Dede, biz gidip bakarız. Söz veriyoruz ki acele edip dikkatsiz davranmayacağız,” dedi. Dede Korkut onların göz hizasına çömelip konuştu. “Acele işe şeytan karışır derler. Yürürken birbirinizin elini bırakmayın, suya gereğinden fazla yaklaşmayın. Yolu kaybetmemek için işaret koyun. Dönüşte de işaretleri toplayın doğa emanet, çöplerimizi doğaya bırakmayız.” Çocuklar bir kırmızı bez parçasını uzun bir dala bağlayıp geçtiği yerlere küçük düğümler atmaya karar verdiler.
Dere boyunu takip ederken toprağın çatladığını gördüler. Suyun izi bir yere kadar belirgindi, sonra küt diye kesiliyor gibiydi. Aybike, “Bakın!” dedi. “Minicik bir balık su içinde değil, çamurda kıvranıyor.” Elif hemen ellerini ıslatıp balığı narin bir hareketle küçük bir su birikintisine taşıdı. “Merhametlidir merhamet dileyen,” diye mırıldandı Arda. Mete ise çömelip ıslak toprağı inceledi. “Sanki yukarıdan küçük bir toprak kaymış, suyu geri itmiş gibi.” O sırada gökyüzünde zarif bir turna kuşu kanat çırparak alçaldı, sanki onlara yol göstermeye niyetliydi. Turna, belli belirsiz bir sesle “Gak gak” değil de “Tur na” diye şarkı söylüyor gibiydi. “Dere yukarıda bir yerde gizlenmiş,” dedi Elif. “Turna, bize yolu mu gösteriyorsun?” Turna önce doğuya, sonra kuzeye doğru süzüldü. Çocuklar, “Kuzey rüzgârı serindir, su da serin belki yol o tarafta,” diye düşündü.

Yürürken bir çalılıkta meleğen bir ses duydular. Minik bir kuzu dikenli dala takılmış, çıkamıyordu. Arda, “Korkma küçük,” dedi. Mete bir dal bulup kaldıraç gibi kullandı. “Dede demişti ya, akılla dene,” dedi Mete. Dalın altına küçük bir taş koydu, ağırlığı doğru yere verince dal nazikçe kaldırıldı, kuzu kurtuldu. Elif kuzunun yününe yapışan dikenleri dikkatle ayıkladı. “Bu da yardımın paylaşılan yüzü,” dedi Aybike gülümseyerek. Kuzu bir iki zıplayıp annesine koştu. Çocuklar geri dönüp izlerini kontrol etti, kırmızı bezli dalı bir ağaca bağlayıp yollarına küçük bir taş çizgiyle işaret koydular.
Bir süre sonra dere yatağına benzeyen, ama dallarla, taşlarla tıkanmış bir yer buldular. Sanki büyük bir yağmurda yamaçtan kopan çalılar suyun ağzına ulaşmış ve oraya yığılmıştı. Kıpır heyecanla kişnedi, ama Elif usulca yelesini okşadı. “Sakin, Kıpır,” dedi. “Su sessiz çalışır.” Aybike suyun üstüne birkaç kuru yaprak bıraktı. Yapraklar ilerlemiyor, bir yerde dönüp duruyordu. “Demek tıkanıklık burası,” diye fısıldadı Arda. “Ama biz dört kişiyiz. Büyük taşları kaldırmak zor. Ne demişti Dede? Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” Mete, “Kıpır hızla obaya gidip haber verirse büyükler gelir,” dedi. Elif dizindeki düğümlere baktı. “Dikkatle bak, güzelce dinle, akılla dene, paylaş,” diye tekrar etti. “Önce küçük bir kanal açmayı deneyelim. Büyükler gelene kadar suya zarar vermeden azıcık yol açmak yeter.”

Kıpır, Mete’yi sırtına aldı. Mete “Koş kardeşim!” diye fısıldayınca tay yumuşak adımlarla geriye, obaya doğru yollandı. Elif, Aybike ve Arda atmadıkları dalları yana çekti, taşların arasındaki çamuru dikkatle kazıdı. Ellerini suya sokmadan, yarım metre geride kalarak uzun bir çatal dal ile suyun kenarında küçük bir aralık oluşturdular. Arda, “Üç adım geri, bir adım ileri,” diye sayarak ritim tuttu. Elif, “Ben sayarken, sen it. Ben dur deyince dur,” dedi. Bu şekilde sabırlı ve düzenli çalıştılar. Suyun ilk damlaları usulca aralıktan sızmaya başladı. Aybike, “Bakın!” diye sevinçle bağırdı. “Su şarkısını fısıldıyor.”
Çok geçmeden obadan sesler geldi. Büyükler küreklerle, iplerle, nazarlıklı sopalarıyla koşarak geldi. Dede Korkut en önde yürüyordu. Çocukları görünce gözleri gururla parladı. “Ne güzel etmişsiniz,” dedi. “Akıl, sabır ve merhametle başlayanın işi bereketli olur.” Sonra toprağa eğilip yaprakların gidişini izledi. Kopuzunun teline tık tık vurdu sanki suyun diliyle konuşur gibiydi. “Su, en yumuşakken bile en güçlüyü aşındırır,” dedi. “Ama ona yol göstermek gerekir. En zayıf yer nerededir dersiniz?” Elif, “Yapraklar şu küçük taşın dibinde daha çok dönüyor,” dedi. Dede başını salladı. “Göz gördü, dil söyledi, akıl onayladı. Haydi ipleri o taşın etrafından geçirip hep birlikte çekelim.”

Büyükler ipleri bağladı, çocuklar geriden izledi herkes kendi gücüne göre bir ucundan tutup “Bir, iki, hop!” diye çekti. Elif içinden “Acele yok,” diye tekrar etti. Taş yavaşça kıpırdadı, sonra yan döndü. O an su “Şırıl!” diye coşkuyla aralıktan fışkırdı. Önce küçük bir dere gibi, sonra hızlanarak akmaya başladı. Gümüş sırtlı küçük balıklar mutlulukla zıpladı. Turna kuşu da havada daireler çizdi. Dede Korkut kopuzunu çalıp suyun akışına eşlik etti sanki dere onun ezgisine katılmış, kilimdeki su yolu motifi yeniden maviye boyanmıştı. Obaya doğru bir serinlik esti, uzaktan değirmenin pervanesi “Vın vın” diye dönmeye başladı. Herkes sevinçle alkışladı.
O sırada Elif’in içi bir an burkuldu. Arda’ya baktı, sonra Dede’nin yanına geldi. “Dede,” dedi, sesinde biraz çekingenlik. “Biz geçen hafta burada küçük bir set yapıp suyla oynadık. Taşları üst üste dizmiştik. Sonra geri bozduk ama… Belki yine de su yolunu şaşırttık. Özür dileriz.” Dede Korkut eğilip Elif’in omzuna hafifçe dokundu. “Doğruyu söyleyenin yüreği ferah olur,” dedi. “Siz bozup düzenlemişsiniz, pişman olmuşsunuz. O gün büyük yağmur da yağdı, çalılar buraya sürüklendi. Demek ki her işte payımızı düşünür, sonra daha iyisini yapmak için öğreniriz. Bugünden sonra suyla oynarken açık kanallar kurarsınız, tıkanmasın diye küçük köprüler yaparsınız. Oyun da öğretir doğru oyun, suyu dost bilir.”

Sonra hep birlikte dere kenarına düz taşlardan küçücük bir yürüyüş yolu yaptılar. Dede Korkut her taşa bir isim verdi. “Bu taş Saygı,” dedi. “Bu taş Doğruluk. Şu Sabır. Diğeri Cesaret. Sonuncusu Merhamet.” Elif, “Cesaret bazen kılıçla mı olur, Dede?” diye sordu. Dede göz kırptı. “Evlat, en büyük cesaret, kırmadan, dökmeden, korkutanı değil, korkanları koruyarak yürümektir. Suyu korumak, zayıfı kollamak, doğayı sevmek… İşte gerçek yiğitlik budur.” Arda taşların üstünden zıplayarak “Ben Sabır taşına bastım,” dedi. Aybike gülerek “Ben de Merhamet’e,” diye eklendi.
Obaya dönünce büyük bir sevinç kuruldu. Değirmen döndükçe taze un kokusu yayıldı, teyzeler gözleme açtı, amcalar ayran çalkaladı. Dede Korkut kopuzunu ortadaki mindere koyup çocukları yanına çağırdı. “Bugün yeni bir Dede Korkut hikâyesi yazıldı,” dedi. “Kahramanları kim mi? Elif, Arda, Aybike ve Mete. Kıpır’ı unutmayalım! Hepinizin yüreğine nazar değmesin.” Sonra kilim dokuyan hatunlar mavi ipleri çıkarıp kilime yeni bir ‘su yolu’ motifi eklediler Elif’in adını ipliğe fısıldar gibi işlediler. Mete, “Dede, bize de bir türkü öğret,” dedi. Dede gülümsedi ve kolay sözleri olan bir türküyü öğretti: “Su gider yolunu bulur, gönül verir yolunu bulur. Bir el yetmez, iki el olur sevgi ile iş on olur.” Çocuklar türküyü söyleyerek el çırptı.

Akşam olduğunda gökyüzü yıldızlarla süslendi. Kıpır obanın kenarında yavaşça otluyor, turna uzak bir göle doğru süzülüyordu. Elif ile Arda kilim üstünde yan yana uzanıp gökyüzüne baktılar. “Şu yıldız aralığı su yoluna benziyor,” dedi Elif. Arda, “Şu parlak olan da sabır taşı,” diye kıkırdadı. Dede Korkut sessizce yanlarına oturdu. “Yıldızlar göğe, su yere yol gösterir,” dedi. “İnsan da insana. Unutmayın: Yoldaşını iyi seç, sözüne sadık ol, doğaya ve komşuna iyi davran. Yol uzunsa yorulmadan önce dinlen, bir lokmayı paylaş, bir suyu pay et. O zaman toyun da bayramın da daim olur.”
O gece toy kuruldu. Büyük kazanlarda çorba kaynadı, dut pekmezi küçük taslarla dağıtıldı. Dede Korkut söz verdiği gibi tatlıyı çocuklara uzatırken göz kırptı. “Söz sözdür,” dedi. “Sözünü tutan, su gibi duru olur.” Elif, “Dede, bugün öğrendiğim en önemli şey nedir biliyor musun?” diye sordu. “Suyu dinlemek,” dedi. “Ve birlikte çalışmak.” Dede kopuzun teline hafifçe vurdu. “Doğru dedin. Gözün görür, kulağın duyar kalbin tartar, aklın karar verir. Sonra el birliğiyle iş olur. Siz bugün böyle yaptınız. Adınızı suyun türküsüne yazdınız.” Sonra çocuklara küçük birer mavi boncuk verdi. “Bu nazarlık, unutmayın diye.”

Sabah olduğunda dere yine şırıl şırıl şarkı söylüyordu. Bahçedeki çiçekler başlarını kaldırmış, kelebekler dans ediyordu. Değirmen taşının tıkırtısı, obanın kalp atışı gibi ritim tutuyordu. Çocuklar bir kez daha dere boyunu dolaştı dün bıraktıkları kırmızı bezli işaretleri tek tek toplayıp torbalarına koydular. “Doğa bize emanet,” dedi Aybike. “Emanete iyi bakarız.” Mete suyun üzerine küçük bir yaprak daha bıraktı yaprak yeni açılan yoldan mutlu mutlu süzüldü. Elif, “Dede’nin dört düğümü,” diye mırıldandı ve bileğindeki düğümlere baktı. “Dikkatle bak, güzelce dinle, akılla dene, paylaş.” Arda gülümsedi. “Bir de korkma, doğruyu söyle. Beşinci düğüm de budur.” Elif, “Evet,” dedi. “Beşinci düğüm, yüreğin düğümü: Doğruluk.”

O günün akşamında Dede Korkut çocukları bir kez daha yanına çağırdı. “Sizin yiğitlik adınız hazır,” dedi, gözlerinde tatlı bir şaka ışığıyla. “Elif, senin adın Su Yolu Elif olsun. Arda, sen Akıl Yolu Arda. Aybike, Merhametli Aybike. Mete, Sabırlı Mete. Kıpır da Cesur Kıpır!” Çocuklar gülüştü. Bu adlar, kalplerine bir yıldız gibi işlendi. Çünkü onlar artık sadece birer masal dinleyicisi değil, kendi masallarının kahramanıydılar. Dede Korkut kopuzunun telini son kez çekti ses obanın üzerine şefkatle yayıldı. “Masal bitti sanmayın,” dedi. “Masal, su gibi akıp her gün yeniden başlar. Siz dinledikçe, baktıkça, denedikçe ve paylaştıkça, masalın sonu hep mutlu olur.”

Ve gerçekten de öyle oldu. Dere yolunu buldu, kilimdeki mavi çizgi daha da parladı. Çocuklar her oyunlarında suyu dost bildi, kuşları dinledi, ağaçlara sarıldı. Dede Korkut her gelişinde yeni türküler getirdi, yeni öğütler verdi. Obada gülüşler çoğaldı, toylar şenlendi. Suyun sesi, kopuzun sesi ve çocukların neşesi birbirine karışarak göğe yükseldi. Her şey yerini buldu, herkes yüreğinin en güzel yerine bir mavi boncuk bağladı. Masal, tıpkı dere gibi, mutlu mutlu akıp gitti.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!