Tahir İle Zöhre (Vezir) Hikâyesi
Tahir İle Zöhre (Vezir) Halk Hikayesi
Varmış fakir bir koca, kadın, bir de oğlu. Oğlunun da adını koyuyorlar Tahir. Komşuları da büyük adammış. Zengin. Varmış kızları, Vezir. Onlar büyüyüp geliyor dokuzar yaşlarına. Varıyorlar okula ikisi. Birlikte gidiyorlar, geliyorlar, yemek yiyorlar, öyle oluyorlar. Şimdi okulu bitirecekler: Seviyorlar birbirini. Tahir geliyor eve:
-Anne, gitsene dünür Vezirlere.
-Ya oğlan! Olur mu bizim işimiz? Biz garip, o zengin. O padişah. Olmaz bizim işimiz.
-Ben diyorum sana, olur. Babası vermez ise kız gönüllüdür, gelir.
-Haydi, olmazsa varayım. Çıkıp gidiyor. Varmp oturuyor. Girdi:
-Padişah baba ben size geldim. Boynum kıldan ince. Size dünürlüğe geldim. Oğlum gönderdi. Sizin kızınızı veriniz. Çok laf etmiyor padişah da:
-Olsun. Çağırıyorlar kızı, soruyor akılı. Diyor:
-Verirseniz varacağım, vermezseniz de varacağım. Biz, okul sırasından beri ikimiz biriz. Söz veriyorlar. Dönüp geliyor.
-Ne dedi anne?
-Ne dedi? Veriyorlar. Bunlar şimdi nişanlı gibi birbirlerine varıp geliyorlar. Duyuyor cadı karı Marya, nişanı. Varıp, giriyor, selam veriyor, selam alıyor.
-Padişah baba! Hiç olur mu, padişahım, gariple zengin sohbet uyar mı? Garibin gariple uyar sohbeti, zenginin zenginle. Siz de çıkarıp o garibe veriyorsunuz kızınızı. Ya ne padişah? Durup, düşünüyor.
-Söylediğin çok doğru. Ya nasıl çözüm getirelim?
-Ayırırız, diyor. İşitiyor kız:
-Ayırmayacaksınız. Kimseye de varmayacağım. Bir garip Tahir’e varacağım. Ben onu beğeniyorum, seviyorum. Kime de versen varmayacağım. Diyor babasına. Dönüyor cadı karısı, babası da lafı kesiyor, vermiyor kızını. Kız da gelip söylüyor:
-Böyle,böyle. Beni sana vermeyecekler. Başka memleketten bir gence verecekler.
-Ben giderim gurbet ele, diyor Tahir, yedi yıl, kazanayım.
-Yedi yıl beklerim seni, diyor kız.
-Evlenmezsen döndüğümde sen benim, ben senin.
-Güzel, diyor kız. Tahir daha çıkıyor kapı önüne, başlıyor atını eğerlemeye. Kız da pencereden görüyor. Türkü söylüyor: Tahir atını eğerliyor, Tahir Atını eğerliyor. Bilirim gidersin Mardin’e Halka para vermeye. Gittiğin yollar düz olsun. Geceler sana gündüz olsun.
Benden başka yar sarar isen iki gözün kör olsun! Genç gidiyor. Kız da kalıyor. Gidiyor bu, varıyor çeşme başına, yatıyor. Atını koyuyor bir dağa geliyorlar çeşmeye Mardin’den iki kız, yapıyorlar serinlik, serinliyorlar burada. Uyanıyor.
-Vay ağa! Çok uyudun mu? Yolun nereye?
-E, gidiyorum Mardin’e
-Haydi, gidelim bize. Tahir eğerliyor atını, varıyorlar. Konak alıyorlar bunlar. Anne-babası da bu kızların, soruyor buna:
-Oğlan, baban var mı?
-Yoktur.
-Ninen var mı?
-Yoktur.
-Yar, sevdiğin var mı?
-Yoktur. Bu oturuyor burda oturacağı kadar. Padişahın kızı Zöhre de hep bakıyor yollara, gelen gidene. Bir de bu Tahir’in oturduğu köye geliyorlar yabancı adamlar, soğan kabuğundan arabaları, faytonlan.
-Varın, çok şeyden haberleri vardır, çıkın sorun, Zöhre diyor. Nereden bu insanlar? Çıkıp soruyorlar.
-Mardin’den, diyor, Mardin memleketinden. Başlıyor bunlara türkü söylemeye, nerden geliyorsunuz diyip “Mardin’e varan da biz”, diyince soruyor bunlara:
-Bir kağıt yazıp versem Tahir’e verir misiniz?
-Vereceğiz, diyorlar, biri de söylüyor buna: Göç de ben, kervan da ben Mardin’e varan da ben On sıra yazı yazsan versen Tahir’e veren de ben. Kız heme giriyor içeri şakır,şakır,şakır yazıyor mektup, veriyor bunlara. Alıp gidiyorlar. Vara-vara vanyorlar götürüp Tahir’e veriyorlar mektubu. Alıp okuyor Tahir mektubu. Başlıyor gözlerinden yaş akmaya. Çorbacı gelip:
-Ne oldu sana? Ne var sende? Diyor. Annemden – babamdan mektup aldım. Tez çağırıyorlar.
-öyle ise gezme, tez toplan da git, diyorlar. Bu hemen çıkıp eğerliyor atını, biniyor vedalaşıp gidiyor. Varıyor eve… Yok eve varmıyor önce. “Önce varayım kıza”, diyor. Varıyor kıza girmeyip de türkü söylüyor buna: Gelin misin, kız mısın? Anadan doğma kız mısın? Annemden doğma kızım ben, Diye söylüyor kız, çıkmış gelin bir yere. Şakır – şukur açıyor kapıları giriyorlar. Yedi gün, yedi gece bir yerde oturuyorlar, konuşuyorlar. İşitiyor cadı karı yine, Marya. Varıyor padişaha:
-Padişahım.
-Nedir?
-Ya biliyor musunuz? Sizin kızın nişanlısı gelmiş. Onlar yedi gündür konuşuyorlar sohbetteler.
-Çare var mı onları ayırmaya? Ya nasıl ayırırız bunları?
-Bir şeyler edip ayıracağız. Bu oğlan dönüyor eve. Kız da diyor: “Bizim kavuşmamızı istemiyorlar.” Padişah babasına diyor:
-Padişah babam! Tahir geldi. Varacağım ona. Yap bir iyilik de, varayım. Babası da diyor:
-Ben seni Tahir’e vermem, başkasına vereceğim.
-Yok ben ona varmayacağım. Ben varacağım garibe, Tahir’e.
-Olsun. Hazırlanıyorlar, düğün yapıyorlar. Şimdi koyuyorlar kızı perdeye. Kız da biliyor, Tahir’e varacağım. Cadı karısı da diyor:
-Ya şimdi nasıl etmek gerek? Pazvant gence vermek gerek. Tahir’i götürelim traşa, “traş olmaya” diyelim. Keseriz biz Tahir’i, kadınlar yemek pişiriyorlar, aşçıanalar. Veririz onun etini pişirirler, yedirirler kıza, kız soğur Tahir’den, veririz Pazvant gence, diyor bu cadı karı. Burada toy düğün. Aşçı analar pişiriyorlar. Bir daha:
-Et alın, et! Deyip satıyorlar et. Çıkıyorlar alıyorlar et. Getiriyorlar aşçılara pişirmeye. Bir kız da, yanda imiş, işitiyor aşçıanaların söylediklerini:
-Vay, zavallı garibim, Tahirim! Nasıldın! Pazvant gibi gençtin, nasıl kıydılar. Hiç olur mu, hani gelin senin etini yiyip soğusun?! Diyor, aşçılar kız da işitiyor, varıp açıyor perdeyi: Abla, abla! Sen biliyor musun? Tahir’i kestiler. Etini sana yedirecekler. Sen soğuyup ondan da varacaksın pazvant gence.
-Aa! Savurup açıyor perdeleri, nerde ya benim babam? Hani söyleyin gelsin! Vanp söylüyorlar babasına, geliyor babası. A tatarlar, tatarlar Göğe kamçı atarlar Kasaplarda et bitmiş, Tahir ‘i kesip satarlar Deyip söylüyor babasına.
-İsterim o garibi, kaldır gömdür. Ben kırk gün kırk gece yas tutarım da varırım onun mezarına. Hemen alıyorlar, götürüyorlar, gömüyorlar bu da onun yanında. Kızın yanına da koyuyorlar gözcü, alıp onları gidiyor. Varıyor, ağlıyor, geliyor. Şimdi kırkıncı günü varacak bu başlıyor taranmaya. Alıyor bir çakı, koyuyor onu saçlarının arasına. Kızlar da toplanıp, alıp bunu gidiyorlar. Sahip olunuz diyor babası. Çok dikkatli olunuz. Varıyorlar mezarlığa. O diyor kızlara:
-Usanmadınız mı, kızlar benim ağlamamdan? Kalın siz bir yana, ben varayım bu gece, ağlayım doyana kadar. Şimdi sonuncu günüm. Kalıyorlar kızlar dinleyip onu. Varp bu başlıyor ağlamaya. Ağlıyor,
ağlıyor. Çıkarıyor çakısını saplıyor yüreğine, ölüp kalıyor o da. Gözcüler dönüp varıyor:
-Padişahım.
-Ne?
-Ya böyle
– böyle oldu. Hemen gelip, kazıyorlar, gömüyorlar oracıkta. Padişah da çağırıyor cadı karnı, Maryayı:
-Kırk bıçağa dayanacaksın, kırk at istiyorsun kaçmaya. Bağlıyorlar kırk atın kuyruğuna, başlıyorlar koşturmaya, sürüklüyorlar, götürüyorlar da mezarlığa atılıp gidiliyor. Tırnağı da bunların ikisinin ortasına düşüyor. Çıkıyor oracıkta iki gül. Büyüyorlar geliyorlar bele, kavuşacaklar, çıkıyor tiken, cadı tiken, ayırıyor onları. Gelemediler bir yere, dirilemediler.