Yaban Kuğuları Hikayesi

Yaban Kuğuları Hikayesi

Abone Ol google news
Yaban Kuğuları Masalı
Yaban Kuğuları Masalı

Prensin Yaban Kuğularına Dönüş Hikayesi Oku

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir kral varmış. Kralın on bir oğlu ve Elisa adlı bir kızı varmış. Kral ile çocuklarının mutlu ve huzurlu bir hayatları varmış. Bir gün çok üzücü bir olay olmuş. Kralın canı gibi sevdiği eşi hastalanmış.

Ülkenin en ünlü hekimlerini, eczacılarını çağırmış ama fayda etmemiş. Kraliçeyi kaybetmişler. On iki çocuk öksüz kalmış. Aradan mevsimler, yıllar geçmiş. Kral, kötü kalpli bir kraliçe ile evlenmiş. Kraliçenin gelmesiyle de ailedeki mutluluk uçup gitmiş. Sarayda yapılan eğlenceler, çocuklar için bir işkenceye dönüşmüş. Verilen ziyafetler bile onları mutlu etmiyormuş.

Kötü kalpli kraliçe, çocuklar sarayda olduğu sürece huzuru bulamayacağını düşünüyormuş. Bunun için Elisa’yı uzak akrabalarından birinin yanına göndermiş. On bir erkek çocukla ilgili, padişaha kötü şeyler anlatmış. Onu çocuklarından soğutmuş. Babaları da sahip çıkmayınca çocuklar ortada kalıvermiş.

Kötü kalpli kraliçe prenslere:

– Hadi, saraydan gidin ve başınızın çaresine bakın! Birer kuş olup buralardan uzaklaşın, demiş. Prensler, on bir güzel yaban kuğusu ol muşlar. Çığlıklar atarak gökyüzüne doğru yükselmişler. Elisa’nın kaldığı evin önüne gelmişler fakat onları gören olmamış. Sonra da oradan uzaklaşıp gitmişler.

Elisa için günler sıkıcı geçiyormuş. Ne bir oyuncağı ne de oyun oynayacağı bir arkadaşı varmış. Günler günleri kovalamış. Aradan mevsimler, yıllar geçmiş. Elisa on beş yaşına girmiş. Elisa, saraya geri dönmüş. Kraliçe, onun güzelliğini görünce kıskançlık krizine girmiş. Öfkesinden küplere binmiş. Kral da kızını çok seviyor, onu yanından ayırmıyormuş.

Kraliçe, Elisa’ya birçok kötülük yapmış. En son, onu ceviz kabuğu suyuna yatırmış. Zavallı kızın derisi kapkara, saçları darmadağınık olmuş. Kral, onun bu durumundan korkmuş ve kendi kızı olmadığını söylemiş. Artık kimse Elisa’yı tanıyamıyormuş. Elisa, üzgün bir şekilde saraydan ayrılmış.

Bağlardan, dağlardan geçmiş. Geniş ormanlara ulaşmış. Üzüntüsünden nereye gittiğini bilmiyormuş. Tek isteği, kardeşlerine ulaşmakmış. Elisa, yürümekten yorgun düşmüş. Gün, akşam olmak üzereymiş. Yosunların üzerine oturup bir ağaca yaslanmış. Hava ılıkmış, ormanda derin bir sessizlik varmış.

Çoğu kuşlar ve böcekler gece uykusuna yatmış. Elisa, daha fazla dayanamamış, yorgunluğun etkisiyle derin bir uykuya dalmış. Prenses Elisa, rüyasında kardeşlerini görmüş. Kardeşleri, çocuklar gibi şenmiş. Resim çiziyor, kitap okuyorlarmış. Elisa uyandığında Güneş epeyce yükselmiş.

Yaban Kuğuları
Yaban Kuğuları

Güneş ışıkları ağaçların arasından yere sızıyor, havada tatlı görüntüler oluşturuyormuş. Kuşlar Elisa’nın omzuna konuyor, onunla kuş dilinde sohbet ediyorlarmış. Elisa, kalkıp ormanda dolaşmaya başlamış. Bu sırada bir su şırıltısı işitmiş. Suyu takip ederek bir göle ulaşmış. Gölün etrafı sazlıklarla kaplıymış. Sazlıkların arasında göle ulaşan bir yol varmış. Elisa da bu yoldan geçerek göle ulaşmış.

Elisa, elini yüzünü yıkamak için eğilmiş. Bir de ne görsün? Yüzü gözü ceviz karasıymış. Korku içinde yüzünü yıkamaya başlamış. Yıkadıkça yüzü açılmış ve güzelliği ortaya çıkmış. Elisa, ormana geri dönmüş. Yolunun üzerinde birçok meyve ağacı varmış.

Elisa, meyve ağaçlarının gölgesine oturmuş ve açlığını meyve yiyerek gidermiş. Sonra yolculuğuna devam etmiş. Orman öyle sessiz bir yermiş ki Elisa’nın ayak çıtırtısından başka bir şey işitilmiyormuş.Orman, sık ve büyük ağaçlarla doluymuş. Güneş ışıkları, ağaçların dalları ve yaprakları arasından güçlükle yol bulup yere ulaşabiliyormuş. Bir gün daha geçmiş, akşam olmuş. Elisa, yorgunluktan ayakta zor duruyormuş.

Yine yosunların üzerine uzanıp bir ağaca yaslanmış ve oracıkta uyuyakalmış. Elisa, sabah uyanınca tekrar yola çıkmış. Yolda ilerlerken kolunda sepet olan yaşlı bir kadına rastlamış. Kadın, Elisa’ya birkaç meyve vermiş. Elisa, yaşlı kadına:

– Benim, on bir erkek kardeşim var, onları arıyorum. Kardeşlerimi gördünüz mü acaba, diye sormuş. Yaşlı kadın:

– Hayır, onlarla karşılaşmadım ama on bir tane yaban kuğusu gördüm. Başlarında altından taçlar vardı. Yakınlardaki bir gölde yüzüyorlardı, demiş. Elisa, yaşlı kadına teşekkür etmiş. Onun gösterdiği yoldan, dere boyunca ilerlemiş.

Sonunda derenin döküldüğü denize ulaşmış. Sahil, çakıl taşlarıyla doluymuş. Etrafta ne bir gemi ne de bir insan varmış. Elisa, kendi kendine:

– Su bile sert olan taşları yuvarlaya yuvarlaya şekillendiriyor. Ben de yılmadan, usanmadan, sabırla kardeşlerimi aramalıyım. Onlara ulaşmanın bir yolunu bulmalıyım, demiş. Denizin kıyısındaki on bir kuğu tüyü, Elisa’nın dikkatini çekmiş.

Bunları birleştirip bir demet yapmış. Bir süre denizi seyretmiş. Havanın rengine göre denizin renginin değiştiğini, dalgaların çoğalıp azaldığını fark etmiş. Güneş batmak üzereymiş. Elisa, hepsi birbirinden güzel on bir kuğunun sahile yaklaştığını görmüş.

Elisa, çalıların arkasına saklanmış. Kuğular gelip onun yanına konmuş. Güneş batınca kuğular, tüylerini dökmüş. On bir güzel prens ortaya çıkmış. Bunlar, Elisa’nın on bir kardeşiymiş. Elisa, kardeşlerini tanıyınca bir çığlık koparmış ve kendini, kardeşlerinin kollarına bırakmış.

Onlar da kız kardeşlerini buldukları için çok sevinmişler. Mutluluktan ve sevinçten ağlıyorlarmış. Kötü niyetli kraliçenin kendilerine bir tuzak kurduğunu anlamışlar. En büyük kardeş:

Yaban Kuğuları Hikayesi
Yaban Kuğuları Hikayesi

– Güneş doğduğu andan itibaren kuğu olarak yaşıyoruz. Güneş batar batmaz da tüylerimizi döküp insan biçimini alıyoruz. Bu nedenle güneş batınca ayağımızı basacak bir kara parçası, bir yer arıyoruz. Bulutlara doğru uçsak insan biçimine girince yere düşeriz.

Biz, denizin diğer kıyısında, güzel bir ülkede yaşıyoruz. Bu ülkenin yolu çok uzun, gece sığınabileceğimiz küçük bir kaya parçası var. Orada geceyi geçirmek zorunda kalıyoruz. Bazen dalgalar yükseliyor, sular altında kalıyoruz.

Güzel yurdumuza yılda iki kez gidebiliyoruz. Orada on bir gün kalıyoruz. Bu süre içinde babamızın evini, doğduğumuz yeri, oyun oynadığımız bağları, bahçeleri görebiliyoruz. Anılarımızı tazeliyoruz. Şimdi, seni burada bulduk.

İki günümüz kaldı, iki gün sonra buradan ayrılacağız. Gideceğimiz yer, bizim asıl yurdumuz değil. Asıl vatanımız burası. Şimdiden kara kara düşünmeye başladım. Seni, bu denizin üzerinde nasıl taşıyacağız, nasıl götüreceğiz? Ne gemimiz ne de kayığımız var, demiş. Elisa:

– Sizi bu durumdan kurtarmak için ne yapabilirim ki, demiş ve çaresizliğini söylemeye çalışmış. On iki kardeş gece boyu, hep birlikte kurtulmak için çare aramaya başlamışlar. Düşünmüşler, taşınmışlar. Düşünmekten gözlerine uyku bile girmemiş.

Ancak birkaç saat uyuyabilmişler. Elisa, sabahleyin kuğuların kanat sesleriyle uyanmış. Kuğular, gökyüzünde halkalar çizerek oradan uzaklaşmışlar. Yalnız, en genç olan kuğu, Elisa’nın yanında kalmış. Başını, kız kardeşinin dizlerine koymuş. O da kardeşinin kanatlarını okşamış.

İki kardeş gün boyu ormanda birlikte durmuşlar. Akşama doğru diğer kardeşler tekrar gelmişler. Büyük kardeş:

– Yarın gideceğiz, ancak bir yıl sonra tekrar dönebiliriz. Seni burada bırakmak da istemiyoruz. Bunun için bir örtü yapacağız. Ancak bu örtü ile seni bir denizin ötesine götürebiliriz, demiş. Elisa:

– Beni burada bırakmadığınız için teşekkür ederim. Sizinle geleceğim, demiş. On bir prens, gece boyu kamıştan ve söğüt kabuğundan bir ağ örmüşler. Elisa’yı bu ağın içine oturtmuşlar. Güneş doğunca ağı ve kız kardeşlerini alıp gökyüzünde yükselmişler.

Güneş ışıkları zarar vermesin diye bir kardeş sürekli yukarıdan uçup kanatlarıyla, kız kardeşine gölge yapmış. Az gitmişler, uz gitmişler. Bulut bulut yükselmişler. Mavi mavi bakmışlar yeryüzüne. Bu sırada Elisa tatlı bir uykuya dalmış. Gözlerini açtığında denizin üzerinden geçiyorlarmış.

Kuğular, kız kardeşlerine yol boyunca meyve ikram etmişler çünkü ormanda, her çeşit meyve varmış. On bir kuğu, gökyüzünde iyice yükselmiş, bulutların üzerine çıkmışlar. Bütün gün uçmuşlar fakat kız kardeşlerini de taşıdıkları için hızlı hareket edemiyorlarmış.

Hava yavaş yavaş kararıyor, akşam vakti yaklaşıyormuş fakat kuğular, gece konaklayacakları kayaya henüz gelememişler. Elisa, bu duruma çok üzülmüş. Onu taşıdıkları için kardeşlerinin hızlı hareket edemediklerini ve konaklayacakları yere geç kaldıklarını biliyormuş.

Böyle giderse kardeşleri denize düşüp boğulabilirlermiş. Dolu yüreği korkuyla çarpmaya başlamış. Kuğular alçalmaya başlamışlar, neredeyse suya değeceklermiş. Sonunda kaya parçası görünmüş, kuğular güçlükle oraya inmişler.

Deniz dalgalı, hava yağmurluymuş. Kocaman dalgalar kayaya vuruyor, kardeşlerin üzerinden diğer tarafa geçiyormuş. Şimşekler çakıyor, gök gürlüyormuş. Kardeşler, el ele tutuşup kendilerini dalgalara karşı korumaya çalışıyorlarmış.

Sabaha doğru hava açmış, güneş doğar doğmaz kuğular tekrar yola koyulmuşlar. Az gitmişler, uz gitmişler. Sonunda gidecekleri ülkeyi uzaktan görmüşler. Burası ormanlarla kaplı, yemyeşil dağlarla, pırıl pırıl derelerle çevrili bir yermiş. Gün batımından önce kontrol etmişler.

Sonra, evleri olan mağaraya girmişler. Elisa’ya yatacağı yeri göstermişler:

– Haydi kardeşim, şimdi yat da dinlen. Bakalım gece nasıl bir rüya göreceksin, demişler. Elisa da:

-Size nasıl yardımcı olabilirim, diye sormuş. Bu düşüncelerle zihni meşgulken uyuyup kalmış. Birden göklere doğru yükseldiğini hissetmiş. Daha önce ormanda gördüğü yaşlı kadın tekrar karşısına çıkmış. Yaşlı kadın:

-Cesur ve sabırlı olursan kardeşlerini kurtarabilirsin. Elimdeki şu ısırganı görüyor musun? Uyuduğun mağaranın çevresinde bunlardan çok var. Fakat mağaranın girişine yakın olan ısırganlar sağlam ve iyidir. Dokunduğunda derini kabartsa bile toplamaya devam et.

Sonra onları ayaklarının altında ez ve iplik haline getir. Bu iplerle de on bir gömlek ör. On bir gömleği yaban kuğularının üzerine at. Onlar, böylece kuğu gibi dolaşmaktan kurtulur. Fakat bu işe başladıktan sonra gömlekleri örünceye kadar sakın dünya kelamı konuşma.

Ağzından çıkacak bir söz kardeşlerinin kuğu olarak yaşamasına neden olur. Görüyorsun, onların kurtuluşu sana bağlı, demiş. dokunmuş. O da elinin acısıyla birden uyanmış. Uyandığında, yanında bir Isırgan demetinin olduğunu görmüş.

Genç kız, işe başlamak için mağaradan ayrılmış. Elisa, o nazik elleriyle ısırganları topluyor, kardeşlerini kurtarmak için her acıya katlanıyormuş. Topladıkları ısırganları ayaklarıyla ezip ip yapmış. Güneş batar batmaz kardeşleri gelmiş.

Kız kardeşlerini dilsiz olduğunu anlayınca çok üzülmüşler. Elindeki ısırganı görünce, sevinmişler. Bu gömleği, kendileri için ördüğünü anlamışlar. En genç prensin gözlerinden yaşlar dökülmüş. Her gözyaşı damlası Elisa’nın eline düştüğünde ısırganın oluşturduğu sivilceler yok olup gitmiş.

Elisa, gece gündüz demeden çalışıyor, gömlekleri bir an önce bitirmek istiyormuş. Biri bitince hemen diğerine geçiyormuş. Elisa böyle çalışırken bir gürültü olmuş, köpek havlamaları işitilmiş. Bir süre sonra avcılar, köpekleriyle birlikte mağaranın bulunduğu yere gelmişler.

Yaban Kuğuları Hikayesi
Yaban Kuğuları Hikayesi

Elisa, ısırgan demetlerini bir araya toplayıp saklamış. Avcılardan biri, bu ülkenin kralıymış. Kral, Elisa’ya:

– Güzel kız,sen kimsin, kimlerdensin? Hangi bahçenin gülü, hangi dalın bülbülüsün? Buraya nasıl geldin, diye sormuş. Elisa, konuşması imkansız olduğu için başını iki yana sallamış.

Kral:

– Benimle gel, burada tek başına kalamazsın. Güzel olduğun gibi eğer iyi kalpliysen seni ipeklerle, kadifelerle süslerim. Başına altından bir taç takarım, seni sarayıma yerleştiririm. Elisa, gitmemek için çırpınmış ama kim, ülkenin kralına karşı gelebilir?

Sonunda gitmek zorunda kalmış. Elisa, boş atlardan birine binmiş; hem gidiyor hem de ağlıyormuş. Dağları aşmışlar. Derelerden, köprülerden geçmişler. Akşam olmak üzereyken güzel bir şehre varmışlar. Kral, Elisa’yı sarayına götürmüş.

Saraydakiler ona saygıyla selamlamışlar. Güzel elbiselerle süslemişler. Kral, Elisa’yı kalacağı odanın yanında bulunan küçük odaya götürmüş. kapıyı açıp içeri girmişler. Yerde ısırgandan yapılmış ipler duruyormuş. Duvarda da ördüğü gömlekler asılıymış.

Meğer avcılardan biri bunlar getirip bu odaya koymuş. Bunu avcıdan yapmasını kral istemiş.

Kral:

– Buradaki eşyalarla, kaldığın mağarayı hatırlarsın. Üzüntün biraz olsun azalmış olur. Yaptığın el işlerini de getirdik, demiş. Elisa, bu yapılanlardan çok mutlu olmuş. Yüzünde mutluluk gülleri açılmış. Kardeşlerinin kurtuluşunu düşünmüş. Elisa, konuşamadığı için kralın elini tutup gülümsemiş. Ülkede kırk gün, kırk gece düğün yapılmış. Ormanların dilsiz prensesi, ülkeye kraliçe olmuş. Genç kraliçe, geceleri gizli gizli ısırgandan yapılan iplerin bulunduğu yere gidiyormuş.

Burada tam altı gömlek örmüş. İp bitince ısırgan toplamak için yakındaki mezarlığa gitmiş. Elisa, tehlikeli de olsa gece ay ışığında ısırganın bol olduğu mezarlığa gitmiş. Isırgan toplayıp saraya dönmüş. Fakat kralın adamlarından biri, gizlice onu takip etmiş.

Olup bitenleri krala iletmiş. Kral, bütün bunlara anlam verememiş. Kraliçenin kendisine yalan söylediğini düşünerek çok üzülmüş. Elisa, kralın üzüntülü hâlini görmüş fakat cesaretini toplayıp gömlekleri örmeye devam etmiş.

Zaten geriye örülecek bir gömlek kalmış. Elisa, ısırgan toplamak için bir daha mezarlığa gitmiş. Kral ve adamları onu takip etmişler. Artık kral da kraliçenin kötü biri olduğunu düşünmeye başlamış. Önce kraliçeyi karanlık bir zindana atmışlar, ısırgandan yapılan ipleri yastık olarak vermişler.

Ördeğe gömlekleri de yorgan olarak kullanacakmış. Akşama doğru, küçük pencerenin önünden bir kuğu kanadı belirmiş. Bu, Elisa’nın küçük kardeşinin kanadıymış. O, kardeşleriyle tekrar görüşeceğini ümit ediyormuş ama ertesi gece, son gecesiymiş.

Elisa, elindeki işleri bitirmek üzereymiş, kardeşleri de yakında bir yerlerdeymiş. Son gömleği de örünce çabası sona erecekmiş. Kardeşleri, kaldıkları mağaranın yakınındaki çobandan Elisa’nın başına neler geldiğini öğrenmişler.

Gün doğmadan önce on bir prens, sarayın kapısına gelip kralla görüşmek istemişler. Kapıdaki görevliler:

– Henüz sabah olmadı, bu saatte kralı rahatsız edemeyiz. Şimdi gidin, gündüz gelin, demişler. Prensesler ısrarcı olunca bir gürültü kopmuş. Kral, gürültüyü duyup dışarı çıkmış ama tam bu sırada Güneş doğmuş ve on bir kardeş, kuğu olarak gökyüzüne yükselmiş.

Halk, kraliçeye ceza vermek için bir alana toplanmaya başlamış. Elisa’yı eski bir at arabasına bindirmişler. O, hem gömlekleri örüyor hem de son gömleği bitirebilmek için dua ediyormuş. Bu sırada on bir kuğu gelip arabanın üstüne konmuşlar.

Elisa, on bir gömleği kuğuların üstüne atmış. Kuğular, o anda on bir güzel prens olmuş. En küçük prensin kolunda ise bir kanat varmış. Çünkü gömleğin kollarından biri henüz bitmemiş. Kraliçe, yüksek sesle konuşmaya başlamış.

Olup bitenleri anlatınca halk bu duruma şaşırmış. Elisa, heyecandan bayılmış ve kendini kardeşlerinin kolları arasına bırakmış. Büyük kardeş, bütün gerçeği açıklamış. O konuşurken çevreye binlerce gülün kokusu yayılmış.

Halkın toplandığı alan, eşsiz bir gül bahçesine dönüşmüş. Kırmızı güller arasında bembeyaz bir gül varmış. Kral, bu gülü alıp kraliçenin kalbinin üzerine koymuş. Elisa, mutlu bir şekilde gözlerini açmış. Kral, Elisa’nın on bir kardeşini de saraya almış.

Halk, kraliçeden özür dilemiş. Kardeşler, bir süre sarayda dinlenmişler. Daha sonra hep birlikte babalarını ziyarete gitmişler. Çocukları, ortadan kaybolduğu için babaları çok üzgünmüş. Kötü kalpli kraliçe de yaptıklarından dolayı çok pişman olmuş. Çocukları, babalarından ayırmanın doğru olmadığını anlamış. O artık iyi kalpli bir kraliçe olmuş.

Uzun Hikayeler9 Yaş MasallarıUyku Öncesi Masallar


Benzer İçerikler

Güzel Ülkem
Güzel Ülkem Hikayesi
Masal Battaniyesi Hikayesi
Masal Battaniyesi Hikayesi
Cesur Terzi Masalı
Cesur Terzi Hikayesi
Balıkçı ve Karısı
Balıkçı ve Karısı Hikayesi

Yorumlar

  1. Nazlı says:

    Geçti bolunun pazarı sür eşşeği niğdeye

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Masal Oku | © 2023, Tüm hakları saklıdır.