
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, evrenin en güzel köşelerinden birinde Asya ve Efe adında iki kardeş yaşarmış. Asya altı yaşında, kocaman meraklı gözleriyle dünyayı keşfetmeyi hayal eden bir masal perisi gibiymiş. Küçük kardeşi Efe ise dört yaşında, yaramaz ama sevgi dolu bir cıvıl cıvılmış. Her akşam güneş battığında, anne ve babalarının yanına kıvrılıp masal dinlemek için sabırsızlanırlarmış. Yastıklarına başlarını koyduklarında, gözleri ağırlaşır ama kalpleri yeni bir maceraya atılmaya hazırmış. O gece, pencereden içeri süzülen ufacık bir ışık, onları hiç unutamayacakları bir yolculuğa davet edivermiş.
Ufacık ışık önce yavaşça dans ederek odalarında ilerlemiş. Asya ve Efe birbirlerine bakıp gülümsediler. Yumuşacık bir melodi çalmaya, kuş tüyü kadar hafif bir esinti esmeye başlamış. Işığın peşinden sürüklenen kardeşler, birdenbire kendilerini balonla sarmalanmış devasa bir gökkuşağı dağına tırmanırken bulmuşlar. Balonun içi pamuk şekerinden yumuşacık bir bulut, dışı ise en sevdiği renklere boyanmış. “Haydi Asya, heyecanla dol!” demiş Efe. Asya da heyecanla balonun içine girmiş ve ikisi birden gökyüzünün en tuhaf ve en güzel kapısını geçmişler.

Kapıdan geçer geçmez yıldızlarla dolu bir krallığa adım atmışlar. Devasa parlak yıldız sarayları, taş ocağı gibi ışıltılı tepecikler, altın yollar uzanıyormuş. Burada konuşan yıldızlar varmış. Küçük Sarı Yıldız kayıp bir ışığını arıyormuş. Asya ve Efe ona yardım etmeye karar vermişler. “Birlikte bakarsak daha çabuk buluruz,” demiş Asya. Efe de elindeki lambayla aramaya başlamış. Yıldızın ışığı, gökyüzünde kaybolduğu yeri gösteren bir nefes kadar sıcak bir esinti bırakmış. Hep birlikte parıldayan küçük taşların arasında saklanan ışık bulunmuş ve Küçük Sarı Yıldız eski pırıltısına kavuşmuş.
Yıldızlar, Asya ve Efe’ye teşekkür ederek onlara sihirli bir pusula hediye etmiş. “Bu pusula kalbinizin en dürüst isteğini gösterecek,” demişler. Kardeşler pusulayı incelediklerinde uçsuz bucaksız bir okyanusa işaret ettiğini görmüşler. Tekrar gökkuşağı balonuna binmişler ve bir anda kendilerini mavi masmavi dev dalgaların üzerinde bulmuşlar. Bu, gök deniziymiş! Balon suya batmadan üzerinde kayıyormuş. Dalga tepelerinde süzülürken denizin içine bakmışlar renk renk balıklar, inci taneleri, mercan şehri göz kırpıyormuş.

Mercanların arasında rengârenk bir su altı kenti varmış. Kentin girişinde beş beş, on on balık yuvarlak çiçek gibi ellerini tutup dans ediyor, su kabarcıklarından şarkılar besteliyormuş. “Merhaba!” demiş Asya. Kentin kralı mercanların üstünde oturan incecik, bilgili görünümlü bir deniz kızıymış. Adı Dalgın Deniz Kızı imiş. “Şehrimizin suyu bulanıklaştı. Merkezdeki Kristal Kaynak yoruldu ve kristalleri solgunlaştı,” demiş. Efe ve Asya el ele vererek kaynağın yanına gitmiş, ellerini kalplerine bastırıp saf bir dilekte bulunmuş: “Su berrak olsun, balıklar mutlu olsun.” Hemen kristaller tekrar parlak, su tertemiz olmuş.

Dalgın Deniz Kızı sevinçle teşekkür etmiş. “Bu iyilikle mercan şehrimize ışık getirdiniz. Şimdi bir dileğinizi yerine getireyim.” Kardeşler bir an düşünmüş, sonra birlikte gülümseyip demiş: “Anne babamızı ve uykuda bekleyen tüm çocukları mutlu görmeyi diliyoruz.” Deniz kızı onların yüreğindeki sevgi ışığını pusulaya yüklemiş. Ardından bir su kabarcığına binerek suyun yüzeyine çıkmışlar. Kabarcık yanı başlarında patlayınca Asya ve Efe yeniden balonlarına dönmüşler.

Birden balon onları yemyeşil bir ormana götürmüş. Dev ağaçların, dans eden kelebek sürülerinin olduğu bir masal ormanıymış burası. Ağaçların gövdeleri altın çizgilerle süslü, dallarında minik kuş evleri varmış. Kardeşler bir ağacın köklerinden gelen hafif hıçkırık sesi duymuş. “Orman Ruhu ağlıyor,” demiş Efe. Yaklaştıklarında yaşlı, bilge bir ağaç ruhu görmüşler. Gözlerinden damlayan minik su damlaları küçük nehirler oluşturmuş. “Arıların bal şekerleri çalındı, ağaçların dalları susuz kaldı,” demiş ağaç ruhu hüzünle. Asya cebinden getirdiği sihirli portakal suyundan bir yudum vermiş. Damlayıp dallara uzatmış. Şekerli tadı dalları gülümsetince ağaç ruhunun gözleri parlamış.

Ormanda bir grup salyangoz onlara haber getirmiş: “Ormanın derinliklerinde binlerce parlayan ateş böceği varmış. Onlar ışıkta uyurlarmış, ama bugün ışıkları sönmeye yüz tutmuş.” Kardeşler küçük kavanozlarına birer parça portakal suyu koyup ateş böceklerine damlatmışlar. Böcekler hafifçe titreşmiş, ışık renk renk yayılmaya başlamış. Orman karanlıktan çıkıp mum ışığı gibi parlamış. Ağaç ruhu, dans eden kelebekler ve kuşlar şarkılar söylemiş, ağaç gövdeleri alkış çalmış gibi hışırdamış. Asya ve Efe deneyimledikleri bu büyülü birliktelik sayesinde doğaya nasıl yardım edileceğini öğrenmişler.

Ormanın içindeki bir açıklıkta, toprakla yosunun arasında gizli bir kitabı fark etmişler. Kitabın kapağında minik periler, ejderhalar, devasa deniz atları çiziliymiş. “Burası Masal Kitabı,” demiş Efe heyecanla. Asya kapağını araladığında kitaptan çıkan kelimeler yumuşak ışık huzmeleri halinde uçuşmaya başlamış. Bir masal seçmişler: Altın Saçlı Prenses ve Renkli Ejderha. Ne zaman sayfa çevirseler prenses peşlerinden konuşuyor, ejderha kükreyerek onlarla oyun oynuyormuş. Her sayfada farklı bir bilmece, farklı bir hayvan, farklı bir dostluk görünüyormuş.

Ancak kitabın son sayfası kırık, içindeki büyü sözcüğü dağılıyormuş. Masalın kapanmaması halinde tüm diyarlar karma karışa ve güzellikler solacakmış. Asya ve Efe birbirlerine bakmış. “Sözcükleri birleştirelim,” demişler. Seçtikleri sihirli kelimeleri yüksek sesle söylemişler: Sevgi, cesaret, dürüstlük, paylaşma. Sanki gökyüzünde bulutlar parçalanmış, renk renk ışıklar gökyüzüne yükselmiş. Son sayfa onarıldığında masal diyarları en parlak hallerine dönmüş, kitap arkadaş gibi gülümsemiş.

Masal kitabı kapanırken balonları bir kez daha parlamış. Balonun nazik sesi duymuşlar: “Şimdi zamanı geri dönme vakti.” El ele tutuşup kalplerindeki macera heyecanını sakince uykuya bırakmışlar. Bir ışık hüzmesiyle oda pencerelerinin önüne geri gelmişler. Balon, bir gece yıldızı gibi göz kırpıp kaybolmuş. Asya annesinin sıcak nefesini, Efe ise babasının yumuşak sarılmasını hissetmiş. Rüyadan uykuya, masalın kucağından gerçek sevgiye inmişler.

O sabah güneş yatak odasına gülücükler serpmek için doğmuş. Asya ve Efe gözlerini açıp birbirlerine bakmış, gülümsemişler. Anlatacak o kadar çok şeyleri varmış! Yıldız krallığından deniz perisine, orman ruhundan ateş böceklerine kadar yeni dostlarını birbirlerine anlatarak şarkılar söylemişler. Anne ve babaları onları dinlerken gözleri parlamış, kahkahalar odada bir masal gibi yankılanmış. Tam o sırada Asya ve Efe birbirlerine bakıp aynı anda fısıldamış: “Bil ki her gece, kalbinde açan sevgiyle yeni bir dünyayı keşfedebilirsin.” Ve mutlu uykuların kapısı, o günden sonra hiçbir zaman kapanmamış.
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!