Arzu İle Kamber Hikâyesi

Arzu İle Kamber

Abone Ol google news
Arzu İle Kamber
Arzu İle Kamber

Arzu İle Kamber Halk Hikayesi

Bir zamanlar varmış, bir zamanlar yokmuş, bir zamanda bir zengin adam varmış, Bu zenginin kendi çocuğu da yoktur. Büyük zenginin büyük dükkânları ve Dükkânlarda mal bitmiş. Gidiyor mala. Arabalarla gidiyor, durdular deniz yakasına Havada yel. Deniz de dalgalanıyor. Durdurup atları koydurdu o yana bu yana malların topluyor daha. Zengin elbette o, ona çok gerek. Oturmuyor, yürüyüp dağın tepesine. o yana bu yana bakıyor. Bir daha baksa ne baksın, düzde bir şey parlıyor deni üstünde bir şeye benzetemiyor döndü geldi ova üstüne: -Oğlanlar! Kalk! Benim bir şeyim varmış daha.
-Ya ne var?
-İşte, açıkta bir şey parlıyor mu? Varın onu çıkarınız. Can olsa, sizin olur. Bir şey de olmazsa ederi kadar para size. Ağalardan bir tanesi çıktı, atladı denize dolandı çıkardı sandık, açtı sandıkçığa bakıyor bir çocuk sandıkta.
-Sana götüreceğin kadar para. Bu çocuk benim, diyor. Irgatına diyor: Sen git mala, ben döneceğim eve. Aldı çocuğu geldi eve ulaştı kapıya, giriyor… Daha girmiyor içeri koca çocukla orda çağrışıyorlar, önce çabalıyorlar. Bu da soruyor:
– Ya ne var bunda? Yoksa bir şey mi var burada?

-Karınızın gözü aydın olsun, ağa! Diyorlar. O orda, er, er çocuk buldu da, karşısında gözü aydın olmuş, kız çocuk. Kadın yanına geliyor sevişiyorlar, sevinç , kıvanç!
-Haydi, diyor kadın, ver çocukları vaftiz etmeye. Varıyor aşarak, geçiyor köprüleri, götürüyorlar papaza. Papaz da diyor, zengin çocuk helbette, adını ne koyacağız? Önüne Nataşa koymadılar, yapışıyor. Diyorlar bunlar, oğlanın adını koyanz Kamber, kızın adını koyarız Arzu. Güzel. Bunlar aldılar döndüler çocukları. Masal helbet. Çocuklar tez büyüt Geldi geçti günler, çocuklar şimdi okula varıyorlar. ikisi de pek güzel. Büyüdüler şimdi onaltı – on yedi yaşına geldiler. O mahallede otururmuş bir cadı nine. Bizin mahallede var idi önce bir tane. Cadı nine. Bunlar her gün vanp geliyorlar ikisi de Nine çıkıyor bunların önüne:
-A, ya yavrum, siz ikinizde nasıl güzel, dilber ikiniz de! Sizi bir yere getirmene gerek, diyor bu cadı.
-Ya nine, nasıl olur öyle. Biz abi – kardeşiz ikimiz. O benim abim, ben onun kan kardeşi. Bu kız, bu oğlan bir şey bilmezler, bir şeyden haberi yok.
-Eee! Nine diyor.
– Sen abi mi? Sen kardeş mi? O kemençe-kazağın çocuğudur, bulunmadır. Sen öz değil. Bir yere getirmek mümkün.
-Ben bilmem nine, diyor kız da.

-Güzel. Ben akşama varayım senin babanlara, diyor bu nine. Akşam oluyor, geliyor bu. Giriyor, Böyle böyle şey. Şimdi geldim.
-E! Diyorlar. Onlar daha okula gidiyorlar. Anlatmak niye? Anlatmak gerekmiyor.
-Ya nasıl mümkün? Nasıl mümkün olabilir? -Yok-yok-yok. Onlar daha okula varıyorlar. Çıktı gitti bu nine: “Ben bulurum onların çaresini”, Yok… Acele ediyorum. Böyle değil. Arkasından başlayayım yine. Günlerden bir gün çocuğu Arzu, Kamber yürüyüp varıyorlar yine okula. Gidiyorlar. Öğlede çocuklar top oynuyordu. Deriden yapma top. Bunlar da babam böyle top diktirdi. Bu kız tepikleyemiyor. Bu oğlan sokak boyunca atıp – atıp gidiyor, atıp atıp gidiyor top, ardınca kızcık geliyor. Bir daha baksa ne baksın, aldı nine, iki eline iki testi, sudan geliyor. Ama bu oğlan yolunu kesiyor. Bu kıza diyor:
-Abla ben bu destileri bununla kırarım!
-Oğlan, değme. O seni kargar.
-Nasıl kargar? -Değme sen ona. O seni kargar. E, bu buna bakmıyor, gönderiyor topunu, bu ninenin iki testisini şangır – şungur kırıyor.

-Ah! Allah vuracak tependen! Sen Kamber, Arzunun sevdasından git! Diyro nine buna. Arzu’nun sevdasından git! Diyor, gidiyor. Oğlan kızıp gidiyor. Peşine kız geliyor, işitiyor.
-Nine, diyor, ya nasıl şey? Ne için onu kargadın? Allah vuracak tepene, diye söyledin. Arzu sevdasından git, diye söylüyorsun. “Aha! Bunlar bir şey seçmiyorlar”, diyor nine. Kıza dadiyor:
-Akşam sen okuldan geri döndüğünde gir bize, ben sana söylerim. Varıyorlar okula. Bu kızın aklı gitti, bilmem nerde. Akşam dönüyorlar. Bu kız giriyor buna.
-Ya yavrum, bu Kamber ağabeyin değil, bulunmadır. Onu denizde buldular. Sen de kendilerinin. O da seni seviyor.
-Ya nine, nasıl olur?
-A! Nasıl olmaz? Mümkün. Sabah kalk sen. Var önce çeşmeye, yıka yüzünü, çıkar altın bileziklerini de koytaşın üstüne. Bileziğin üstüne de ismini yaz. Dön. O gelir, alsın senin bileziğini, senin arkanda yıkanmaya diye. Sen, onun arkasına varma sen. O sonraya kalsın. Kız sabah kalkıyor, ondan önce vanyor, yıkıyor yüzünü, çıkarıyor altın bileziğini. koyuyor taşa sonra, gidiyor. Bu da pencereden bakıyor. Görüyor onun bileziği bıraktığını.

Vanp alıyor oradan, koyuyor cebine: “Ağlatırım gencimi!” diyor. yüzünü, gitti. Kız da gördü onun bileziğini aldığını. Dolandı geldi görmeye, baktı bilezik yoktur. Başladı söylemeye: Ben çeşmeye varmışım, Elimi- yüzümü yumuşum, Çeşme taşının üstüne de Ben bileziğimi koymuşum -dedi kız. O da işitti helbette. Bu da söylüyor: Ben çeşmeye varmadım, Elimi yüzümü yumadım, Çeşme taşının üstünde de Ben bileziğin bulmadım. “Yalan söylüyorsun: ben gördüm, sen aldın”, diyor kendi başka da söylüyor:
-And üstüne and olur Bent üstüne bent olur And içme, öksüz Kamberim Bileziğim sende olur. “O nerde gördü cebime aldığımı? Hiç bir kişide yoktu evde de. 0 gördü benim aldığımı! Ne verecektir bu bana? Bulduğum için”, diyor da söylüyor:
-Ay doğar aynış yandan, Gün doğar güneş yandan Bileziğin üstünde de Ne var idi nişandan da? Kız da söylüyor:
-And üstüne and olur O Koç koyun kuzu olur. Bileziğin üstünde de “Arzu ile Kamber” yazı olur. Oğlan da söylüyor: Sular akar ulu ulu Çeşmeler altını Bileziğini bulana da Ne verirsin muştuluk? Kız da söylüyor:

Sular akar ulu ulu
Çeşmeler altın tını
Bileziğim bulana da
Kendi de Arzu muştuluk.
Oğlan da söylüyor:
 Öyle deme, duyarlar
Genç canımıza kıyarlar
 İkimizi bir zindan,
Karanlık yere  
Hapis diye koyarlar.
Kız da söylüyor:
Öyle derim duysunlar
Genç canımıza kıysınlar
İkimizi bir zindana
Karanlık yere koysunlar.
Bir iki yıl gelip geçti. Kamber kızı almak istiyor, bir yere getirmek. O zamanda geliyor bu köye dayısı. Bu da ona soruyor, varsın Arzu’nun babasına dünür. Türküyle söylüyor Kamber:
Oradan gelir üç atlı
İkisi de doru at
Ben ağamı tanırım da,
Ortadaki kara atlı
O belki benim dayımdır
El sözüne kaildir
Dünya pay – pay olsa da
Arzu da benim payımdır.
Beye geldim dileğe
Beye geldim dileğe
O belki benim dayımdır,
El sözüne kaildir.
Kamber de öksüz, garip, vermiyorlar kızı. Ya ne yapsın? Varıp bir yere para kazanmak. Birkaç yıldan sonra bu dönüp geliyor, Arzu’yu da bir zengine gelin veriyorlar. Yüklediler arabaya çeyiz, sandığı, kendini de düldülüne bindirdiler. Kamber de yetişip gelir. Veriyorlar buna düldülün başını. Aldılar, gelin, gidiyorlar. Kız söylüyor:

A yengeler, yengeler
Sarhoş olur yengeler
Çek düldülün başını da
Tabanlarımı sıktı üzengiler.
Vardılar üç yola.
Kamber kendini tanıtıp söylüyor:
 Kazan kaynar taşmaz mı?
 Yol buradan şaşmaz mı?
Eğil Arzum öpeyim de
Hasretlik kavuşmaz mı?
Kız da tanıyor bunu da söylüyor:
Kazan kaynar da taşacak
Yol buradan şaşacak
Gel Kamberim, öpeyim de
Hasretlik kavuşacak.
Arzu eğiliyor öpüşüyorlar. Düğün halkı da kızıyor -Ulan! Yürüyün, vurun, kovup atın attan bunu da! Gelinimizi öpüyor! Çabuk geldiler, biri o yana kaktı, biri bu yana kaktı, öyle de kaldırıp da öldü kaldırıyor. Gelini aldılar gittiler. Vardılar gelin ile güveyin köyüne. Şimdi stvana varmak gerek. Stvana varacaklar. Evine papaz stvan koyuyordu, geçen zamanda.
-Yok, dedi kız. Benim bu dünya yüzünde bir ağabeyim var. Bunlar onu öldürdüler, yolda bıraktılar. Verin bana kırk gün nöbet, abimin yasını tutacağım.
-E, çok dayandık, kırk gün de dayanırız. Verdiler o geline kırk kız onun yanına. Günde o kırk kız ile eğleşiyor. Gele gele geldi kırk gün bitti. Topluyor arkadaşları kızlara diyor: -Ben kırk gün evde idim, günüm bitti, yarın sabah stvan olacağım. Bugün akşam ırmağa varıp yıkanacağız. Haydi. Gün doğup duruyorlar. Çıktılar gittiler. Vardılar ırmağa. Kız diyor:

-Siz burada yıkanacaksınız ama, ben azcık gideyim o yana. Bunlar kırk tane kız çıktı: Ha-ha-ha! Ha-ha-ha -ha, Geline bunlar kulak asmıyor. Arzu da ırmak boyu gitti, gitti ırmak boyu. Bunlar şimdi yıkanıp çıktılar. Giyinip toplandılar. Baksa ne baksınlar, gelin yok, yeri yumrukluyorlar, yok bir yerde de! Boğuldu gelin. Vardılar babaya. Baba da gönderdi ırgatları. Su kıyısına bakıyorlar, su dibine bakıyorlar, bir yerde yok. Arzu da ırmak boyunca gitti, bütün gece gitti, sabah aralanmaya yakın baksa ne baksın, ırmak kıyısına, ırmağın o yanından biri daha gidiyor. Dumanlı hava işitiyor o tarafa bir daha. iyi baktı, bunun abisi, bunun sevdalısı Kamber.
-Ulan, diyor, nasıl geçeyim? Su da çaylak su. Attı vurdu suya. Uğraştı, uğraştı, geçti geldi bu yakaya. Çıktı geldi, kucaklaştılar, öpüştüler.
-Çok yonuldum ben, diyor oğlan. Haydi bu kumluk üstünde dinlenelim. Oturdu bu kız. Bu da yattı onun dizine. Yatmasıyla dizine uyudu kaldı. Bir saat mi yattı, iki saat mi yattı, kız şimdi baktı, başladı onu uyandırmaya. Yoktur abi, bitmiş şimdi. Ona ne etsin? Ne etsin! Yeri paralıyor:

-Yok abi. Başlıyor ceplerini aramaya, çıkardı cebinden bir çakı. Koydu çakımın sapını Kamber’in göğsüne karşı, ağzını da kendi göğsüne karşı: “Bizim geçinişimiz öyle olacak!” deyip yattı, attı kendini onun üstüne, verdi yüreğine çakıyı. Oldu kaldı bu da onun üstüne, arkasına. Az mı yattılar, çok mu, orada yatıyorlar o günden. Orada da o büyük ırmakmış, orada da yüzme gemiler, kayıklar. Günlerden bir gün, bir de zengin bezirgan gemisiyle mala varnyor, yarı gece vakti oradan gelip geçiyor. Bir kere koku alıyor bu zenginin burnu, bir kokluyor, öyle de güzel kokuyor!
-Ulan! Diyor. Kayığı çek o yere! Çıkacağız yakaya. Burada pek güzel koku var. Ne var? O ne kadar kokuyor? Buradan kaç yıldan beri geziyorum, böyle koku görmedim. Çekiyorlar yakaya kayığı. Başlıyorlar aramaya. Buluyorlar. Zengine diyorlar: Bulduk. Burada. Geliyor zengin, baksa ne baksın, yerde bir biri üstüne yatıyor ölü.
-Ulan, ulan! diyor bu zengin. Bunlar boş iki insan olsa, böyle kokmayacak. Mümkün değil daha bugün. Sabah namazı getirip onu, bunu gömmek gerek. Sabahça oturuyorlar orda. Sabah kalkıp namaza gidiyor, onu bunu getirip gömüp gidiyor. O gitti yoluna. Laf da gidiyor. Böyle evet. Nerde olsan işitiliyor:
-Filan yerde bir şey var, bir şey var. Bunları yapan cadı kadın da bunların mezarını nerde olduğunu işitmiş. Varır bunların babalarına:


-Ver bana bir – iki kese altın ben gideceğim, filan yerde sizin çocuklarınızın mezarı. Varacağım o mezarı bulacağım. Güzel. Zengine de ne! Veriyor buna iki kese altın. Bu çıkıyor. Köyden, şehirden, kıyı kıyıdan vara vara garip buluyor. Sonra yabana yürüyor. Orada mal yayanlar. O buna rast geldi. Söylüyorlar. “Filan yerde, filan yerde mezar” Varıp buluyor uzak yakın. Başlıyor ağlamaya. Duvarcının bir tanesi görüyor bir nine geldi mezar başına ağlıyor.
“Kimdir bu? Kimdir bu nine?”
-Ya işte, bunlar benim çocuklarım. Öyle sevdalı işte, böyle sevdalı işte. Bir yerde ölmüş yine bunlar burada. Bilmem kim gömmüş. Sana dede, bir kese altın. Kes benim başımı da göm bunların ortasına, bu mezara. Kesiyor bunun başını da, gömüyor onların ortasına. Alıyor o kese altını, çıkıp gidiyor yoluna. Bahar açılınca bu mezar içinden iki gül çıkarmış. iki çiçek çıkıyor. Ortada da cadı diken çıkıyor, yırtıyor bırakmıyor onları. ikisi bir yere gelecek olsa, onlar dirilecek. Bu cadı karı da ortadan çıkıyor, yırtıyor, bırakmıyor o çiçekleri, sançıyor tiken. Onlar dirilmiyor, öyle de yatıyorlar.

Uzun Hikayeler9 Yaş MasallarıUyku Öncesi Masallar


Benzer İçerikler

Sağır Kurbağa Hikayesi
Sağır Kurbağa Hikayesi
Küçük Kara Balık Hikâyesi
Küçük Kara Balık Hikâyesi
Sabır Çiçeği Hikayesi
Sabır Çiçeği Hikayesi
harut ile marut
Harut ve Marut Hikayesi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Masal Oku | © 2023, Tüm hakları saklıdır.