Terakki Hikayesi

Terakki

Abone Ol google news
Terakki
Terakki

Ömer Seyfettin Terakki Eseri

– Yaz… Ramazan… Hava öyle sıcak ki… indirilmiş perdelerin arkasında gizli gizli tutuşan, fakat hiç gürültüsü duyulmayan bir cehennem var sanılacak. Niyazi’yle Neşet, duvarları yeşil kâğıt kaplı odanın kapı tarafındaki geniş bir koltuğa iki canlı keyif heykeli gibi uzanmış, sigaralarının dumanları içinde konuşuyorlar: …
 “Evet.”
 “Olur iş değil!”
“Bu kadar az zaman içinde!”
“Bu kadar terakkis!”
“Bu kadar değişiklik!”
“Âdeta insan gözlerine inanmayacak.”
“Sekiz, on sene evvelki yolları, evleri, arabaları, tramvayları, kıyafetleri, hele o vapurları bir hatırla!” “Telefon yoktu be!”
“Elektrik var mıydı?”
“Ya sinema?”
 “Ya otomobil?”
“Ya gramofon?”
“Yalnız o var işte…”
“Vardı amma nasıl?”
“Nasıl?”
“On beş sene evvel ben kırk paraya lastik boruları kulağıma takar, öyle bir tuhaflık, bir hadise karşısında imiş gibi, hayretle dinlerdim.”
“Uçağa ne diyeceksin?”
“Olur iş değil.”
“Kim böyle kuş gibi havada uçulacağına, Türklerin de uçacaklarına inanırdı?”
“Zeplin?”
“Vay anasını! Koca bir zırhlı… Fakat havada uçuyor. Farkı bu..”
“Bu muhakkak.
“Pekâlâ, ama pahalılığa ne diyeceksin?”
“Tabii, her şey gibi paranın da kıymeti değişti. Para çoğaldı. Malların fiyatları yükseldi.”
“Para çoğaldı mı, azaldı mı?”
“Vallahi bilmiyorum.”
“Ben de bilmiyorum.”

“Bilmediğimiz şeye karışmamak..”
“Bu doğrudur amma…”
“Amma?”
“Bizim elimizden gelmez.”
“Fakat şunu itiraf etmeli ki, her gülün bir dikeni olur.”
“Tabii..
“Terakkinin de bazı pot gelen cihetleri olacak.
 “Ne gibi?”
 “Mesela…” Niyazi, misalini söyleyemez. Sokaktan şiddetli, keskin, gür, canlı, latif, parlak, ahenkli bir ses gelir. “Dünya değişti. Eski günler geçti. Merhamet, mürüvvet, insaniyet kalmadı. Herkes keyfinde, eğlencesinde, kimse kimseyi düşünmez oldu. Bu ne haldir?” Birbirlerinin yüzlerine bakışırlar. İster istemez, alışılmış bir hareketle, tellenmiş sigaralarını önlerindeki tablada söndürürler:
“Bu ne?”
“Bilmem…’ Sokaktan gelen ahenkli ses aynı şiddet, aynı letafet, aynı azamet, aynı belagatle devam eder: …Dünya bir boş şeydir. Yazıklar olsun onu isteyen köpeklere! Uyanın, kainata ibretle bakın! Geçici olan şeylere aldanmayın!” Neşet, bir eliyle başını, diğer eliyle sarı pijamasının üstünden kalçasını kaşır. Yüzünü ekşitir. Niyazi, altdudağını Isırarak yavaş yavaş doğrulur:
“Bu ne be?”
 “Saçma.”
“Ama ne güzel, ne yanık söylüyor..”
“Gayet güçlü bir hatip olacak.”
“Şüphesiz.”  Sokaktan gelen ses:

“…Bugün varız, yarın yok! Gündüzün sonu gece… Aydınlığın sonu karanlık… Ateşin sonu kül… Hayatın sonu ölüm. Ölümden kim şüphe eder? Altınlara boğulsak, demirden, çelikten kaleler içine saklansak, mutlaka ölüm oku gelip bizi bulacak. Er geç bize yetişecek. Bu kadar muhakkak bir akıbet karşısında gaflete düşen, nefsine uyan, yarını unutan insan mıdır? Hayır! Hayvandır. Nefsine uyanların, zevkten başka bir şey tanımayanların, hayvanlardan ne farkı var? Neșet ayağa kalkar, der ki:
“Bu bir feylesof!”
 “Hem derin…”
“Hem pek derin feylesof!”
“Bak, bak, bak, ne diyor?” Sokaktan gelen ses daha yanık bir hararet, daha azametli bir şiddetle: Merhamet, şefkat, elâlem kimsenin umurunda değil. Sadakanın ismi unutulmuş. Yiyiniz, içiniz, keyif ediniz! Çalınız, oynayınız! Güzel evlerin içinde, temiz karyolalarda, rahat rahat, gündüz uykularına yatınız! Ah nerede erdem?” Niyazi oturduğu yerden:
“Hem sosyalist, be!” der.
“Ne demek?”
“Güpegündüz, bir başına, sokak ortasında bu kadar serbest laf söylemek…”
 “Bakalım bir başına mı?” Niyazi kalkar, pencerenin yanına gider, kapalı perdeyi aralar. Bakar, bir kahkaha atar:
“Olur iş değil be!”
“Ne?”

“…Bugün varız, yarın yok! Gündüzün sonu gece… Aydınlığın sonu karanlık… Ateşin sonu kül… Hayatın sonu ölüm. Ölümden kim şüphe eder? Altınlara boğulsak, demirden, çelikten kaleler içine saklansak, mutlaka ölüm oku gelip bizi bulacak. Er geç bize yetişecek. Bu kadar muhakkak bir akıbet karşısında gaflete düşen, nefsine uyan, yarını unutan insan mıdır? Hayır! Hayvandır. Nefsine uyanların, zevkten başka bir şey tanımayanların, hayvanlardan ne farkı var? Neșet ayağa kalkar, der ki:
“Bu bir feylesof!”
 “Hem derin…”
“Hem pek derin feylesof!”
“Bak, bak, bak, ne diyor?” Sokaktan gelen ses daha yanık bir hararet, daha azametli bir şiddetle: Merhamet, şefkat, elâlem kimsenin umurunda değil. Sadakanın ismi unutulmuş. Yiyiniz, içiniz, keyif ediniz! Çalınız, oynayınız! Güzel evlerin içinde, temiz karyolalarda, rahat rahat, gündüz uykularına yatınız! Ah nerede erdem?” Niyazi oturduğu yerden:
“Hem sosyalist, be!” der.
“Ne demek?”
“Güpegündüz, bir başına, sokak ortasında bu kadar serbest laf söylemek…”
 “Bakalım bir başına mı?” Niyazi kalkar, pencerenin yanına gider, kapalı perdeyi aralar. Bakar, bir kahkaha atar:
“Olur iş değil be!”
“Ne?”


HikayelerHikaye Oku5 Yaş Masalları


Benzer İçerikler

bomba
Bomba Hikayesi
Topuz
Yuf Borusu Seni Bekliyor Hikayesi
Topuz
Muhteri Hikayesi
Falaka
Falaka Hikayesi

Yorumlar

  1. Osman Abi says:

    Sonun parağrafa neden iki kere yazılmış?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Masal Oku | © 2023, Tüm hakları saklıdır.