Hayvanların Dili Hikayesi

Hayvanların Dili

Abone Ol google news
Hayvanların Dili Masalı
Hayvanların Dili Masalı

Hayvanlara Olan İlgi Masalı

Olur şey değil, nereye gitmiş olabilir bu çocuk? Hayır, hayır… Gelse görmez miyim, ben büttün gün evdeydim. Tamam… Siz de sakin olmaya çalışın, mutlaka bulunur. Görüşmek üzere. Annemin konuşmalarına kulak kabarttım. Belli ki biri kaybolmuştu. Arkadaşlarımdan biri olmalıydı. Çok alışık olduğumuz bir durum değildi bu. Meraklandım. Odamdan çıktım, annemle karşılaştık.

– Kaybolan kim, anne? Neler oluyor? Ben de sana geliyordum oğlum, Kemal yokmuş. Annesiyle konuştum. Sabah erkenden evden çıkmış, nereye gideceğini de söylememiş. Hava kararmaya başlayınca kadıncağız telaşlanmış, bütün arkadaşlarının annelerini arıyor. Senin Kemal’den haberin var mı?

– Yok, anne… Ben de meraklandım şimdi. Nereye gider, o kadar saat dışarıda ne yapar?

 -Haberin yok demek. Birbirinizin nereye gittiğini bilirsiniz diye düşünmüştüm. İyice düşün bakayım, görüşmek için sözleşenler falan olmuş muydu?

-Düşünüyorum. Berfu, Türkân, Canan, Burcu sinema için sözleşmişlerdi. Başka…

– Kemal de onlara gitmiş olamaz mi?

-Başkası olsa belki derim, ama Kemal’i konuşuyoruz, zor…

– Peki, başka dedin? Başka hatırlamıyorum, benim bildiğim bu kadar. Sözleşmişlerse de ben duymadım.

– Bekleyelim bakalım. Annesi bütün arkadaşlarını arıyor şimdi, belki nerede olduğunu bilen vardır. Sen de diğer sınıflardan, mahalleden Kemal’i tanıyan arkadaşlarına sor. Kemal… Kaybolduğunu anlamaları bile ilginç. Sınıfta, farklı arkadaşlarımızdan biri…

Dört yıldır, ders için konuşmak gerektiği zamanlar dışında sesini bile duyabildiğimiz arkadaşlarımızdan değildir. Çok farklı bir yapısı var. tep yalnız başınadır. Oyunlarımıza almak istediğimizde kibarca reddeder. Yüzüne bakınca mutlu ya da mutsuz olduğunu anlamak olanaksızdır, Kimseyi kurmaz, kimseyi de kırmaz. Bazen varlığını unuttuğumuz, yanımızdayken onu görmediğimiz bile olur.

Kemal hakkında bildiğim bir şeyler olsa nereye gittiği konusunda akıl yürütebileceğim, ama dört yıldır aynı sınıfı paylaştığım arkadaşım hakkında hiçbir şey bilmiyorum ki… Çok ciddi canım sıkıldı. Onu aramıza almak için uğraşmışız, beceremeyince de aklımızdan tümüyle silmişiz. Çok fena, çok… Hava çoktan karardı. Kim bilir, annesi neler çekiyor saatlerdir.

Akşam saatlerine kadar nasıl durdu acaba? Annesi, bir yerlerde takılıp kaldığını düşünerek akşamı beklemiş. Hava kararınca da telaşlanmış kadıncağız. Annesinin yüzünü hatırlamaya çalıştım; hayal meyal gözümde belirdi. Kemal gibi sakin, sessiz… Gece bulunmazsa, hatta yarın, daha sonraki gün bulunmazsa? İçim daraldı. Ne kadar kötü bir durum…

İlk defa bir arkadaşım kayboluyor. Annem, yarım saat geciksem bütün akşam konuşur. Şimdi neden bu kadar telaşlandığını anlayabiliyorum. Merak, kaygı, kuşku, korku, hepsinden kötüsü de çaresizlik… Güzelyalı, Esentepe, Uckuyular, Göztepe, Yalı. Hatta Balçova. Daha kötüsü, İncir altı’nın ormanları…Yüz kişi aynı anda arasa bile saatler, günler sürer.

Ben ne yapabilirim? Bir an önce annemin söylediğini yapmalıyım. Mahalledeki arkadaşları arayıp bir şeyler öğrenmeye çalışmalıyım. Annemi tekrar aramış olabilir, ona sorup sonra… – Anne, Kemalin annesi aradı mu tekrar?

– Doğaç, birkaç dakika oldu oğlum. Daha arkadaşlarının tümünü aramamıştır bile… Telaşlandın mi sen de?

 – Evet anne. Kemal hakkında hiçbir şey bilmemek de canımı sıktı. Keşke…

– Keşke, en kötü sözcüktür oğlum. Keşke de- memeye çalış. Elimizden geleni yaparız, bulunur mutlaka, kaygılanma… Annem kaygılanmamamı söylüyordu, ama kendisini Kemal’in annesinin yerine koyduğundan, bu yüzden de benden kat kat fazla kaygılandığından emindim. Zaman yitirmeden onun söylediğini yapmalıydım.

Telefonu elime aldım. Mahalleden kimler tanır Kemal’i? Kimler…Kimler… Hiç kimse aklıma gelmiyor. Onu kimsenin yanında gördüm mü? Hatırlayamıyorum. Birkaç dakika düşündükten sonra aklıma geldi. Kemal gibi, bizden birkaç yaş büyük bir çocuk vardı mahallede…

Güvercinlere tutkun. Onlarla arkadaş gibi konuşan bir çocuk. Ama insanlara karıșı çok hırçın… Yusuf’tu galiba adı. Bir keresinde Yusuf ve Kemal’i uzun uzun konuşurken görüp şa- şirmıştım. Sanırım konuları güvercinlerdi. Yusufların evleri bizim evimizden birkaç sokak ötedeydi. Telefonu yoktu bende. Olsaydı ne iyi olurdu. Yusuf’un yanına gidip onunla konuşmak ürkütüyordu beni. Konuşmak zorundaydım. – Anne, aklıma biri geldi. Yusuf… Ona sormam gerek. Yakında, birkaç sokak ötede oturuyor. Hemen gitmem gerek.

– Doğaç, bir de seni aramaya başlamayalım. Karanlıkta nasıl çıkacaksın? Telefon edip sor.

– Telefonu yok bende. Akşamları bazen çıkıyorum ya anne…

– Oğlum, korktum işte. Abin gelsin, birlikte çıkarsınız.

– Hiç zaman yok anne. Abimin ne zaman geleceği belli değil. Bekleyemem.

-Peki, dikkat et o hâlde. Bir an önce gitmem gerekiyordu. Hemen hazırlanıp çıktım.

Birkaç dakika sonra Yusufların evinin önündeydim. Pencereden zayıf bir ışık geliyordu. İçinde güvercinler olan kocaman bir yuva vardı balkonda. Yusuf, saatlerce bu kuşlarla vakit geçirebiliyordu. Başka mahallelerden kendisi gibi güvercine düşkün arkadaşları gelir, güvercinlerini gökyüzüne bırakırlar, saatlerce onları izlerlerdi.

Minicik güvercinler gökyüzüne yükselir, aşağıdaki yüzlerce evin arasından bu evi seçer, süzülerek aşağı inerlerdi. Kuşlarıyla konuşuyorlar mıydı yoksa? Neler saçmalıyorum ben.. Çekinerek zile bastım. Bir yandan gözüm penceredeydi. Işık canlandı, sonra kapıdan merdiven boşluğuna sert bir ses süzüldü. Yusuf’un sesiydi:

– Kim o? Yusuf, benim, Doğaç. Birkaç dakika aşağı gelebilir misin? Ses gelirim ya da gelmem demedi. Ayak sesleri giderek yakınlaştı, ağır demir kapı açıldı. Ters bir şey söyler, beni azarlarsa… Az konuşan insanlardan hep korkarım ben. Neler düşündüklerini kestiremezsiniz, kendinizi anlatmaya kalksanız kulaklarını açıp dinleyeceklerinden emin değilsiniz.

– Merhaba Doğaç dedi. Şaşırdım. “Hayrola, niçin geldin bu vakitte? Bir aksilik mi var?”

– Kusura bakma, rahatsız ediyorum akşam akşam, dedim. Bir sınıf arkadaşımız var, Kemal… Sabah erkenden evden çıkmış, bu saate kadar eve dönmemiş. Onu anıyoruz.”

– Ben nereden bilebilirim ki? Hatırlayamadım bile kim olduğunu.

-Çok sessiz bir arkadaşımızdı. Onun hakkında çok şey bilmiyoruz. Şimdiye kadar Uzun uzun konuştuğunu gördüğüm yalnızca sendin. Nereye bakmam gerektiğini düşünürken aklıma sen geldin. Simdi harladım “Uzun uzun konuştunuz.” deyince hatırladım. Ben de çok konuşmayı sevmem, beni zorlamıştı. Güvercinler hakkında bir sürü soru sormuştu. O çocuğu diyorsun galiba.

– Tamam, o çocuk! Bir daha görüşmediniz mi? Nerede olacağını tahmin edebiliyor musun? Bir kere daha görüştük. Geçen hafta. Yine aynı soruları sordu. Sıkıldım. Güvercinlerle uğraşmak istediğini söyledi. Bir köpeği varmış. Güvercinle köpeğin aynı evde olup olamayacağını falan sordu. Sonra gitti.

– Güvercinlerle köpek aynı evde yaşayabilir mi gerçekten? Kemal’i unuttun, bu mu aklına takıldı Doğaç? Özür dilerim, telaştan ne düşüneceğimi şaşırdım galiba. Yusuf kahkahayla güldü. Önyargı dedikleri bu olsa gerek. İnsanlara zaman ayırmadığını düşündüğüm için dikkatimi çekmeyen, hırçın olduğunu düşündüğüm Yusuf, hiç de zannettiğim gibi biri değilmiş. Cesaret buldum. Yusuf… dedim. “Ben korkuyorum, bana yardım eder misin?” Ederim tabii Yapabileceğim bir şey olsun da.. dedi. “Evleri buraya yakın mı Kemallerin?”

-Yakın, oraya mi gidelim? Haydi gidelim. Emin olmasam da aklıma bir şeyler geliyor. Biraz bekle, üzerime bir şeyler alıp geleceğim. Basamakları ikişer üçer atlayarak yukarı çıktı. Aklına ne gelmişti acaba? Anneme Kemallere gideceğimizi söylemeli, haber vermeliydim. Fakat zaman kaybederdik. Yusuf benden büyüktü nasılsa… O var neden korkacaktım ki? Hem bu, acil bir durumdu.

Yusuf döndü. Birlikte yürümeye başladık.

– Ne geldi ki akına, diye sordum.

– Dur bakalım, dedi. On dakika sonra Kemallerin evine ulaşıncaya kadar ağzından yalnızca bu cümle çıktı. Konuşmayı sevmemek garip bir insan özelliği… İnsan niçin konuşmaz ki? Evin bütün ışıkları yanıyordu. İçimden “Ne olur, Kemal dönmüş olsun.” diyordum, ama çok da umudum yoktu. Kapıyı çaldık. Kemal’in annesi açtı kapıyı. Sakin yüzlü annenin, bakışları biraz daha canlanmıştı o kadar.

Kaygılı mı, korkuyor mu, meraklı mı; kestirebilmek zordu. Merhaba teyze.. Beni hatırladınız mı? Kemal’in sınıf arkadaşı Doğaç… Arkadaşım da Kemal’le ortak arkadaşımız Yusuf… Bir saat kadar önce annemle konuştunuz. Kemal’den haber var mı? Yok, yavrum, yok. dedi kadıncağız yorgun, bıkkın bir sesle. “Tanıdığımız herkesi aradık, bildiğimiz her yere baktık, yok.” 

Hayvanların Dili Hikayesi
Hayvanların Dili Hikayesi

-Köpek evde mi? diye sordu Yusuf. Kadıncağız bu ani soru karşısında afalladı. Ben de ondan farklı değildim doğrusu. Kemal’i ararken köpeği sormak Yusuf’un aklına nereden gelmişti?

Köpek, bir haftadır yok oğlum. Köpeğe çok zaman ayırınca babası kızdı, Balçova’da birilerini bulup köpeği onlara verdi. İlk günlerde ağlayıp sızladı, sonra alıştı.

– Kaç yıldır sizdeydi köpek? Evimize geldiğinde Kemal altı yaşındaydı. Dört, beş yıl kadar olmuştu. Alışmadı! dedi Yusuf. Devam etti: “Teyzeciğim, amca kime verdi köpeği, adresleri telefonlan var.

-Bir sorayım yavrum, diyerek içeri girdi ve yanında Kemal’in babasıyla geri döndü.

– Merhaba çocuklar, içeri gelin.

– Gelmeyelim amca. Köpeği verdiğiniz kişilerin telefonları var mi sizde? Yok oğlum… Köpekten kurtulmak için ne telefonlarını aldım, ne adreslerini… Arkadaşlarıma köpekten kurtulmak istediğimi söyleyince arkadaşlarımdan biri onları aradı, sözleştik. Balçova’da bir kahvede buluştuk, bırakıp geldim.

– Nereye yakın, çevresinde neler vardı; hatırladığınız bir şeyler var mı? Ata Caddesi’nin bitiminde, sanayiye giden yola girdim.

İlk kavşaktan sola döndüm, orada bir mahalle kahvesine bıraktım eşyalarıyla birlikte. Kemaľe dayanamam, sonradan almaya giderim diye de adreslerini bile sormadım.

– Hemen gidiyoruz Doğaç, diyerek yürümeye başladı . Dur oğlum, birlikte arabayla gidelim. Birkaç dakika bekleyin biz de gelelim.

– Hayır, lütfen siz gelmeyin. Kemal eve gelirse sizi evde bulsun, diyerek yürümeye devam etti. Ben de onu takip ettim. Birden akıma geldi, geri dönüp seslendim:

-Annemi arayıp Yusuf la gittiğimi söyler misiniz, merak etmesinler. Yusuf git gide şaşırtıyordu beni. Ana caddeye çıkıp bir dolmuşa bindik. Dolmuşta hiç konuşmadı. Ata Caddesi’nin bitiminde indik.

– Ne çekmiştir kim bilir… dedi.

– Ne çekecek, yanında parası yoksa, olsa olsa aç kalmıştır.

– Kemal’den söz etmiyorum. Köpekten söz ediyorum. Kemal, onun ne yapıp edip eve döneceğini bilir, Üstelik çok uzak bir yol da değil. Bir hafta içinde dönmemişse tek seçenek kalıyor.

– Nedir o seçenek?

– Kemal, köpeği almaya gitmiştir. Köpeği bağlamışlardır, büyük olasılıkla onu hiç kapı dışına çıkarmamışlardır. Kapı dışına çıkarmamışlara bunlar köpek seven birileri değildir. Kim bilir niçin aldılar köpeği… Çocuklarına oyun arkadaşı olsun diye almışlardır. Köpek oyuncak değil ki… Huysuzluk yapmıştır hayvancağız, onlar da huysuzluk yaptıkça…

Düşünmek bile istemiyorum. Güzel yalı sokaklarında cins cins köpekler dolaşır değil mi? Niye? Köpeğe oyuncak gözüyle bakanlar, köpekten sıkılmaya başlayınca dışarıda yaşamaya alışkın olmayan hayvanları kapı önüne bırakıverirler.

Yusuf bana konuşuyor gibiydi, ama sanırım kendi kendine konuşuyordu. Ne çok şey biliyordu köpekler hakkında Peş peşe akıl dizgisini kuruvermişti, ama ben hala buraya niçin geldiğimizi anlayamamıştım. Kuşlara düşkün Yusuf, Kemal’i unutup köpeğin peşine mi düşmüştü yoksa? Yok, kadarda değil!

– Yani?

– Köpek, mutlaka döner. Köpek kendisi dönmeyince benim düşündüklerimi, köpeğin acı çektiğini Kemal’de düşündü.

Sonra? Ne olursa olsun köpeği geri almak için harekete geçti. Sabahtan beri de buralarda dolaşıyor olmalı. Ne olduysa köpeği almayı başaramamış olmalı. Kahveyi bulup çevresindeki sokaklara baktığımızda Kemal’i bulmuş olacağız. “Vay, iz peşindeyiz yani!” dedim gülümseyerek. Yusuf cevap vermedi. Anladım. Yusuf, boş cümleler yüzünden çok konuşmayı sevmiyordu.

Kahveyi kolay bulduk. Kahveye paralel pek çok sokak vardı. Sokaklarda dolaşmaya başladık. Ya köpeği alanların evleri kahveye çok uzaksa… Olumsuz şeyler düşünmek istemiyordum. Kemal de adres konusunda bizden fazlasını biliyor olamazdı. Buralarda bir yerde olmalıydı. Yarım saat kadar dolaştık. Bir sokağın sonunda, elektrik direğinin yanında bir gölge gördüm.

Kemal’e benzetip seslendim. Geriye dönüp baktı, Kemal’di. Saatlerdir nasıl kaygı İçindeymişim, rahatladım. Yusuf’ta hiç heyecan yoktu. Bulacağımızdan eminmiş demek ki… Adımlarımızı hızlandırıp Kemal’in yanına ulaştık.

– Merhaba… Herkesi ne kadar korkuttun farkında mısın, dedim. “Saatlerdir yoksun, herkes seni arıyor.” Dudağını büktü. Yanıt bile vermedi. Tepkisizliğine şaşırmıştım. Yusuf sakindi:

– Hangi evde, diye sordu. Kemal, kolunu yorgunlukla kaldırıp karşıdaki bahçeli evi gösterdi.

– Köpek orada mı, dedi Yusuf.

– Evet, dedi Kemal. Bunlar, benim bilmediğim bir dili konuşuyorlar sanki. Birkaç sözcükle ne de kolay anlaşıyorlar.

– Yahu, iki saattir köpek, köpek diyoruz da… Adı ne bu hayvanın? Anlamsız bir soruydu demek, Yusuf ters ters bakınca sustum. Ama Kemal yanıt verdi:

– Köpek. – Ne yani, adı sadece “Köpek” öyle mi?

-Köpek zaten o.? Yusuf, benim gereksiz cümlelerime alışmış olmanın rahatlığıyla diyalogumuza şaşıran bir kahkaha attı. Sonra devam etti:

– Güvercinlerle köpekler, zor olsa da aynı evde yaşarlar. Sahiplerinin sevgilerini almışlarsa. Yoksa köpekler güvercinleri hiç rahat bırakmaz, diyerek bir saat önceki sorumu yanıtladı. Sonra Kemal’e döndü:

-Evde herkes seni merak ediyor. Şimdi almaya çalışsak sorun yaşarız. Şimdi gidelim, yarın babanla birlikte köpeği almaya gelelim.” dedi.

– Babam gelir mi? Az önce gördük, gelir sanırım…

Tamam, gidelim O zaman.

Annem, eve döndüğümde benimle saatlerce konuşmadı. Ağır sözler söylemek yerine susmayı tercih ederdi. Çok iyi tanımadığım biriyle evden saatlerce uzak kalmam, Kemal’in annesinin hemen haber vermiş olmasına karşın, onu çok sinirlendirmişti. Haklıydı. Yusuf’u tanıyacaktı nasılsa, o zaman beni tümüyle affetmesini umuyordum. Kemal, hemen ertesi gün Köpek’ine kavuştu. Aynı akşam, onların da balkonunda bir güvercin yuvası vardı artık, ilk güvercini de Yusuf’tan… Yusuf’un güvercinlerinden birini Kemal’e vermesine şaşırmıştım, onu da öğrendim:

 -Hayvan dostları, aynı sevgiyi bulacaklarını düşündüklerinde, hayvanlarını tereddüt etmeden birbirlerine verebilirlermiş. Güvercinlerini birlikte uçuracaklardı üstelik. Olan biteni sınıftakilere anlatmayacaktım. Anlayamayacaklardı. Dünyada yalnızca insanlar yoktu. Benim, bir an önce bu dili öğrenmem gerekiyordu. Hayvan dilini.

– Evet, en uygunu kedi sanıyorum.

– Uygun ne demek? Uygun hayvan. Bizim evin koşullarına göre uygun olan, kedi diyorum Yusuf! Evde kaplan besleyecek halimiz yok ya… Sizin ev gibi iki katı da bize ait olsa balkona güvercin yuvası koyardık. Komşularımız başka bir hayvana hayatta izin vermez. Kedi, evin içinde hiç olmazsa…

– Komşular izin verse de bu kafayla güvercinlere bakamazsın sen Doğaç’ı Ne demek istediğini anlamıyorum. Senden yardım istemek için geldim, ama sen beni hep tersliyorsun. Üzülüyorum bak. Seni üzmek için söylemiyorum.

Kemal’in,  benim hayvanlara düşkünlüğümüzü görünce sen de hayvanlarla uğraşmak istiyorsun. Ama öyle şeyler söylüyorsun ki… Becerir de eve bir hayvan almayı başarırsan birkaç gün içinde benim niçin sana kızıp durduğumu anlayacaksın. Tamam, bak… Dediğin gibi olsun. Ama ne olur bana yardım et, birkaç gün içinde niye kızdığını anlayamazsam daha çok kızarsın.

– Peki. Belki de aceleciyim, affedersin.

-Ha şöyle, bak ne güzel oldu böyle konuşunca.

Şimdi söyle bakalım. Bir kedi kaç paradır? Pahalı mı? Pahalıysa alamayız bak, boşuna hayal kurmayayım. Kedi kaç para, öyle mi? Of Doğaç, Of! Yusuf’u anlayamıyordum. Böyle insanlara ne Çok kızarım! Çok iyi bildikleri bir konu vardır, ne bildiklerini tam olarak anlatırlar ne de senin bilmeden söylediklerini anlayışla karşılarlar.

Birkaç dakika içinde öyle çok eleştirdi ki ne söylemem gerektiğini düşünüp kaygılanınca daha da anlamsız şeyler söylemeye başladım. Hayvanları iyi tanıyor olabilirsin, tamam. Sen de benim gibiydin. Sen de başkalarından öğrendin pek çok şeyi. Niçin kızıyorsun? Kızdıkça cümleleri kısalıyor, daha da anlaşılmaz oluyor. Eski bir arkadaşım olsa huylarını bilir, ne düşündüğünü tahmin edebilirim. Yeni tanıyorum.

Sınavı geçmiş olmalıyım ki kedi bakma sözü verdi de rahatladım. Umarım uygun fiyata seveceğimiz bir kedi bulur. Hoş, bizimkileri kabul etmiş sayıyorum; ama ya kabullenmezlerse? Annemlerin kabul etmeyeceğini düşünmek canımı sıktı. Saatime baktım. Akşam yemeğine bir saat kadar kaldı. Beni bu durumda en iyi anlayabilecek kişi Aykut. Hemen Aykut’a gitmeliyim, o bana mutlaka iyi fikirler verir.

Aykut, okul çıkışı bir büfeye yardıma gidiyordu. Hafta sonları orada çalışır, hafta iọi de okuldan sonra mutlaka oraya uğrar, birkaç saat yardım ederdi. Erdal Abinin tek başına olduğu için gidemediği yerlere gider, büfenin dış işlerini hallederdi. Para götürüp getirir, faturaları yatırır, meşrubat kasalarını düzenler, ortalığı silip süpürürdü.

Aykut’un babası işsiz kalmadan önce Aykut büfeye başlamıştı, ama babasının gururuna dokunmuş olmalı ki işsizliğinin ilk günlerinde Aykut’un çalışmasına karşı çıktı. Erdal Abinin “O benim elemanım değil, arkadaşım” sözünden sonra ikna oldu da Aykut işe devam edebildi. Büfeye ulaştığımda Aykut, arkadaki meşrubat kasalarını düzenlemeye çalışıyordu. Erdal Abi, çok iyi bir abiydi, ama biraz dağınıktı doğrusu. Aykut ol- masa… Merhaba Naber?

-Merhaba Doğaç. Senden? Sınıfın şamatacısı, büfede ciddi bir iş adamıydı. Sınıfta başka, büfede başka…

– İyi astında, ama…

-Eee, ama? İyi misin, kötü musun? Ne oldu?

– Yok, bir şey olduğu yok da kafam karışık biraz. Kemal’in kayboluşunu biliyordu. Yusuf’un Kemal’i bulmamızdaki yardımını ayrıntıyla olmasa da anlatmıştım. Kemal’le Yusuf arasındaki sessiz anlaşmanın, daha önce rastlamadığım farklı hayvan sevgisinin ilgimi çektiğini konuşmuştuk. Okuldan sonra Yusuf’a uğradığımı söyledim; konuştuklarımızı özetledim.

Yusuf’un çokbilmiş tavrından yakındım. Evde bir kedi istiyordum, ama annemlerin kabul etmemesinden de korkuyordum. Hepsini bir çırpıda anlatıverdim. Eski arkadaş, böyle bir şey işte. Hem lafı uzun uzun anlatmak zorunda kalmıyorsunuz, çünkü çabuk anlıyor; hem de eski arkadaş sizi ikide bir azarlayıp susturmuyor.

– Dur, dur bir nefes aldı dedi. “Nefes almadan anlattın. Aklına bir şey takılınca hemen olup bitsin istersin. Bence sen annenlerin kediyi kabul edip etmeyeceğini değil, önce Yusuf’un söylediklerini düşün.”

– Nasıl yani? Sen de mi Yusuf’un tarafındasın?

– Tarafında olmak ne demek? O da senin iyiliğin için söylüyor, ben de senin iyiliğin için söylüyorum. Bir dakika bekle.

Büfeye girdi. Erdal Abi’yle konuştuktan sonra izin alıp çıktı. Sahilden, ellerimiz cebimizde, eve doğru yürümeye başladık. – Yusuf’un söylediklerini anlattın ya…

– Eee?

 – Bazen şaşırtıyorsun beni.

– Ne dedimse azar işittim. Niye şaşırıyorsun ki?

-İşitirsin tabii. Bir düşün bakalım, niye o kadar kızdı?

– Bir bilsem. Dinle o zaman… Yusuf, hiç uğraşmadan Kemal’i buldu, onun Köpek’in peşinde olduğu için kaybolduğunu anladı değil mi? Anladı, buldu. Niye? Basit bir hayvan sevgisi değil ki bu… Onlar hayvanlara bizim baktığımız gözle bakmıyorlar. Öyle olduğu için de birbirlerinin ne düşündüğünü bile tahmin edebiliyorlar.

Senle ben yakın arkadaşız, ama yıllardır birlikte olduğumuz için birbirimizi anlıyoruz. Onların birbirlerini anlamaları için yakın arkadaş olmaları bile gerekmiyor. Görüşür görüşmez, hele hayvanlardan söz ediyorlarsa birbirlerini yıllardır tanıyormuş gibi davranıyorlar. Ama sen Yusuf’la nasıl konuştun? Kedi değil de bir oyuncak ister gibi… Markasını da söyleseydin bari de ona göre arasaydı.

Sonunda anlamıştım. Aykut’un söylediği gibi sorun, bizimkileri razı etmek değildi. Ben Yusuf gibi, Kemal gibi düşünebilecek, hissedebilecek miydim? Başka bir sorun aklıma geldi.

– Ya onların yaptığı gibi hayvanlara çok bağlanıp çevreden koparsam?

Hayvanların Dili
Hayvanların Dili

– Senin farkın da bu olmalı o hâlde… Belki çevreden kopuk oldukları için hayvanlara sığındılar? Bunu ne sen bilebilirsin, ne ben bilebilirim. O ayrımı yapamayacağını düşünüyorsan annenlere hiç açma bu konuyu.

– Sanırım biraz daha düşünmeliyim.

– Evet… Yol boyunca çok az konuştuk. Aykut, düşünmem için fırsat tanıdı. Kendi başıma vermem gereken bir karardı bu, Aykut da farkındaydı. Ben yalnızca bir kedi istemiştim. Küçük, şirin bir kedi. Benim için tek sorun annemlerin yeni birini kabul edip etmemeleriydi. Oysa ne çok sorun varmış. Mahalleye ulaştığımızda vedalaşıp evlerimize yöneldik. İyi ki Aykut var, iyi ki onunla konuşmayı akıl ettim.

Eve ulaştığımda kararımı vermiştim. Bir kedi istiyordum, evet. Sevginin, bilmediğim bir türüydü bu. Tanımak istiyordum. Merhaba anne, merhaba abi!

– Merhaba… dedi annem.

– Gezegen kardeşim geldi, dedi abim. “Merhaba, nerelerdeydin? N’aber?” diye devam etti gülümseyerek.

– Yusuf’a gittim, sonra da Aykut’a.

– Annem şaşırdı:

– Yusuf’a mi? Neden?  -Yemekte anlatırım. Babam gelsin de… Hiiiiç tahmin etmiyoruz, dedi abim gülümseyerek.

– Bekleyelim bakalım Deniz, babanız gelsin… Uzun bir konuya benziyor. Yarım saat sonra babam gelmişti, yemekteydik. Her akçam, mutlaka bir arada olduğumuz tek yer yemekti. Annem, ertesi günün hazırlığını yapar, biz derslerimizle uğraşırız, babam günlük haberleri izledikten sonra bizi tek tek dolaşırdı. Birlikte konuşmamız gereken her şeyi yemekte konuşurduk. Babam:

Anlatacakların varmış Doğaç? Evet baba.

– Dinleyelim o halde.

-Kemal’i Yusuf’la bulduk ya… -Evet?

– Onlar birbirini doğru dürüst tanımıyorlardı. Yusuf, Kemal’in ne düşündüğünü tahmin etmişti. İkisi de hayvanlara çok tutkulular.

-Biraz fazla tutku galiba değil mi?

-Evet anne. Bizim kolay anlayamayacağımız bir tutku. Olan biteni gördükten sonra hayvanlar üzerinde düşünmeye başladım. Yusuf’la konuştum, sonra Aykut’la… Ben.. Ben… Bu kadar zor olacağını tahmin etmiyordum. Söyleyemiyordum. Bisiklet istiyorum, yeni bir spor ayakkabısı istiyorum, odama şunu istiyorum demek gibi bir şey değildi ki… Tüm cesaretimi toplayıp söyledim sonunda:

-Ben, bir kedi istiyorum. Yüzlerine baktım. Hiçbiri şaşırmamıştı. Sakince yemeklerini yemeye devam ettiler. Babam:

– Anneye dördüncü bir dert yani… dedi.

Bana güven, ama her şeyi bana bırakacak kadar güvenme. Tamam abi. Bir deneyelim, beceremezsek vazgeçeriz diyebileceğimiz bir konu değil bu Doğaç. Bir canlının sorumluluğunu almak, sonuna kadar götürmek demektir, Tüm bunların farkındasın Yusuf’la, Aykut’la konuştuklarımızdan söz ettim. Yapmam gerekenlerin farkında olduğumu söyledim.

– Onaylıyor musunuz? Bir kedi alabilir miyiz?

– Evet, çok istediğin için ve sana güvendiğimiz için sana hayır demiyoruz, dedi annem. Sevinçten uçuyordum. Teşekkür ederek telefona koştum. Yusuf’un numarası vardı bu defa. Numaraları heyecanla çevirdim: -Yusuf, bizimkiler onayladılar.

– Sevindim. Sen kendini onayladın mı peki?

– Anladım bugün söylediklerini. Kendimi onayladım, evet! Ne olur Yusuf, bana bir kedi bul. Ne olursun.

– Tamam, merak etme. Hemen birkaç arkadaşımı arayacağım şimdi.

– Teşekkür ederim, teşekkür ederim…

İnanamıyorum. Bir kedi! Küçücük bir kedi! Yarın cumartesi… Uyumadan, dilediğim kadar hayal kurabilirim. Bir kedim olacak! Kemal’in, insanlara karşı duyarsız davranan arkadaşımın, bir köpek söz konusu olduğunda son derece duyarlı birine dönüşmesi şaşırttı ben!

Kendi anne babası bile Kemal’in ne düşündüğünü, nerede olduğunu tahmin edemezken Yusuf’un neler olup bittiğini çabucak anlaması daha da şaşırttı. Sonra, Yusuf’un “anlamadığım bir dilden” konuşması… Aykut’un uyarıları… Dünyanın içinde dünyalar, duyguların içinde duygular var. Ben, insanların içinde yaşadığı tek dünya görüyorum; Kemal ve Yusuf, iki dünyayı birden yaşıyorlar, insanların ve hayvanların dünyasını… Ben de iki dünya yaşamak istiyorum.

– Günaydın! Uyan bakalım! Alarmın sesini duymadım. Saat dokuz olmuş. Okula geç kaldım. Hemen hazırlanmam gerek. Ama… Ama bugün cumartesi? Neler oluyor? – Doğaç, hadi uyan!

– Uyandım anne, geliyorum! 

-Hafta sonu kahvaltısına daha çok var. Neden erkenden uyandırdı annem acaba? Kahvaltıyı dışarıda mı yapacağız? Kendi kendime soru sormayı bırakıp giyindim. Gece uzun uzun düşünmekten uyuyamamıştım ki… Gözlerimi kırpıştırarak salona çıktım. Karşımda Yusuf! Daha önce bizim eve hiç gelmemişti, çok şaşırdım. Hatta bizim evi bildiğinden bile emin değildim. Uyku sersemi, onun bize niçin gelebileceği ile ilgili hiçbir fikir yok kafamda… Öyle, boş boş baktım ona.

– Günaydın Doğaç!

 – Günaydın Yusuf… Hoş geldin? Yusuf, anneme döndü:

– Teyze, gördünüz işte… Bana niçin geldiğimi soruyor sesiyle. Doğaç beni hep şaşırtıyor, dedi güldü. Bana döndü sonra: “Niçin geldim ben Doğaç?”

Düşünüyorum, ama boş bos bakmaya da devam ediyorum. Birden aklıma geldi: Kedi diye bağırdım. “Kedi almaya mi gideceğiz?” Almaya gitmeyeceğiz, dedi annem. “işte, burada…” diyerek kenara çekildi. Aman! Bu ne güzellik! Koltuğun üzerinde, mavi bir pelüşün üzerinde bembeyaz bir pamuk topağı! “Muhteşem!” diye bağırdım.

“Yusuf, ne güzel bir arkadaşsın sen! Muhteşem bir şey bul” Cümlelerimi çığlıkla birleştirerek koltuğa doğru yürüdüm. Kedinin yanına kadar yürümüş, öylece kalakalmıştım. Daha önce hiçbir kediye dokunmamıştım ki! Ne yapmam gerektiğini bilmiyor, gizliden gizliye de çekiniyordum. Hem kedi için deli olmak hem de kediye dokunamamak! Gizlemeye çalışsam da Yusuf anlamıştı:

– Uzaktan seveceksin galiba, diyerek gülümsedi. Koltuğa, kedinin yanına oturdu. Sonra başından boynuna, oradan sırtına doğru kediyi okşamaya başladı. Kedi, okşandıkça mırlıyordu. Ne kadar küçük, ne kadar sevimliydi!

Kediciğin mırlamaları çekingenliğimi biraz olsun almıştı. Koltuğa biraz daha yaklaştım, ama yine dokunamıyorum.

– Oo0o, Doğaç! Böyle olursa nasıl alışacaksın? Geri götüreyim istersen…

– Hayır, hayır.. Götürme tabii. Bekle. Biraz daha bekle. Kedicik, dönüp bana baktı. Yeni sahibini tanır gibi. Hayır hayır, bunu düşündüğümü Yusuf duyarsa alıp götürür kediyi: “yeni arkadaşını” demeliydim. Hemen silip attım beynimden. Kediciğe seslendim:

– Kedicik, merhaba! Yeni arkadaşın, benim!

– İlerleme var, dedi Yusuf gülerek. Odanın içindeki kahkahalar arttı. İçeride yalnızca Yusuf, ben, annem ve kedicik var zannederken mutfak kapısının önünde abimle babamı görmemişim bile. Kedicik, yanıt verdi sanki: Miyav…

– Çok iyi, ben Doğaç’ı anlamıyorum; ama Çıtır çabuk anlayacak, belli.

-Çıtır mı? Nasıl bir isim bu? Kulağa hoş geliyor, ama anlamı ne?

Hayvanlara konan her ismin bir anlamı olmayabilir. Bazen de sahipleri taşıdıkları özelliklerden dolayı onlara çeşitli isimler verebilirler: Pamuk, Karabaş, Güçlü gibi. Bu kediciğin adı Çıtır. Niçin bu İsmin verildiğini bilmiyorum. Ne güzel bir isim, Çıtır çıtır çok taze ve gevrek demek. Belki de sahibi onu simite benzetmiştir.. dedi gülerek abim.

– Evet, çok güzel, dedi annem. “Ama adını öğrenmekte ya da söylemekte zorlanırsan değiştirebilirsin.” Üzgünüm, değiştirmek doğru olmaz, dedi.

– Yusuf, devam etti: “Çıtır, iki buçuk aylık. Bu kadar sürede adını öğrenmeye başlamıştır. Değiştirirsek kendisini tanımakta güçlük yaşayabilir.”

-İki buçuk aylık mı? İnanılır gibi değil. Bu daha bebek! Nasıl bakacağım ona?

– Bir insanın ömrünü yetmiş yıl kabul edersek, kediler insanın beşte biri kadar yaşarlar. Bu hesaba göre Çıtır, şimdi yaklaşık bir yaşında. Zannettiğin kadar küçük sayılmaz. Konuşmamız sırasında Çıtır’ın yanına oturabilmiş, Yusuf’un yaptığı gibi onu okşamayı başarabilmiştim.

Yumuşacık, pamuk gibi tüyler… Kesik kesik nefes alıp veriyor. Yeni bir yere geldiğinin farkında olmalı. Farkında değil mi yoksa? Öğrenmem gereken ne çok şey var! Yusuf, annemle babama: – Daha önce kedi beslemiş miydiniz? Bilginiz var mı? İkisi de, yok anlamında başlarını salladılar.

– O hâlde size dikkat etmeniz gereken şeyleri söyleyeyim. Öncelikle biz birazdan Doğaç’la çıkıp Çıtır’a tuvalet kutusu, kum, mama ve tırmalama tahtası almalıyız. En çok gerekenler, şimdilik bunlar.

– Bir an önce alıp gelin, etrafı ilk günden dağıtmayalım, dedi annem.

– Zannettiğiniz gibi değil teyzeciğim. Hiç kaygılanmayın. Kediler kendi tuvaletleri, kendi kumlan yoksa sabretmeyi bilir, hiçbir yeri kirletmezler.

– Gerçekten mi?

– Evet, gerçekten. Tabii, evde huzurlarını bozan, onları üzen bir şey ya da birileri yoksa. Yani zannettiğiniz şeyi yapmaları için size savaş ilan etmesi gerek.

– Bilmiyordum bunu, dedi annem. “Peki, temizlikleri? Ne zaman yıkayacağız?”

Mümkünse, hiçbir zaman… Kedilerin dillerinde mikropları temizleyen bir salgı vardır. Onların vücutlarını yalayıp durmalarının nedeni de bu. Çıtır’ın alnında koyu bir leke var diyelim. Çıtır bunu hisseder, Önce patisini yalar, sonra da alnını temizler. Bu yüzden kediler, neredeyse temizlik sorunu yaşamayan hayvanlardır. Sizin için hiçbir temizlik yükü olmayacak. Günde bir kez kumunu temizlemeniz gerekecek, o kadar. O da sanırım Doğaç’ın işi olacak.

– Koltuklar… Onları gözden çıkardık artık, dedi annem, kendi kendine konuşur gibi. Bunu düşünmemiştim, ne çok severdi koltuklarını. Benim için onlardan bile vazgeçmeyi göze almıştı demek. Bir yandan üzüldüm, ama bir yandan da hoşuma gitti doğrusu.

– Hayır, o konuda da sorun yok. Tırmalama tahtası dediğim şeyi, az sonra göreceksiniz. Tırmalama tahtası ile kedilik alışkanlığını giderecek. Çıtır’la şanslısınız. Annesi İran kedisi, ondan kalan özellikler sakinlik, bol tüy, bol bol uyumak, şişmanlık. Babası da Siyam kedisi, ondan kalan özellikler çok hareketlilik, az tüy, az uyumak ve zayıflık. Bu özellikler birleşince ortaya uyumlu bir çift çıkmış. Doğaç’ın şansı sanırım, öyle güzel bir kediye rastladık ki…

Gerçekten öyleydi. Çitırın görünüşü öyle güzeldi ki… Biçimli bir yüz, titreyip duran kulaklar, masmavi gözler… Ne kadar güzel gözleri vardı! Yusuf, arkadaşlarıyla haberleşmiş, beni çok bekletmek istememiş. Bulur bulmaz da erkenden getirmiş ki akşama kadar Çıtır’a alışalım. Duyduklarımız karşısında hepimiz çok rahatlamıştık. Çıtır, bizi uğraştıracak bir kediciğe benzemiyordu. Köpekler kedilere göre daha cana yakınmış, ama sürekli dışarı çıkarılmaları gerekirmiş. Çıtır’ın ilk aşıları yapılmış. Bir veterinerden nüfus cüzdanı çıkarmamız, yeni yapılanı birkaç ay sonra yaptırmamız gerekmiyormuş.

Ben her zamanki gibi gerçek bir nüfus cüzdanı çıkarılacağını zannedince evdekileri bir kez daha kahkahaya boğdum. Nereden bileyim? Nüfus cüzdanı demeseydi o hâlde! Aşı defteri, izleme defteri deseydi! Aman, ne derse desin. Benim çok istediğim bir şeyi olabildiğince çabuk yerine getirmek için uğraşan bir arkadaşıma da kızamam ya! Evet, arkadaş. Yusuf, gerçekten arkadaş; hem de iyi bir arkadaş! Bunu anlayabiliyorum.

Annem, çabucak kahvaltıyı hazırladı. Kahvaltıda Yusuf’a merak ettiklerimizi sormaya devam ettik. Yusuf konuştukça hayvanları anlıyorum ve şunu fark ediyorum:

-Hayvanları görmezden gelmişiz hepimiz. Varlıklarının farkındayız, ama her birinin bir birey olduğunu ailecek fark etmemişiz. Sordukça öğreniyoruz, öğrendikçe şaşkınlıklarımız artıyor. En çok da kedilerin sahiplenme duygularına şaşırdık. Çıtır için artık bu ev, kendisininmiş. Bizler, onun evini işgal eden insanlarmışız. Ev kendisinin gibi davranır, tümüyle sahiplenirmiş.

Bunu bilmeyen insanlar, kedilerin bencil olduklarını düşünürlermiş. Tümünü bir günde öğrenmemiz olanaksızdı. Bunun farkındaydık. En çok ben ilgilenecektim, en çok da benim öğrenmem gerekiyordu. Ama hepsini aynı günde kavramam olanaksızdı. Bir kısmını yaşayarak öğreneceğimi söyledi Yusuf. Onu, onun da söylediği gibi her zaman arayabileceğimi biliyordum. Çıtır’ın da kişiliği varmış. Bunu zaman içinde keşfedecekmişiz, o kişiliğe göre davranmayı da zamanla öğrenecekmişiz.

Kahvaltıdan sonra Yusuf’la çıktık. Gereken malzemeleri alıp ikimizin de elleri dolu dolu eve döndük. Ne kadar çok şey almıştık.

-Bir kerelik. dedi Yusuf. -Umarım öyledir Doğaç’tan masraflı görünüyor yoksa, dedi babam, hepimiz güldük. Büyük masraflar bir kerelik. Birkaç ay sonra aşı, bakım… Sonra her ay yalnızca mama ve kum… Bunun karşılığında, size gerçek bir dost! Umarım dostluğuna eşlik edersiniz. Çıtır’ı aldığım arkadaşlarımı, Doğaç’ın ona dost olacağı konusunda ikna etmem gerekti. Sahi… Asıl konuyu, Çıtır’ın heyecanıyla unutmuştuk. Babamın ya da annemin sorması daha doğru olurdu, ama ben dayanamadım:

– Unuttuk Yusuf! Çıtır için önceki sahiplerine kaç para vermemiz gerek?

– Bu, Çıtır… Duvara asacağın bir süs değil. Kapının önünde bekleyen bir bisiklet değil.

-Tamam da…

Hayvanların Dili
Hayvanların Dili

– Sen beni anlamıyorsun Doğaç! Dün de neler söylediğimi anlamadın. Hayvanlar parayla alınıp satılmaz. Hayvanlar eşya değil. Hayvanlar, dosttur! Bunu zamanla anlamanı umuyorum.

Bu sert sözler, iki gündür anlayamadıklarımı bir anda anlatıvermişti. Hayvan sevgisini tutkuya dönüştürmek, bu yüzden çevreyle ilgiyi kesmekten korkmak; bunların hepsi ancak hayvanları tanımayan insanlar için geçerli olabilirdi. Benim bu konularda hiçbir fikrim yoktu ve Yusuf, bana iki gündür katlanıyordu.

Yusuf’un bu sözlerinden sonra ne annem ne de babam Yusuf’a para konusunu tekrar söylemeye cesaret edebildiler. Çıtır’a baktım. Göz göze geldik. Yusuf’u anlıyordu. En kısa zamanda beni de anlamasını diledim. Yusuf’a, Çıtır’ın eşyalarını eve birlikte yerleştirmeyi teklif ettimse de kabul etmedi. “Kalıp saha yardım edebilirim, ama kendi başına yapman çok daha iyi.

Çıtır’ı anlamaya çalışırsın, eşyaların nerede durması gerektiğinde kararsız kalırsın; sanırım önce yanlış yerlere yerleştirirsin. Hiç önemli değil, bu yanlışların hepsi onu tanımanı sağlayacak.” Doğru söylüyordu yine… Yusuf, farklı düşünmeyi becerebilen biri… Herkes gibi düşünmüyor, herkes gibi davranmıyor. Acaba yalnız hayvanlar konusunda mı farklı düşünebiliyor; yoksa pek çok konuda, ne bileyim bir kitap konusunda, bisiklet konusunda da aynı şekilde düşünebiliyor mu?

Sanmam… Belki özellikle ilgi duyduğu havyanlar konusunda farklı düşünmesi, diğer konularda da biraz farklı düşünmesini sağlayabilir. Ama her konuda bu kadar yetenekli değildir. Herkesin kendince bir yeteneği, ilgi alanı var; benim yaşımdaki herkes bir an önce yeteneğini ortaya çıkarmaya çalışmalı.

Çünkü yaşama anlam katan şeyler, severek yaptığımız şeylerdir.. Yusuf’un hayvanlara ilgisi ona neler katmış? Birkaç gündür tanıyorum onu. Hakkında uzun uzun yorum yapamam. Aklıma birkaç şey geliyor ama… Yusuf, karşılıksız sevgiyi öğrenmiş. Hayvanların, ilgi ve sevgi karşılığında insanlara verebileceği maddi bir karşılık yok. Sıcacık bir miyavlama, kuyruk sallayarak havlama; bir muhabbet kuşu için odada oradan oraya neşeyle uçma dışında insana ne verebilirler ki?

Yusuf onları karşılıksız seviyor, insanları da hayvanlarla öğrendiği sevgi gibi karşılıksız seviyor olmalı. Evet, evet! Kemal’i bulmak için uğraşması, benimle yakın arkadaş olmadığı hâlde beni mutlu etmek için Çıtır’ı bir an önce bulması karşılıksız sevgi değil midir?

Pek az insan bunu başarabilir. “Beni seversen ben de seni severim.” diye düşünmez mi insanlar? Demek ki hayvanlar, insana: “Ben seni severim, bunun karşılığında sen bana bir şeyler vermek zorunda değilsin.” diye düşünmeyi öğretiyor. Hayvanlar ne kadar hareketli olsalar da aslında dinginler. Kafesindeki bir güvercini düşünüyorum.

Büyükanne, büyükbaba gibi kurula kurula oturur kafesinde. Mithat paşa Caddesi’ndeki dükkânların önünde yatan köpekler… Kalabalık, sağlı sollu yanlarından geçer de bana mısın demezler. Balığın akvaryumda sakin sakin yüzüşü… Hayvanlar, bize göre ne kadar sakinler! Yusuf, bunu da hayvanlardan öğrenmiş olmalı. Bir yandan bunları düşünüyor, bir yandan Çıtır’ın yanına oturmuş, başından kuyruğuna doğru tüylerini okşuyorum.

Mırıltılar çıkarıyor. Çıtır ne düşünüyor acaba şu anda? “Oh be! Üç kişi sığmıyorduk eve kardeşlerimle. Kedi seviyor olabilirsin de bir düşün bakalım, bu evde üç kedi beslenir mi diye. Diğer kedilerin ikisi de birbirinden garip! Panduf, İran kedisi… Ben cins kediyim de cins kediyim diye kurum kurum kurulur.

Çöpoğlan da sokak kedisi. Ay, oldum olası anlaşamam ben sokak kedileriyle! Adımızı batırırlar hep. Mutfakta çöpleri karıştırıyor, yemek masasının üzerine çıkıyor, kendi mama tabağı tıka basa doluyken gelip benim tabağımdan yiyor. Adı üstünde, Çöpoğlan! Şişko Panduf, diken tüylü Çöpoğlan! Beni kıskanıyorlar tabii.

Bembeyaz tüyler, masmavi gözler; zariflik desen zariflik, beyefendilik desen beyefendilik, bende! Kıskanmasın da ne yapsınlar? Oh, kurtuldum ikisinden de… Önce birbirlerinin mamalarını, sonra da birbirlerini yesinler, oh! Doğaç, asıl arkadaşım galiba… İyi bir çocuğa benziyor. Aman, iyi değilse de yola getiririm ben onu. Dur, elini ısırır gibi yapıp korkutayım şunu. Yok yok, yeni yeni alışıyor, ayıp olur çocuğa. Biraz alışsın, ondan sonra…

Bana sevgiyle dokunuyor, iyi bir çocuk demek ki… Kuyruğumu oynatayım da onu sevdiğimi anlasın. Abisi de kafa dengi sanki… Ben kediyim, kafa dengi adamı görür görmez anlarım. Yalnız şakanın tadını kaçıracak birine benziyor, dikkat etmem gerek. Döverek 8even insanlar var, onlara benziyor. Eline geçirir geçirmez koltukta döndürerek, kulaklarıma vurarak oynar benimle.

Isırsam ilk başta, çekinir belki. Hayır. çekinmez; hoşuna gider böyle muziplerin, daha çok hırpalar beni. Öf, korktum sanki Deniz’den. Neyse, bir alışayım; hallederim onu da. Anneyle arayı iyi tutmak gerek. Evde her şey onun kontrolünde sanki. Bir gün “Çıtır evden gidecek!” derse ona karşı çıkabilecek kimse yok evde. Anlaşıldı, yaramazlıklar onun görüş alanının dışında yapılacak. Babayı akşamdan akşama göreceğiz anlaşılan. Tam baba gibi duruyor vallahi! Bıyıkları var ya, bıyığa da benzese… Ne o öyle, burnunun altında, çizgi gibi.. Bıyık dediğin benimki gibi olur! Doğaaaaç!

-Efendim, abi..

– Dalıp gitmişsin, aklıma fena şeyler geliyor. Nasıl yani? Bana bak, benden çok seversen onu! Abi! Olur mu hiç öyle şey? O ayrı, sen ayrı… Bak, başladın bile. Ne demek, o ayrı sen ayrı? Çıtır geleli ne kadar oldu da benim sevgimle karşılaştırılır oldu?

Hep ciddiye alıyorsun. Şaka yapıyorum faka, büyü artık.. Dünyanın en tatlı abisi… Canimin parçası… Hiç kimseyi senden daha çok sevebilir miyim ben? Bu yüzden de ne derse ciddiye alırım hep. Abi.?

– Efendim…

 – Ne düşünüyor acaba Çıtır şimdi? Eski arkadaşlarını bırakıp bize geldi. Evde kimseyi tanımıyor, her şey yeni… – Korkuyordur hayvancağız.

– Korkuyordur değil mi, yazık…

-Ne kadar masum, ne kadar görsel bakışları var baksana…

– Ürkek, savunmasız.

– Bir de kediler bencildir derler. Şuna baksana, nasıl bencil olsun? Pamuk yumağı gibi, şirin, ürkek… Aman alışıncaya kadar çok dikkat et, korkmasın. Bana söyleme, sen dikkat et abi. Küçük çocukları sevdiğin gibi seversen çekeceği var Çıtır’ın. Hırpalayarak sevmeye alışıksın, yapma!

– Ay, baksana şuna! Ne kadar masum! Hırpalanır mi hiç?

– Eh, şimdilik öyle olsun bakalım. Başka bir dünya..  Alışacağız.

Okul Öncesi HikayelerMasallar2 Yaş Masalları


Benzer İçerikler

Sabir-Tasi-Hikayesi
Sabır Taşı Hikayesi
Pembe İncili Kolye Hikayesi
Pembe İncili Kolye Hikayesi
Ay Dede Hikayesi
Ay Dede Hikayesi
balik ve kusun aski hikayesi
Balık ve Kuş Hikayesi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Masal Oku | © 2023, Tüm hakları saklıdır.