Memleketim Hikayesi

Memleketim Masalı ve Hikayesi

Abone Ol google news
Memleketim Masalı
Memleketim Masalı

Dede ve Torunun Memleket Aşkı

Babamlar çok küçükken dedem evi İstanbul’a getirmiş. İş imkânı olmadığı için köyümüzü terk etmişiz. Dedem her zaman ekecek toprağımız, bakacak hayvanımız olmadığı için başka illere göç ettiğimizi anlatırdı. Dedem İstanbul’da geçimini sağlamak için birçok işe girmiş. Yorulmuş, yıpranmış ama ailesini kimseye muhtaç etmemiş. Sonradan kendisi yaşlanınca üç oğlu aynı şekilde çalışmaya devam etmiş. Babam ve iki amcam güç birliği yapıp bir konfeksiyon atölyesi açtıklarında artık kendi işlerinin patronu olmuşlar. Gelir durumları iyileşmiş ve belli bir seviyeye ulaşmışlar.

Ortaokul yıllarımda bazen atölyeye gidip çalışmak ve büyüklerime yardım etmek isterdim ama her seferinde dedem bana engel olurdu. Nedenini sorduğumda ise “Oğlum sen okuyacaksın. Ben senin buralarda çalışmanı değil, okumanı ve en üst makamlara gelmeni istiyorum.” derdi. Dedem oldum olası okumayı, öğrenmeyi çok sevmiştir. Çocukluk döneminde ancak ilkokul üçüncü sınıfa kadar okumuş. İmkânsızlıklar nedeniyle okulu bırakmak ve çalışmak zorunda kalmış. Ömrü boyunca okuyamamanın üzüntüsünü ve ezikliğini içinde taşıdığını defalarca anlatmıştır. Oğullarına da bu imkânı sunamadığı için rahatsızlık duyuyor, vicdan azabı çekiyordu. Bu nedenle de torunlarının okuması için her şeyi yapıyordu.

İlk torun olduğum için dedem her zaman bana biraz daha farklı bir gözle bakmıştır. Hemen her akşam ödevlerimi yapmamı bekler, kendisi de gazetesini okur ve sonrasında benimle sohbet ederdi. Okulumu, arkadaşlarımı ve derslerimi sorardı. Sonra da kendisi anlatmaya başlardı. Canlı bir tarih kitabı gibiydi. Çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği yerlere her zaman derin bir özlem duydu. Bana oraları anlatırken gözleri parlar, sesi canlanırdı. Dedem, dedesinin Sarıkamış şehitlerinden olduğunu söylerdi, Ben bu konuda bir şey biliyor sayılmazdım. Bu nedenle de bu bilgi benim için pek bir şey ifade etmezdi. Ancak dedem köylerini, köy yaşantılarını anlattığı zaman, açıkçası imrenirdim anlattıklarına. Sanki bir masal aleminin içinde bulurdum kendimi.

Kaz çobanlığı yapmış, çam ormanlarında karakovan aramışlar. Kurt, ayı, tilki, domuz gibi birçok vahşi hayvanı doğal ortamlarında görmüşler, hem de o yaşlarda. Doğrusunu söylemek gerekirse bu dinlediklerimin yanında sürdürdüğüm hayatım bana çok sıkıcı ve yavan geliyordu. Bu konuyu okulda birkaç defa arkadaşlarımla görüştüm. Ama onlar hâllerinden şikayetçi sayılmazlardı. Bu nedenle beni anladıklarını söyleyemem. Bir gün bu iç sıkıntımı okulda rehber öğretmenimle paylaştım. Beni ilgiyle dinledi. Dedemle ilgili sorular sordu. Sık sık notlar aldı. Sonrasında bana derslerimi etkilememesi koşuluyla sportif veya kültürel bir aktivitenin içinde olmamı tavsiye etti. Aktivitenin ne olabileceğini sorduğumda ise iyice düşünüp buna benim karar vermem gerektiğini söyledi.

Rehberlik servisinden ayrıldığımda son dersin zili çalıyordu. Hemen gidip derse girdim. Derste de evde de rehber öğretmenin söylediklerini düşündüm. Ama bir sonuca ulaşamadım. Ben odamda böyle düşüncelere dalmışken dedemin seslenmesiyle kendime geldim: – Sercan, hayırdır oğlum? Niçin bu kadar düşüncelisin? Dedem benim derdime çare olamaz, diye düşündüm. Bu nedenle sorusunu geçiştirdim: – Yok bir şey dede, sen nasılsın? Dedem bir süre bir şey söylemeden beni izledi. Sonra tekrar seslendi: – Sercan, hani biz dosttuk? – Öyleyiz dede. – Hani biz sır ortağıydık? – Yine öyleyiz dede. – Peki o hâlde neden bana sıkıntının ne olduğunu an- Anlatmıyorsun? İşte böyleydik. Beni benden iyi tanırdı. Ondan hiçbir şeyi saklayamazdım: – Önemli bir şey olmadığı için söylemek istemedim dede.

Sen hele bir anlat, sonra bakarız önemli olup olmadığına. Gelip karşıma oturdu, Dinlemeye hazırdı, beni bekliyordu. Hayallerimi, can sıkıntımı ve rehber öğretmenle görüşmemi tek tek anlattım: – İşte böyle dedeciğim, ne yapmam gerektiğini düşünüyorum. Sen ne dersin? Neyi seçmeliyim sence?

– Bundan kolay ne var ki evladım? Ne istediğini düşüneceksin ve bulacaksın. Hepsi bu kadar. – Bu kadar kolay mı? – Elbette bu kadar kolay. Sen şimdi düşün bakalım sportif bir alan mı istersin, yoksa kültürel mi? – Onu da bilmiyorum, sen olsan ne seçerdin dede? – Bana kalsa kültürel bir faaliyet seçerim. Çünkü sporla uğraşacak dönemi çoktan geçtim ben. – Peki kültürel faaliyetlerin içinde neyi tercih edersin? – Evladım şimdi kültürel faaliyet olarak neler var, bilmiyorum. Benim çocukluğumda bu anlamda en büyük eğlencemiz folklor çalışmalarıydı. – Folklor mu? – Evet, folklor. Beni görmeliydin Sercan. Bir Kafkas figürleri sergilerdim ki ancak o kadar olur.

Yapabilir miyim acaba? Şimdiye kadar hiç düşünmedim bile. – Elbette yapabilirsin. Çünkü bu senin genlerinde var, ruhunda var. – Bunu bir düşüneyim, teşekkürler dede. – İyi düşün küçük bey. Geç saatlere kadar bu konuyu düşündüm. Ertesi gün ise rehber öğretmenle görüştüm. Öğretmenim, kararımın çok iyi olduğunu ancak bizim okulda folklor çalışmalarının olmadığını söyledi. Canım sıkıldı, moralim bozuldu. Yine başa dönmüştüm.

Akşam bu durumu dedeme söyleyince önce biraz düşündü. Sonra bana sordu: – Okulunuzda böyle bir çalışma olsaydı sen katılmayı ister miydin, yoksa ben istedim diye mi istiyorsun? – Dede, sen söyleyinceye kadar aklımda folklor aktivitesine yönelik hiçbir şey yoktu. Ama sonra çok düşündüm. Böyle bir çalışmanın bana ilginç geleceğini anladım. Yani gerçekten istedim. Ama artık bunun bir önemi yok. – Dur bakalım evladım, her şeyin bir hâl çaresi vardır. Hemen teslim olma. – Ne yapabiliriz ki dede? – Hele baban gelsin, bir konuşalım. – Sen bilirsin dede, benim ders çalışmam gerek.

Memleketim Hikayesi
Memleketim Hikayesi

Odama çekildim. Kitapların başına geçtim. Artık bu konuyu unutmak istiyordum. Arka arkaya soru çözmeye başladım. Ne zaman uyumuşum, kim beni nasıl yatağıma götürmüş? Bunları hiç hatırlamıyorum. Sabah annemin seslenmesiyle uyandım. Kendimi daha iyi hissediyordum. Kahvaltıdan sonra servise bindim ve okuluma gittim. Benim için sıradan bir gündü. Derslere giriyor, öğretmenlerimi dinliyordum. Dördüncü dersteyken nöbetçi öğrenci geldi ve okul müdürünün beni çağırdığını söyledi. Şaşırmıştım,

hemen kalktım ve müdürün odasına gittim. Kapıyı çalıp içeri girince okul müdürüyle dedemin koyu bir sohbete dalmış olduklarını gördüm. Müdür beni fark edince seslendi: – Gel Sercan. Bak, deden seni ziyarete gelmiş. Dedemin yanına gidip elini öptüm: – Hoş geldin dede! – Hoş bulduk Sercan, gel yanıma otur. Ben oturduğumda müdür bey şöyle konuştu: – Sercan, deden çok güzel bir teklifle buraya geldi. Senin ailen sponsor olacak ve bizim okulumuzda bir folklor ekibi kuracağız. Müdürün ne demek istediğini tam anlayamamıştım. Dedeme baktım. Dedem olup biteni bana açıkladı: – Sercan, bir folklor ekibinin kurulması için gerekli kostüm ve diğer ihtiyaçları bizim konfeksiyon şirketi karşılayacak.

Böylece reklamımız yapılmış olacak. Sizin okul ise yetkililere başvurup usta öğretici isteyecek. Böylece folklor ekibiniz kurulmuş olacak. Şimdi anlamıştım. Minnet duygusuyla dedeme sarılıp – Çok teşekkür ederim, dede. – Böyle bir kuru teşekkürle bana borcunu ödeyemezsin. Ancak çok iyi bir ekip olur ve dereceler alırsanız borcunuzu ödersiniz. – Sen merak etme dede. Birkaç gün sonra görevlendirilen bir usta öğretici okulumuza geldi. Sınıflarda duyurular ve ilk seçmeler yapıldı. Ben de ekibe seçilmiştim ve çok mutluydum. Ertesi hafta bizim atölyeden gönderilen iki terzi abi geldi. Tek tek hepimizin boy ve beden ölçülerini aldılar.

İki hafta normal gündelik kıyafetlerle provalara devam ettik. Bu sırada Kafkas halk oyunları ekibi olarak her gün biraz daha ustalaşıyorduk. Ekip olarak birbirimize ve müziğe olan uyumumuz tamdı. Üçüncü hafta Kafkas kostümlerimiz geldi. Çok farklı olmuştuk. Kıyafetler bize bambaşka bir hava kazandırmıştı. Daha bir yetişkin olmuştuk sanki. Provalarımız, çalışmalarımız daha zevkli bir hâle gelmişti. Bu şekilde haftalar, aylar geçti. Sonunda okulumuza bir haber geldi. Mayıs ayında çeşitli gençlik etkinlikleri kapsamında ortaokullar arası halk oyunları yarışmaları yapılacakmış.

Usta öğreticimiz Bülent abi bu haberi bize verdiğinde hepimiz çok heyecanlanmıştık. Nihayet kendimizi gösterebilecek, yeteneklerimizi ortaya koyabilecektik. Daha sıkı, daha ciddi şekilde provalara devam ettik. Eskilerin dediği gibi sayılı günler çabuk geçti ve dersler, provalar derken mayıs ayına ulaştık. Çok iyi bir ekibimiz vardı ve iddialıydık. Ön elemelerle birlikte iki gün boyunca yarışmalar devam edecekti. İlk gün okul idaresinin ayarladığı bir minibüsle yarışmaların yapılacağı büyük salona gittik. Tribünler tamamen doluydu, içerisi çok kalabalıktı. Salonun giriş tarafındaki tribünlerde öğretmenlerimizi ve okul arkadaşlarımızı görünce çok sevindik. Onları selamladık.

En önde ise dedemi gördüğümde mutluluğum sonsuzdu. Sunucu ve jüri heyeti salonun ortasındaydı. Konuşmalar yapıldı, kuralar çekildi ve yarışma başladı. Okullar, ülkemizin farklı yörelerinden oyunlar sergiliyordu. Hepsi de çok başarılıydı. Seyircilerin alkışı eksik olmuyordu. Tam anlamıyla bir şenlik havası hakimdi. Sıra bize geldi. Sunucu okulumuzun adını anons etti. Çift sıra hâlinde orta alana yürüdük ve seyircileri, jüriyi selamladık. Yerimizi aldık ve hareketsiz bekledik. Müzikle birlikte oyunumuza başladık. İlk andan itibaren diğer ekiplerden farkımızı, kalitemizi ortaya koyduk. Seyirciler de alkışlarla bize eşlik ediyorlardı. Hiç hata yapmadan oyunu- muzu bitirdiğimizde nefes nefese kalmıştık ve ter içindeydik.

Bilenler bilir, Kafkas oyunlarının ne kadar hızlı, zor ve yorucu olduğunu. Evet yorulmuştuk ama çok mutlu ve gururluyduk. Alkışlar arasında alandan ayrıldık, bekleme yerine geçtik. İlk gün yarışmaları akşama kadar sürdü. Sonunda değerlendirmeye geçildi. Puanlar açıklandı. Grubumuzun açık ara birincisiydik. Zafer sevinçleri, şakalaşmalar, gülmeler eşliğinde dönüş yolculuğumuz çabucak bitti. Evlere dağıldık. Ertesi gün erken gelecektik. Evde, bu ilk zaferimizi dedem göklere çıkardı. Ev halkı tek tek beni kutladı. Beni izlemeye ilk gün sadece dedem gelmişti. İkinci gün hepsi gelecekmiş. Çok yorgundum.

Duş aldım, hafif bir şeyler yedim ve hemen odama geçip uyudum. Sabah okula giderken ailemizin bütün bireyleri de yarışmaların yapıldığı salona gitti. Tüm ekip tam vaktinde toplandık. Okul müdürümüz ve Bülent abi de bizimle birlikteydi. Araca bindik ve yarış- manin yapılacağı salona gittik. Yine çok kalabalıktı. Ailemi aynı yerde gördüm ve onlara el salladım. Diğer finalist okullar da geldiler. Tekrar kuralar çekildi ve yarışmalar başladı. Bu defa tüm ekipler çok iyiydi ve hiçbiri hata yapmıyordu. Biz de sıramız gelince alana çıktık, oyunumuzu oynadık. Puanlar toplanıp değerlendirmeler yapılırken heyecan doruktaydı. Sonunda sonuçlar açıklandı. Birinci olarak okulumuzun adı anons edildi.

İnanılır gibi değildi, birbirimize sarıldık. Ailelerimiz yanımıza geldi. Okul müdürümüz, öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız yanımızdaydı. Çok mutlu ve gururluyduk, Ekibimiz tekrar alana çağrıldı. Kısa bir gösteri yaptık, Sonra ödül töreni yapıldı. Yarışma sona ermişti. Servis araçlarına binip okula döndük. Okul bahçesinde tekrar zaferimizi kutladık, Babamla amcam beni almaya geldiklerinde arkadaşlarımdan ayrıldım. Eve gittiğimizde başta dedem olmak üzere herkes beni tebrik etti.

Hep beraber yemeğe oturduk. Günün güzel ve heyecanlı anlarını tekrar tekrar anlattılar. Konuştuk, gülüştük. Odama geçtiğimde vakit hayli ilerlemişti. Üstümü değiştirdim. Yatağıma girdim. Bir süre madalyamı inceledim. Bu çok güzel, çok farklı bir duygu. Dedemi düşündüm. En çok da onun güvenini boşa çıkarmadığım için mutluydum. Bu ruh hali içinde dalıp gitmişim. Sonraki günler tekrar eski düzene döndük. Yaşadıklarımız da bizim için tatlı bir anı oldu. Karne dönemi geldi. Notlarım çok iyiydi., Güzel bir yaz tatilini hak etmiştim. Okuldan ayrılmadan önce rehberlik servisine gidip uzun yaz tatiline yönelik olarak tavsiyeler istedim. Rehber öğretmen beni çok iyi tanıyordu. Bu nedenle kendisinin tavsiyelerini çok önemsiyordum.

Rehber öğretmen yan tarafından büyükçe bir dosyayı aldı. İçinden bir resim çıkardı. Bir süre baktı, sonra bana gösterdi: – Bizim folklor ekibinin birincilik ödülünü alırken çekilen bir fotoğrafı bu. Ne kadar güzel ve anlamlı bir fotoğraf değil mi? – Evet, öğretmenim. – Senin için çok güzel bir deneyim ve değişiklik oldu. Bak Sercan, okul sezonunda edindiğin kazanımları tatil sürecinde kaybetmemen, unutmaman gerekiyor. Böylece başarıların bir anlam kazanacaktır.

Hem unutmayacaksın hem de bunları bir karakter hâline getireceksin. – Tam anlayamadım öğretmenim. – Sana bir örnekle açıklayayım. Sercan, sen bir ay önce ciddi başarılara imza atmış bir genç olarak şu an karşımda duruyorsun. Bu başarıyı nasıl kazandığını bir hatırla. Uzun zaman çok ciddi bir şekilde çalıştınız ve hazırlandınız. Sonunda başardınız. Bu başarının gelip geçici olmadığını ortaya koymak için önüne yeni hedefler koyman ve bu doğrultuda çalışman gerekiyor. İşte kastettiğim bu. Yeni bir hedefin, gayen var mı? – Ben şey, hiç düşünmedim. – Sercan, yeni bir amacın olsun ki yeni bir başarı öyküsü yazabilesin. Şimdi anladın mı beni?

Evet öğretmenim, çok iyi anladım. Teşekkür ederim. Rehber öğretmenin yanından ayrılırken hedefimi belirlemiştim bile. Artık yedinci sınıfa geçmiştim. Şimdiden liselere giriş sınavına hazırlanacak ve iyi bir okul kazanacaktım. Bir karar vermenin getirdiği psikolojik rahatlıkla yaz tatilim başladı. Son derece düzenli bir şekilde günlerimi geçirmeye başladım. Hem kitap okudum hem ders çalıştım hem de mağazaya gidip büyüklerime yardım ettim. Kimi zamanlar ise küçük kuzenlerimle ilgilendim. Bu şekilde günler, haftalar geçti ve sonunda eylül ayı geldi. Üç aylık uzun yaz tatilinin çok kısa sürede bitmesine şaşırmıştım.

Ama hemen kendimi toparladım ve okulların açılmasıyla ben de derslere başladım. Arkadaşlarım uyum ve alışma sorunlarıyla uğraşırken ben derslerime odaklanmıştım bile. Bu şekilde okul hayatı devam ederken bir gün müdürün odasına çağrıldım. Gittiğimde önceki yılın folklor ekibini ve usta öğreticimiz Bülent abiyi içeride otururken buldum. Şaşırmıştım, hepsiyle görüşüp ben de bir kenara geçtim. Müdür bey konuşmaya başladı: – Sercan da geldiğine göre artık durumu açıklayabiliriz. Evet gençler, bu sabah milli eğitim müdürlüğünden okulumuza bir yazı geldi. Okulumuz folklor ekibi o kadar başarılı görülmüş ki bize bir davet var.

Bülent abi sordu: – Müdür bey, nereye davet ediliyoruz? – Kars Valiliği bizi ocak ayının başında Sarıkamış ilçesinde yapılacak şehitleri anma yürüyüşüne katılmamız için Kars’a davet ediyor. Aynı zamanda oradaki bazı programlarda gösterimizi gerçekleştireceğiz. Bu arada bir hafta boyunca Kars’ı ve çevresini de gezmiş olacağız. Okul müdürü olarak ben, usta öğreticimiz Bülent abiniz ve ayrıca iki öğretmeniniz de grubun içinde olacak. Ne dersiniz çocuklar? Hepimizden aynı anda “Yaşasın!” diye bir sevinç çığlığı yükseldi.

Çok mutlu olmuştuk. Demek yeni bir heyecan yaşayacaktık. Müdür bey, konuşmasına devam etti: – Çocuklar, böylesi uzun bir yolculuğa çıkabilmemiz için velilerimizden izin belgesi almamız lazım. Ayrıca bir an önce folklor provalarına başlamamız gerektiğini söylememe gerek yok sanırım. Bu durumu evdekilere söylediğimde önce şaşırdılar. Mesafenin uzak olmasından dolayı beni göndermekle ilgili çekinceleri vardı. Ama geç vakit eve gelen dedeme konuyu açtık ve dedem olaya noktayı koydu: – Düşünüp duracak bir şey yok. İçiniz rahat etsin. Çünkü ben de torunumla birlikte gideceğim.

Babam şaşırmıştı, dedeme engel olmak istedi: – Baba senin ne işin var oralarda? Hem unuttun mu bu tür yorucu faaliyetleri doktor sana yasaklamıştı. Eğer biz karar verirsek Sercan okuluyla birlikte gidebilir. Bu sözlere dedem hem üzülmüş hem kızmıştı: – Çok uzun bir zaman sonra memleketime gitmenin bana bir zararı olmaz. Üstelik ben yaşlı bir adamım. Bir daha oralara gitme fırsatım olmayabilir. Bu nedenle bu konuyu tartışmak istemiyorum. Kararım kesindir. Bu son söz üzerine kimse bir şey söyleyemedi.

Babam veli izin dilekçesini doldurdu. Ertesi gün dilekçeyi okul müdürüne teslim ederken sordum: – Gelemeyecek olan arkadaşımız var mı? – Hayır, yok. Bütün arkadaşların izin almışlar. Bu habere de çok sevinmiştim. Bütün ekip bir arada olacaktık ve yeni heyecanlar yaşayacaktık. Hiç vakit kaybetmeden provalara başladık. Önceden birikim ve deneyim sahibi olduğumuz için kısa zamanda eski mükemmel halimize kavuşmuştuk. Çalışmalarımızı ara vermeden, düzenli bir şekilde sürdürdük. Aylar geçti. Havalar soğudu ve kış geldi. Yeni yıl yaklaşıyordu. Bizim için bu yılbaşının anlamı farklıydı. Çünkü Kars yolculuğumuza çok az bir zaman kalmıştı.

Dedem bir gün okula gelip müdürle konuşmuş. Akşam evde bana açıklama yaptı: – Sercan bugün okula gelip müdürle konuştum. – Neyi konuştun dede? – Neyi konuştuğumu söyleyeceğim ama bana kızmandan korkuyorum. – O nasıl söz dede! Hiç sana kızar mıyım? – Bak akıllı torunum. Sizin bu yolculuğunuz benim uzun yıllar sonra memleketimi görmem için bir bahane oldu. Çok heyecanlıyım ve oralara bir an önce gitmek istiyorum. İşte bu nedenle bugün önce müdür beyle görüştüm.

Bir mahzuru olmadığını öğrendim ve bir şey yaptım. İyice meraklanmıştım: – Ne yaptın dede, artık söyler misin? – Sizin gidiş tarihinizden dört gün önce için uçak bileti aldım sana ve kendime. – Bu ne demek dede? – Şu demek, ikimiz dört gün önceden Kars’a gideceğiz. Şimdi anlamıştım dedemin anlatmak istediklerini ve yaşadığı ikilemi. Arkadaşlarımla birlikte ekip olarak yapacağım yolculuğu hayal etmiştim hep. Şimdi ise dedemle baş başa yapacağım bir yolculuk beni bekliyordu.

Daha iyi mi olacaktı yoksa daha kötü mü? Bir karar veremedim Ama erkenden gidip Kars’ı gezmek eğlenceli olabilirdi, Dedemi teskin ettim: – Üzülecek bir şey yok dede. Benim için fark etmez, belki de daha ilginç bir yolculuk olacak, kim bilebilir? – Emin ol daha iyi olacak, Biraz dede  torun takılalım. Hem dönüşte yine ekip olarak döneceğiz. – Daha iyi olacağına ben de inanıyorum dede. Dedemin bu girişiminden üç gün sonra kendimi havaalanında buldum. Annem kıyafetlerimi ve diğer eşyalarımı valizime yerleştirmişti.

Ama en önemlisi Kars’ın çok soğuk olduğuyla ilgili birçok nasihati dinleye dinleye evden çıkmıştım. Gelen uyarıyla kemerlerimizi bağladık ve kısa süre sonra havalandık. Yolculuk boyunca dedem çok heyecanlıydı. Bütün planlarını yapmıştı. Kars Havaalanı’na ininceye kadar neler yapacağımızı tekrar tekrar anlattı. Bir taksiye binip şehir merkezine doğru ilerlerken etrafı incelemeye çalıştım. Tahminimden çok öte bir soğuk havayla karşılaşmıştım. Kimi zaman engel olamadığım titreme nöbetleri yaşıyordum. Belgesellerde gördüğüm kutuplardaki gibi her yer, kar ve buzla kaplıydı. Oldukça geniş caddelerden geçerek kalacağımız otele geldik ve yerleştik. Dedem İstanbul’da kalanlara telefon açıp geldiğimizi ve çok iyi olduğumuzu söyledi. Sonra bana döndü:

– Sercan, eğer yorgunsan biraz dinlen. – Sen ne yapacaksın dede? – Ben burada bekleyemeyeceğim, çıkıp biraz dolaşmak istiyorum. Sanki bir rüyadayım. – O zaman bekle, beraber çıkalım. – Hava çok soğuk, senin üşüyüp hasta olmandan korkuyorum. Sen bu havaya alışık değilsin. – Merak etme dede. Annem beni çok sıkı giydirdi. Hem çok üşürsem sana söylerim. – Haydi o zaman çıkalım. Otelden çıktık. Bu çarpıcı ve ilginç şehrin caddelerini, sokaklarını adımlamaya başladık. Yolların ve kaldırımların son derece düzenli ve geniş olması hemen dikkatimi çekti.

Ayrıca tarihî binaları da biraz farklıydı. Dedeme neden böyle olduğunu sorunca bana Kars’ın kuzeydoğu yönünden Anadolu’nun giriş kapısı olduğunu ve defalarca farklı milletlerce işgale uğradığını söyledi. Bu nedenle Kars’ın birçok farklı kültürü ve medeniyeti içinde barındırdığını ve değişik mimarilere ev sahipliği yaptığını anlattı, Gördüklerimden çok etkilenmiştim. Çok soğuk ve çok farklı bir dünyadaydım. Durmadan dedeme sorular soruyordum, o da bıkmadan usanmadan cevap veriyordu: – Şurası neresi?

Fethiye Cami. – Şu yol nereye gidiyor? – Kaleye gidiyor. Bir sokağın başına gelince dedem birden durdu. Hareketsiz bir şekilde ve hiçbir şey söylemeden bir noktaya bakıyordu. Onun baktığı tarafa baktım, ilginç bir şey göremedim. Tekrar dedeme baktım. Gözleri yaşarmış gibiydi, – Orada ne var dede, bir şey mi oldu? Sordum.

Dedem bir şey söylemedi. Dalmış gibiydi. Bir daha sordum: – Dede iyi misin? Kendi kendine konuşur gibiydi: – Evet, bu sokak olması lazım. Beni tamamen unutmuştu. Tekrar sordum: – Dede, bir şey mi oldu? Yavaş yavaş yürümeye başladı. Yolun iki tarafını da dikkatle inceliyordu. – Buralarda bir yerlerde olduğundan adım gibi eminim. Sıra sıra dizilmiş, birbirine benzeyen dükkanlara bakarak yürümesini sürdürdü. İki defa sokağı baştan başa geçtik. Ancak aradığını bulamamıştı.

Yolun karşısından bir başka sokağa girdik. Biraz yürüdük ve sonunda dedikleri yere geldik. İçeri girdik. Burası bir kahvehaneydi. Duvarlarında saz çalan adamların resimleri asılıydı. Bir köşeye oturduk. Bizimle gelen yaşlı adam orada bulunanlarla selamlaştı, kahveciye seslendi: – Usta, bize ıhlamur gönder. Misafirlerim var. Dedemle yaşlı amca sohbete başladılar. Benim ise keyfime diyecek yoktu. Sıcağa kavuşmuştum. Bu ıhlamur dedikleri sıcak içecek de gerçekten çok lezzetliydi. Hem ısınıyor hem de etrafı gözlemliyordum. Duvarlarda resimler vardı, bir köşede ise sazlar asılıydı.

Bütün masalarda son derece sıcak sohbetler edildiği çok belliydi. Bu sırada bir şey dikkatimi çekmişti. Zaman geçtikçe dedemin bulunduğu masa kalabalıklaşıyordu. Konuşmalar, şakalaşmalar eşliğinde çok samimi bir ortam oluşmuştu. Onlara yaklaştım. Sohbetlerini dinlemeye başladım. Sanırım dedem birisini sormuş olacak ki oradakilerden biri cevap verdi: – Ahmet Bey amca, o dediklerinden de kimse kalmadı burada, hepsi göç ettiler. – Yine eskisi gibi göç var mı buralardan? – Üniversite yapıldığından ve bazı fabrikalar açıldığından beri göç çok azaldı. Artık kimse kolay kolay yerini, yurdunu bırakmıyor.

Biz otuz beş sene önce mecburiyetten göç etmiştik. Ama ne kadar özlediğimi gelin bana sorun.  Tekrar başımız gözümüz üstüne gelmişsin Ahmet Bey amca. – Sağ olun, var olun benim güzel hemşerilerim. Bu şekilde sohbet devam ediyordu ki kahvehanenin kapısı açıldı ve orta yaşlı bir adam sazıyla içeri girdi. Selam verip köşede bir yerde oturdu, İlk dikkatimi çeken şeylerden biri de bu oldu. Yaşadığımız yerde selam birkaç kişiye ve tanıdıklara veriliyordu. Burada ise tanıdık tanımadık herkese selam veriliyordu.

Diyalogların niteliği bile çok farklıydı. Yeni gelen adam kahvesini yudumlarken çıraklardan biri kulağına bir şeyler fısıldadı. Adam bizim olduğumuz tarafa baktı, Kahvesini bitirince yanımıza geldi, dedeme seslendi: – Ahmet abi hoş geldiniz! – Hoş gördük âşık! – Arkadaşlar bugün çok özel konuklarımız var. İlk türkümü onlar için söyleyeceğim. Adam sazını çıkardı, yavaş yavaş tellerine dokundu. Sonra sazı daha kuvvetli ve ahenkli çalmaya başladı. Herkes susmuş, âşığı dinliyordu. Çaldığı müziği bir yerlerden tanıyordum ama bir türlü çıkaramıyordum. Sonrasında âşık saz çalmayı bıraktı ve bir hikâyeye başladı: – Evet gönül dostları, bir zamanlar buralarda Kizir oğlu Mustafa Bey dedikleri bir civan yiğit yaşarmış. Bilirsiniz bizim buralarda muhtara kizir derler. Efendime söyleyeyim, bu yiğit zorbalara, zalimlere karşı durmuş ve halkı korumuş.

Memleketim Masalı ve Hikayesi
Memleketim Masalı ve Hikayesi

Bir gün Köroğlu’nun yolu buralara düşmüş ve iki yiğit üç gün çarpışmışlar ama yenişememişler… Bu şekilde hikâyesini anlatmaya devam ediyordu. İlk kez böyle bir şeye şahit olmuştum ve çok etkilenmiştim. Sadece ben değil, orada bulunan herkes çok büyük bir ilgiyle âşığı dinliyordu. Birazdan sazını çalmaya ve peşinden o meşhur türküyü söylemeye başladı: – Bir atı var ala paça peh peh peh. Aman vermez Kırat geçe hey hey hey. Demek o güzel türkünün hikâyesi böyleydi ve bu topraklara aitti. Aşık inanılmaz güzel çalıyor ve söylüyordu. Arada hikâyeye devam ediyor, sonra yine türkülere dönüyordu. Uzunca bir zaman aşıklar kahvesinde kaldık. Çıkarken sanki çok yakınlarımız veya akrabalarımızmış gibi dedem hepsiyle tek tek vedalaştı. Birbirlerine telefonlarını, adreslerini verdiler. Birkaç saat öncesine kadar hiç tanımadığımız bu insanların içtenliklerini ve yakınlıklarını anlatmama imkân yok.

Otele döndüğümüzde kafama takılan soruyu sordum: – Dede, o adam kime âşık olmuş? – Kim, hangi âşık? – Şu, türkü söyleyen adamı diyorum. – Ne olmuş ona? – Siz, hepiniz adama âşık diyordunuz. O adam kime âșık olmuş? – Sercan, halk şairlerine âşık denir. İnanışa göre onlar güzel, doğru ve hak olan her şeye aşıktırlar. Bir insanın yüreğinde aşk olmasa dilinde o misralar dökülmez.

Şairlere gelen ilham, esin gibi bir şey mi? – Evet, öyle de düşünülebilir. Oteldeki ilk gecemde sabaha kadar çok derin bir uyku çektim. Rakımı yüksek ve havası temiz yerlerdeki uykunun çok sağlıklı ve dinlendirici olduğunu sonradan öğrendim. Sabah çok dinç ve mutlu bir şekilde uyandım. Dedem bir not bırakmış. Notta aşağıda lobide beni beklediğini yazmış. Giyinip hazırlıklarımı tamamlayarak aşağıya indim. Kahvaltı sofrasında beni bekliyordu. Kahvaltımızı yaptıktan sonra birlikte çıktık. Bazı tarihî binaları gezdik. Farklı pazarları dolaştık. Dedem alışveriş yaptı. Tiftikten yapılmış başlıklar, eldivenler, çoraplar aldı. Meşhur kaşar peyniri ve bal da aldı. Otele dönüp bunları paketledik ve kargoyla İstanbul’a gönderdik.

Öğle saatlerinde Kars Kalesi’ne çıktık. Anadolu topraklarındaki en eski kalelerden biriymiş. Burçları, odaları, topları gerçekten çok güzeldi. Hele kalenin bayrak tepesinden Kars’ın manzarası olağanüstüydü. Biz kaleyi gezerken telefon çaldı. Dedeme nerede olduğumuzu sordular. Sonra dedem “Olmaz, zahmet ediyorsunuz.” falan dedi. Telefonu kapattığı zaman bana döndü: – Sercan, dünkü dostlarımız birazdan gelip bizi alacaklar. – Nereye gideceğiz dede? – Ben de bilmiyorum,  gidince öğreneceğiz. Biz kaleden aşağı inerken yanımızda bir araç durdu.

İçinde dün tanıştığımız amcalar vardı. Biz de araca bindik. Yola devam ettik ve bir lokantanın önünde durduk. İçeriye girip boş bir masaya geçtik. İçerisi çok kalabalıktı. İçeride çok güzel bir yemek kokusu vardı ve ben çok acıkmıştım. “Acaba ne yesem?” diye düşünürken dedem bana döndü ve sanki ne düşündüğümü anlamış gibi konusunu Kaz eti ve bulgur pilavı Kars’ın meşhur yemeğidir. Şimdi getirecekler, onu yiyeceğiz. Dedemin açıklamasından sonra içeriye dikkat ettim. Herkes aynı yemeği yiyordu. Ocak tarafında ise asılı hâlde duran ve nar gibi kızarmış kazlar vardı.

Birazdan bizim masaya da servise başladılar. Az sonra da yemeklerimiz geldi. Yemeğe başladık. Gerçekten çok lezzetliydi. O kadar beğenmiştim ki yemeğin sonunda şunu söyledim. – Sadece bu lezzet için sonradan Kars’a yine gelecem diyorum. Sakallı ve yaşlı amca gülerek konuştu: – Şuan bu lokantada bulunanların çoğu Karslı değil yeğenim. Buraya gelip de bu lezzeti tatmamak olmaz. Yeğenim hitabı bana ilginç gelmişti. “Sonra dedeme sormalıyım.

” dedim kendi kendime. Akşam olduğunda bu yeni dostlarla ayrılmamız çok zor olmuştu. Dedem dönüp dönüp “Mutlaka İstanbul’a bekliyorum.” diye tekrarlıyordu. Onlar da bir dahaki sefere bütün aileyi bekliyorlarmış. İşte bu şekilde dokunaklı bir ayrılık yaşadık. Üçüncü gün havaalanına gidip İstanbul’dan gelen ekibimizi karşıladık. Otele yerleştiler. Sonra toplu gezi programı oldu. Akşam bol bol sohbetler edildi, fotoğraflar paylaşıldı. Dördüncü gün trene bindik ve Sarıkamış’a doğru hareket ettik. Yola çıktıktan hemen sonra ekiple birlikte gelen okulumuzun tarih öğretmeni Adem Bey hepimizi geniş bir kompartımanda topladı. Okul müdürümüz, dedem ve diğerleri de oradaydı. Adem Bey bir süre bizlere baktı. Sonra iç çekip anlatmaya başladı.

– Bakın çocuklar, benim resmî bir görevim olmamasına rağmen bu geziye ve bu programa katılmamın özel bir anlamı var. Okul müdürümüz bu etkinlikte mutlaka bir tarihçinin olmasını istedi. Çünkü geleceğimizin mirasçıları olarak sizin, Sarıkamış’a niçin gittiğimizi ve orada neler yaşandığını bilmeniz gerekiyor. Şimdi beni çok dikkatli dinlemenizi istiyorum. Biliyorsunuz 1914’te Birinci Dünya Savaşı başladı ve bir süre sonra ülkemiz de bu savaşa dâhil oldu. Devletimizin birçok sınır noktasında cepheler açıldı.

Bunlardan biri de bu bölgede açılan Doğu Kafkas Cephesi’ydi. Bu cepheye asker nakilleri başladı. İşte 1915 yılının ocak ayının başında Sarıkamış’a binlerce asker nakledildi. Tarih öğretmenimiz ayrıntılara girdi. Olayları nedenleriyle ve sonuçlarıyla son derece akıcı ve etkili bir üslupla anlatıyordu. Tren, Sarıkamış ormanları arasında ilerlerken artık bilmemiz gereken her şeyi öğrenmiştik. Birçoğumuzun gözleri dolmuştu. Dedeme baktım. O da arka cebinden çıkardığı mendille gözlerini siliyordu. Boğazımda yutamadığım bir düğüm oluşmuştu. Gözlerimin içi yanıyordu. Başımı çevirdim, dışarıyı seyrettim. Çam ormanlarında tarifi imkânsız bir hüzün hakimdi. Bir köyün yanından geçerken okul bahçesindeki kardan adamı gördüm. O anda binlerce askerden oluşan bir kardan adam ordusu hayal ettim. Sarıkamış çok güzel bir ilçe ve bugün çok kalabalıktı. Çünkü Türkiye’nin her yerinden on binlerce insan şehitlerin anısına yapılan yürüyüşe katılmak için buraya gelmiş.

Bizde yürüyüşe katıldık. Havada dondurucu bir soğuk var. Tıpkı yıllar önce olduğu gibi çok soğuk. Ama burada bulunan hiç kimse o soğuğa aldırmıyor. Yürüyüş bittiğinde bir merkezde toplandık. Orada konuşmalar yapıldı, şiirler okundu. Bizler hazırlıklarımızı tamamladık. Sunucu İstanbul birincisi folklor ekibini anons etti. Gururla orta alana yöneldik. Sergilediğimiz hiçbir gösteri bu kadar anlamlı olmamıştı. Kafkas oyunumuzu bir tarihî bilinç çerçevesinde başarıyla sergiledik. Geceyi Sarıkamış’ta geçirdik. Her şey çok güzeldi. Ertesi gün Sarıkamış kayak tesislerini gezdik. Telesiyejlere sırayla bindik. Kayak yapanları izledik. Aynı gün öğleden sonra yine trenle Kars’a döndük. Önce otele gidip eşyalarımızı aldık. Sonra havaalanına yetişip uçağımıza bindik. İki saat sonra havadayken dedem uyuyordu. Ben ise İstanbul’u seyrediyor ve Kars’ı düşünüyordum. Bir yer bu kadar dondurucu soğukken nasıl oluyor da bir insan hayatının en sıcak anlarını orada yaşayabiliyor? Bu sorunun cevabını bulmaya çalışıyordum.

En Güzel MasallarEn Güzel Hikayeler6 Yaş Hikayeleri


Benzer İçerikler

Kendilerine Kral Arayan Kurbağalar
Kendilerine Kral Arayan Kurbağalar Hikayesi
Pamuk Kedi Masalı
Pamuk Kedi Hikayesi
Ördek Çorbası İçiyormuş
Ördek Çorbası İçiyormuş Hikayesi
Arı ile Maymunun Hikayesi
Arı ile Maymunun Hikayesi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Masal Oku | © 2023, Tüm hakları saklıdır.