
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, rengarenk bir kasabada yaşayan minik kahramanlar varmış. Bu kasabada, herkesin yüzünü güldüren, neşeyle dolu bir gün yaşatmayı kendine görev edinmiş iki yakın arkadaş varmış; adı Ali ve Ayşe olan bu iki çocuk, altı yaşında, meraklı, neşeli ve eğlenceye doyasıya gülen kahramanlarmış. Ali ve Ayşe, her sabah güne kuş cıvıltıları eşliğinde uyanır, evlerinin penceresinden dışarı bakarak yeni maceralara atılmayı heyecanla beklerlermiş. Kasabanın sokaklarında, mahalle parkında, hatta en ufak köşede bile bir gülücük saklıymış ve bu gülücükleri bulmak için Ali ile Ayşe, komik ve eğlenceli oyunlar oynarlarmış.

Bir sabah, Ali ve Ayşe, kasabanın en renkli ve eğlenceli yerlerinden biri olan büyük parkta oynamaya karar vermişler. Parkta koşuştururken, birden karşılarına konuşan, yuvarlak gözlü, kocaman kulaklı sevimli bir tavşan çıkmış. Bu tavşanın adı Pamuk’muş ve o da onların maceralarına katılmak için sabırsızlanıyormuş. Pamuk, "Merhaba küçük dostlarım! Bugün sizinle birlikte, parkın en eğlenceli yerlerini keşfedeceğiz," diyerek zıplayarak konuşmuş. Ali ve Ayşe, Pamuk’un bu neşeli haline çok gülmüşler ve hemen onunla birlikte hareket etmeye başlamışlar.

Üçü birlikte, parkın etrafında gezinirken, kaydıraktan kayan, salıncakta uçan, ip atlayan ve hatta zıplayarak çimenlerin üzerinde dans eden diğer çocuklarla karşılaşmışlar. Her köşede farklı bir eğlence varmış; bazılarının yüzünde balonlar uçuşur, bazıları ise komik şapkalar takıp birbirlerine takılma yarışmaları yaparlarmış. Ali, "Bakın Ayşe, burada herkesin kalbi ne kadar da neşeyle dolu!" diye bağırmış. Ayşe de neşeyle gülerek, "Evet Ali, gülmek ve eğlenmek, öğrenmek kadar çok önemlidir. Her gülücük yeni bir şey öğretir!" demiş.

Parkta gezinirken, minik kahramanlarımızın yolu, rengarenk çiçeklerle süslenmiş ve bir türlü geçilmesi güç, labirent gibi görünen çiçek tarlasına düşmüş. Tarlanın girişinde, dev bir güvercin heykeli durur, adeta bir bekçi gibi etrafı izler gibiydi. Ali ve Ayşe, bu heybetli güvercin heykeline hayran kalmış ve hemen tarlaya girmeye karar vermişler. Tarlanın içinde, rengarenk kelebekler dans ederken, çiçekler birbirleriyle şakalaşıyor, minik sinekler komik uçuşlar yapıyormuş. Pamuk, "Bakın, doğa bile bizimle eğleniyor!" diyerek gülümsemiş. Bu manzara, çocukların yüzünde kocaman bir gülümseme oluşturmuş, çünkü onlar bu neşeyi, birbirlerine yardım ederek ve doğanın sunduğu komik anları paylaşarak yaşamayı öğreniyorlarmış.

Labirent gibi görünen çiçek tarlasını geçtikten sonra, üç arkadaş, parkın en eğlenceli köşelerinden biri olan dev salıncağa ulaşmışlar. Bu salıncak, diğerlerinden çok daha büyük, parlak renklerle boyanmış ve üzerinde komik desenler bulunuyormuş. Ali, "Haydi bakalım, en yükseğe çıkalım, gökyüzüne selam edelim!" diye heyecanla çağırmış. Ayşe, Pamuk ve Ali birlikte salıncağa binmişler ve salıncağın yukarı doğru çıkışıyla, rüzgarın sesi, kuşların cıvıltısı, ağaçların hışırtısı arasında neşeyle gülüşmüşler. O an, tüm kasaba için adeta bir neşe dalgası yayılmış, çünkü bu eğlenceli an, herkesin kalbine umut ve mutluluk aşılamış.

Salıncaktan indikten sonra, parkın kenarında, rengarenk balonların uçuştuğu, komik yüz ifadeleri taşıyan dev bir heykel dikkatlerini çekmiş. Heykelin üzerinde, "Gülmek, hayatın en güzel ilacıdır" yazıyormuş. Ali, "Hadi, biz de bu heykelden ilham alalım ve her gün en az bir kez kocaman gülümseyelim!" diyerek arkadaşlarına neşe saçmış. Böylece, Ali, Ayşe ve Pamuk, gün boyunca birbirlerine en komik hikayeleri anlatmış, birbirlerini gülmekten kırıp geçirecek şakalar yapmışlar. Onların bu enerjisi, etraflarındaki diğer çocuklara da geçmiş ve park adeta neşeyle dolmuş.

Günün ilerleyen saatlerinde, kasabada yaşayan diğer büyükler de çocukların bu enerjisine ortak olmuş. Mahalledeki yaşlı teyze, çocuklara komik tekerlemeler söylemiş; komşu beyefendi ise, eski zamanlardan kalma komik hikayeler anlatarak onlara güldürmüş. Herkes, hem eğleniyor hem de bir şeyler öğreniyormuş. Ayşe, "Komik olmak sadece gülmek demek değildir, aynı zamanda çevremizdekileri anlamak ve onların kalplerine dokunmaktır," diyerek etrafındakilere öğretici bir ders vermiş.

Akşam güneşi yavaşça batarken, Ali, Ayşe ve Pamuk, parkın en güzel yerlerinden birinde, çimenlere oturmuş, günün neşesiyle dolu anıları paylaşmışlar. Güneşin batışı, gökyüzünü turuncu ve pembe renklerle süslerken, üç arkadaş, "Bugün öğrendik; eğlence, sadece neşeyle değil, aynı zamanda sevgiyle, paylaşımla ve birlikte olmanın güzelliğiyle ilgilidir," demişler. O an, kasaba halkı da birbirlerine sarılarak, günün sonunda huzur ve mutluluk içinde evlerine dönmüş.

Evlerine dönen Ali ve Ayşe, ailelerine gün boyunca yaşadıkları eğlenceli ve öğretici maceraları anlattıklarında, aileleri de onlarla birlikte gülmüş, mutluluklarını paylaşmış. Herkes, o gece güzel rüyalara dalmış, çünkü gün boyunca kalplerinde, birbirlerine duydukları sevgi ve neşenin sıcaklığını hissediyorlarmış. Ve böylece, kasabanın her köşesinde, eğlenceli, komik, ama aynı zamanda öğretici bir yaşam sürdürülmüş; herkes, gülümsemenin, sevginin ve paylaşılan anların hayatı güzelleştirdiğini anlamış.

Masal, her yeni günle birlikte yeniden yazılır, minik kalpler, dünyayı keşfederek ve birlikte büyüyerek, mutlu sonla biten güzel bir hikayeye dönüşmüş.
Mutlulukla, sevgiyle ve kocaman gülücüklerle dolu bu masal, sonsuza dek hatırlanmış ve her çocuk, kalbine neşe tohumları ekerek, geleceğe umutla bakmayı öğrenmiş.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!